TR EN

Dil Seçin

Ara

Satır Arkası

KYÜZÜ BİZE İŞARETLER VERİR

Mavi gökyüzü öyle ta tepelerde pek dingin masmavi, kayıtsız, bizi umursamaz olmakla başlamaz; ilkin üzerimizde yaşamımız açısından yararlı olan pek çok sayıda işaretlerin toplamı olarak etki yapmakla başlar, işlevi ve etkinliği bizi ona dikkat etmeye zorlar. Onu, o işaret lambası etkinliği içinde görmemizi sağlar. Gökyüzü bize işaretler verir. Bir kere mavi gökyüzü bizim için güzel havanın habercisidir; güneş gün boyu yolculuğunda sanki kentin çalışkan ve sadık bir memuru gibidir; ücret istemeyen bir belediye hizmeti verirmiş gibi her gün doğudan batıya rotasını izler. Üstelik gökyüzünün işaretleme, uyarma, esinleme etkinliği burada da kalmaz. Boş inançları olan bir insan değil, koskoca Kant bu konular için yakın sayılacak bir tarihte, 1788’de tüm şanlı bilgeliğini şu sözlerle özetliyordu:

İki şey var ki, ruhumu hep yeni bir şaşkınlık ve hayranlıkla dolduruyorlar; durup üzerlerinde ne denli sık, ne denli uzun, ne denli derin düşünürsem o şaşkınlığım ve hayranlığım o denli artıyor: Başımız üstündeki yıldızlı gökyüzü ile içimdeki ahlâk yasası.”

Demek oluyor ki, gökyüzü tüm o yararlı, yararlı olduğu kadar da sıradan değişiklikleriiklim, saatler, günler, yıllar, bin yıllarbize gösterdikten başka anlaşıldığı kadarıyla geceleyin yürek sızlatan varlığı ile, nedendir bilinmez ürperip titreşen yıldızlarıyla bize evrenin muazzam varlığının yasalarını, derinliklerini ve birisinin gözle görülmeyen varlığını esinler: O evreni hesaplamış, yaratmış, düzenlemiş, o haline sokmuş, her şeyden güçlü bir Varlığı.


 

Çağdaş İspanya’nın en önemli filozofu olan Ortega y Gasset, hikmeti ve hakikati arayan bir felsefeci olarak, gökyüzünün işaretlerini böyle okuyor.


 


 

***


 

Az anla, ters anlama.


 

***


 

BAĞDATLI AHMET’E MEKTUP

Kocaeli Üniversitesi’nden Prof. Dr. Şükrü Hatun, yıllardır Irak’a sürdürülen ambargonun küçük kurbanlarından olan Bağdatlı Ahmet’e mektup yazdı. Son on yıldaki savaşlarda 1,5 milyon çocuğun öldüğü, 10 milyonunun ruhsal travmaya uğradığı gerçeğini de hatırlatan bu mektupta sözü edilen fotoğrafı ve mektubun bir kısmını Satır Arkası’na aldık:

Belki senin bundan hiçbir zaman haberin olmayacak. Ama uluslararası haber ajansları 2002 yılını içlerinde seninkinin de olduğu fotoğraflarla özetlediler. Senin resminin altında Birleşmiş Milletler tarafından 12 yıldır Irak’a uygulanan yaptırımlar sonucu pek çok Iraklı aile, çocuklarını da çalıştırmak zorunda kalıyor. Bu fotoğrafta dört yaşındaki Ahmet, Bağdat’ta bir fabrikada demircilik yaparken görüntülenmiş.” yazıyordu.

Bu fotoğraf albümünde sana, Batı Şeria’nın Beytullahim kenti yakınlarında bulunan Deyişe mülteci kampında İsrail tankına taş atan Filistinli bir çocuk. Güney Afrika’nın Johannesburg kentinde yapılan Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi’ne elinde beyaz bir gülle katılan Müslüman bir kız, Kabil’de kurşun delikleriyle kaplı duvarın önünde sağlık görevlilerini bekleyen yedi yaşındaki Mohboba, yine Kabil’de yiyecek bulurum umuduyla Herat Restoranının camından içeri bakan Switan adlı on yaşındaki çocuk eşlik ediyor.

