TR EN

Dil Seçin

Ara

Satır Arkası

HER CANLI ÖLÜMÜ TADACAKTIR”

Modern insanın ölüm gerçeği, ölümlü olduğu gerçeği karşısındaki duruşunun oldukça problemli olduğunu biliyoruz. Ne bilim ve teknolojideki ilerlemenin inanılmaz boyutlara varması, ne tıp alanındaki gelişmeler ölümün hakkından gelebilmiş değil. Aksine, bütün bir ilerleme ve modern dünyayı ayakta tutan şeyler insan için ölümün araçlarını da çeşitlendirmiş durumda. Trafik kazalarının tarihi ne kadar uzundur ki? Geçmişte, bir nükleer tehdit söz konusu muydu? Düşen uçaklar, patlayan bombalar, hızla yayılan virüs... Bugün ölüm, bir ‘ihtimal’ olarak da her zaman olduğundan daha yakın. Buna rağmen, modern dünyanın gündelik yaşam düzeyinde ölümle kurduğu ilişki, bir ‘ilişkisizlik’ biçimidir. Ölüm artık hatırlanmayan, kendini gösterdiği anda bile hatırda tutul(a)mayan bir şeydir. İnsanın ölümlü bir varlık olduğunu bilmesi bunu değiştirmeye yetmiyor. Hatta diyebiliriz ki ölüm, bir “yanlış bilinç olarak ideolojinin” araçlarından biridir şimdi. Kitle kültürünün bir parçası olan sinemada ölümün bir-iki saatlik eğlencenin parçasına indirgenerek kendi hakikatinden boşaltılması örneğinde olduğu gibi, modern zamanlarda ölüm, hayatın kurgulanan bir hızda ve biçimde sürmesi için bir araca dönüştürülmüş durumda. Ölüm karşısında duyulan çaresizlik ve korku, çaresizlik ve korkuyla büyülenmiş ölüm, onu unutturmayı vaad eden bir hayatın da kurucu unsuru olarak işlev görüyor. Bu noktada ölümlü olduğumuzu ısrarla hatırlatan her şey, gündelik hayatın akışında tahammül edilemez bir ‘arıza’ olarak algılanıyor ve saldırıya uğruyor.

Geçtiğimiz ay, Zincirlikuyu Mezarlığı’nın yenilenen kapısına bir ayet-i kerimenin Türkçe mealinin “Her canlı ölümü tadacaktır.” yazılmasının yol açtığı tartışmalar da bu açıdan oldukça ilginçti. Bazı köşe yazarları her geçenin okuyup moralinin bozulacağını gerekçe göstererek bu cümlenin hangi akla hizmet kapıya yazıldığının hesabını sormaktan çekinmediler. Bir köşe yazarı parlak bir zeka örneği(!) göstererek bu işi akıl edenlere hadlerini şöyle bildiriyordu: “Her canlının ölümü tadacağını dünyada bilmeyen mi var? Aklınızca yoldan geçenlere bunu hatırlatmak mı istediniz? Şimdi ben, ‘güneş parlar’ desem bunu söylemeye gerek mi var?” Bu son derece “özgün” sözler sizi neşelendirmeye yetmediyse bir başka yazarın söylediklerine kulak verin: “O mezarlığın önünden her gün geçen binlerce insanın gözü, bu yazıya ilişiyor ve her ilişmede tüyleri ürperiyor. ‘Her canlı ölümü tadacaktır.’ İyi güzel de, sabahın sekizinde işine ya da okuluna giden bir genç örneğin bunu hatırlamak zorunda mı? Ve acaba hatırladığında yaşamın anlamı bir an için bile olsa kaybolmuyor mu?”

Mezarlığın kapısına yazılan “rahatsız edici” yazıya itirazlar bu minval üzere sürüp gidiyor. Haşmet Babaoğlu, bütün bu yazılanlara karşı, bir köşe yazısının elverdiği ölçüde iyi bir cevap yazısı kaleme almış. Aşağıda bu yazıdan önemli bir bölümü okuma imkanı bulacaksınız. Bakalım, Haşmet Babaoğlu’na hak verecek misiniz?

Bana kalırsa ölüm fikriyle barışmadıkça, kendi ölümünün gerçeğiyle cesurca yüzleşmedikçe, hayatı da gerçekten sevemeyecek modern insan, hayatla da gerçekten barışamayacak!

Çünkü huzur bulamayacak.