Hepinizin yüzünde yoksulluğun, şiddetin ve dışlanmışlığın acı verici izlerini görmek mümkün ama sen, çocukluktan vazgeçmek zorunda kalmışlığı çekiç tutan ellerine ve yüzüne hüzünlü bir ciddiyetle yansıtarak duruyorsun fotoğrafta.

Sizin güçsüz bedenlerinizde biriken onurun, kocaman tanka taş atan Filistinli çocuk misali dünyanın kötülüğü karşısında pek bir şey demek olmadığını bilsem de, senin yüzünde kötülük imparatorluğu” liderinin küstahlığına verilmiş bir cevap görüyorum.

Bu kötülük imparatorluğunun uygulattığı ve tam on iki yıldır süren ambargo en çok siz çocukları ve kadınları yıkıma uğrattı.

Uzun süre senin ülken gibi, ‘kışkırtılmış’ şiddet ortamına mahkum edilen Nikaragualı bir çocuk büyükler savaşa gider, ama yaptıklarının çocukları ne kadar yıkıma uğrattıklarını düşünemezler” diyor.

Dilerim hala barış için bir şans vardır ve 2003 yılının sonuna geldiğimizde ajanslar Barış ona çocukluğunu geri verdi ve Ahmet bu yıl anaokuluna başladı.” altyazısıyla senin yeni fotoğrafını bizlere ulaştırırlar. O kederli yanaklarından öperim Ahmet.”


 

***


 

KALBİN CERRAHA SÖYLEDİĞİ

Dr. Serap Aykut Aka. Serap hanım kalp cerrahisini dünyada en fazla icra eden kişi. Öyle ki 1978 yılından beri hemen her gün bir ameliyata girmiş. Kendisine sorulan, Kalbin size söylediği özel bir şey var mı?” şeklindeki soruya, ‘kalbi açık’ bir kalp cerrahı olarak, bütün doktorlara ve bütün hastalara gerçek şifa verenin kim olduğuna dair, cerrah inceliğinde bir cevap veriyor:

Cerrahlar daima kendilerinin arkasında, üstünde bir başkasının eli olduğunu hissederler. ‘Bunu hissetmiyorum.’ diyen cerrah varsa çok düşünmeden konuşuyordur. Çünkü hiçbir kötü netice beklemediğiniz bir hastaya girersiniz, hasta masada kalır. Çok ağır bir vakaya girersiniz, her şey pırıl pırıl geçer ve öyle çıkarsınız. O zaman anlarsınız ki, geride sizi kontrol eden bir mekanizma var. Yaratıcı’nın görülmeyen bir eli vardır.”


 

***


 

AMİRAL BATTI!

Milli takımımızın dünya üçüncüsü olduğu Güney Kore’nin Daegu kentinde, 40-50 yaşlarında bir kişi, içi yanıcı madde dolu bir süt kutusunu tutuşturup metro trenine attı.”


 

Türk medyasının amiral gemisi(!) Hürriyet, yakın zamanda meydana gelen ve yüzlerce kişinin ölümüne sebep olan bir olayı sayfalarına böyle taşıdı. Neresinden tutsak elimizde kalacak olan bu haberin veriliş biçimine dair yorumu size bırakırken, bir iki şey sormadan geçemeyeceğiz:

Yüzlerce insanın öldüğü ve yaralandığı üzücü bir olay, milli duyguların kabardığı sportif bir başarıyla nasıl böylesine uyumla(!) bir araya getirildi?

Olur olmaz her durumda ve her fırsatta ne kadar başarılı ve yetenekli bir millet olduğumuzu ispatlama telaşı ve hevesi pek hayra alamet olmasa gerek. Milliyetçiliğin böylesi; logosunun hemen altında Türkiye Türklerindir” sloganına yer veren Hürriyet için bile fazla komik kaçmıyor mu? Oldu olacak sloganlarına Güney Kore de Türklerindir” hatta Dünya da Türklerindir” şeklinde bir ilave yapsınlar.

Öyle görünüyor ki, Amiral (yine) battı!


 

***


 

‘‘Dostlarımız bizden yana olmak yerine bizden korktuklarında endişe duyma vakti gelmiş demektir.”

ABD’li diplomat John Brady Kiesling kendi bakanını uyarmak için yazdığı istifa mektubunda böyle diyordu.


 

***


 

SORU-CEVAP

Soru: Ortadoğu’da nükleer silahlara sahip olan yegâne ülke hangisi?

Cevap: İsrail.

Soru: Ortadoğu’da hangi ülke Nükleer Silahların Yaygınlaşmasının Önlenmesi Antlaşması’nı imzalamayı reddetmekte ve uluslararası denetimleri ülkesine kabul etmemekte?

Cevap: İsrail.

Soru: Ortadoğu’da hangi ülke diğer ülkelerin egemenliğindeki toprakları askerî kuvvet kullanarak ele geçirdi ve bu toprakları BM Güvenlik Konseyi kararlarına meydan okuyarak işgal etmeye devam etmekte?

Cevap: İsrail.

Soru: Ortadoğu’da hangi ülke diğer bir egemen devletin uluslararası sınırlarını havadan savaş uçaklarıyla, kara ve denizden de ağır top bombardımanıyla rutin olarak ihlâl etmekte?

Cevap: İsrail.

Soru: Ortadoğu’da hangi ülke 762 bin kişiyi mülteci yaptı ve bu insanlara evlerine, çiftliklerine ve işlerine geri dönme imkânı vermeyi reddetmekte?

Cevap: İsrail.

Soru: Ortadoğu’da hangi ülke ABD gizli belgelerini çalmak için Jonathan Pollard adında bir casus kullandı ve ardından bu belgelerin bir kısmını Sovyetler Birliğine verdi?

Cevap: İsrail.

Soru: Fortune dergisinin Washington’u içeriden bilenler arasında geçenlerde yaptırdığı bir kanaat araştırmasına göre, dünyanın hangi ülkesi ABD içindeki en güçlü ikinci lobiye sahip?

Cevap: İsrail.

Soru: ABD, BM Güvenlik Konseyi kararlarına uyulması gerektiğini öne sürerek, hangi ülkeyi bombalamakla tehdit etmekte?

Cevap: Irak!..


 

Charley Reese (Amerikalı yazar, 27 Ocak 2001, Orlando Sentinel Gazetesi)


 

***


 

AVRUPALI ŞAİRLER

İlhami Emin, Üsküplü bir şair, yetmiş yaşında. Onun yıllar önce isimlerine hepimizin aşina olduğu Türk şairleriyle yaşadığı bir hatırası var ki, Türk aydınının Tanzimat’tan beri peşine düştüğü Avrupalı olma hülyasının, bazıları için nasıl bir ‘sanrı’ya dönüştüğünü gösteriyor.

Biz İstanbul’da sadece sol kesimle irtibat halindeydik. Aziz Nesin, Oktay Akbal, Cemal Süreya, Edip Cansever, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ataol Behramoğlu ve Melih Cevdet Anday, Kadıköy’de bir restoranda beni akşam yemeğine davet ettiler. Fakat yemek tatsız bir şekilde sonlandı. Bana ‘Niye hep güllerden bahsediyorsun hiç sıkılmadın mı, nereye kadar gül şiirleri yazacaksın?’ diye sordular. Ben de, tasavvufa olan merakıma vurgu yaparak son nefesimi verene kadar gül şiirleri yazacağımı söyledim. Cevabım onların hoşuna gitmedi. ‘Biz seni Avrupalı bir şair olarak biliyoruz. Ve biz de kendimizi Avrupalı bir şair olarak görüyoruz. Ancak senin bu tutumun bizleri üzüyor.’ dediler. Ben de garsondan hesabı isteyerek ‘Bana bir taksi çağırın. Türk şairleriyle buluşacaktım ben, yanlış yere gelmişim. Avrupalı şairlerle buluşmak için İstanbul’a değil, Paris’e giderim.’ dedim ve oradan ayrıldım. Bu olaydan sora birbirimize hep mesafeli durduk.