Hangi huzursuz bilinç, hangi korkuyla kavrulan ruh bir şeyin keyfini, değerini, güzelliğini kavrayabilmiş ki hayatınkini kavrayabilsin?..

Birkaç gündür bizim gazetede bir konuda garip öfke nöbetlerine rastlıyorum.

Neymiş? Zincirlikuyu Mezarlığı’nın yenilenen kapısına “Her canlı ölümü tadacaktır.” diye yazılmış.

Ayşe Özgün ve Deniz Arman da oradan geçerken bu yazıyı her görüşlerinde “delleniyorlar’mış...

Yazdıklarını her okuyuşumda gözlerime inanamadım.

Önce baştan başlayayım.

Sevgili arkadaşlar, yazılarınızda yer almadığı için önce bu sözün kaynağını belirtmem gerekiyor diye düşünüyorum.

Kur’an’daki Âl-i İmran Suresinin 185. ayetinin ilk cümlesidir. (Bazı meallerde “canlı” yerine “can” kullanılmıştır.)

Bir Müslüman mezarlığının kapısında bir ayetten ölümle ilgili bir alıntının bulunmasından daha olağan ne olabilir?

Ayşe Hanım yazısında “Hangi dinde, hangi kabristanda böyle bir ifşaat gören olmuş da, biz de yapalım hevesiyle saçmalamış?” diye soruyor.

Yapmayın Ayşe Hanım. Belli ki bu yazıyı her görüşünüzde öylesine (anlaşılır ve fakat sizi fena halde yanlışlara sevk eden) bir ölüm korkusuna kapılıyorsunuz ki, başka ülkelerde gördüğünüzden emin olduğum mezarlıkların kapıları ve çeşitli yerlerindeki ölümü hatırlatan Kutsal Kitap alıntılarını unutuyorsunuz...

Hele Ayşe Hanım’ın yakınlarından söz edip “onlar Allah’a kavuştuklarında bu kabristanın kapısında böyle bir yazı olduğunu bilselerdi, buraya defnedilmek istemezlerdi” deyişi karşısında onun kalbini kıracak şeyler söylemek istemem.

Deniz (Arman) kardeşim de “Aaa çok şaşırdım. Oysa ben sonsuza dek yaşayacağım zannediyordum.” diye akıl sıra dalgayla karışık bu işteki “yanlış”ı vurgulamaya çalışıyor.

Oysa bu şiddetli tepkilerinize bakınca öleceğinizi bilseniz bile neredeyse unutmak üzere olduğunuzu anlıyorum. O yüzden küçücük bir hatırlatma aklınızı yitirmenize yol açıyor.

Eski İstanbul’da neredeyse her sokak bir mezarlığa çıkarmış. Ölüler ve yaşayanlar iç içeydiler.

Ama kimse bunun “moral” bozucu etkileri olduğunu söylememişti. Sadece bazen çok sevdiklerinin yattığı kabristanların önünden geçerken içlerini derin bir keder sarmıştır ki, o da tamamen başka bir konudur.

Fakat Ayşe Hanım ın ve Deniz’in “moral”leri bozuluyor. Üstelik başka insanların da “morallerinin bozulacağını” düşünerek oturup yazmışlar.

İşte modern insanın sözünü ettiğim acıklı hali bu.

Ölüm var, kaçınılmaz. Ama hiç değilse aklımızdan, gözümüzden uzak olsun.” çabası...

Ne umutsuz, ne umarsız bir çaba Yâ Rabbim!

Bense Zincirlikuyu’dan geçerken o yazıyı her gördüğümde şöyle düşüncelere kapılıyorum: “Hayat ve ölüm üzerine ders çıkartmayan, sonsuza kadar yaşayacakmış gibi davranarak hayatı başkalarına zehir eden bir takım ‘körler’ hiç değilse mezarlıklara baktıklarında bu yazıyı görür de, bir anlığına da olsa sarsılır mı acaba?”

Tabii benimki de fazla iyi niyet, bir tür saflık.

Ama şurası açık: Moralim bozulmuyor.

Moralimi ölüm değil, ölümsüzmüşçesine hoyratça yaşayanların berbat ettikleri hayat bozuyor.

Her şeye rağmen, çağın ruhuna ve popüler kültüre rağmen böyle düşünmekte bu toplumda yalnız olduğumu da hiç sanmıyorum...”

(Haşmet Babaoğlu)