Bir şeyler eksik hayatımızda
Akıp giden günlerin uğultusu döner dolaşır gelir yakınlarımıza. Tamamlarız, sona erdiririz, yeniden ve yeniden başlarız girişimlerimizin merdivenlerine ayak basmaya. Sabahlara kavuşur, geceleri ağırlarız. Tekrar giyinir, çıkarız yola, kendi serüvenimizin ardına düşeriz, sevgililer götürülürken imlerdeki sehere, kırılganlığımız, içtenliğimiz, alınganlığımız bırakmaz yakamızı. Bir şeyler eksiktir çünkü hayatımızda.
Kalabalıklar arasında kurduğumuz tenha patikalarda işimiz gücümüz çoktur her birimizin. Kendisinde boğulmaya ahdetmiş varlıklara benzeriz. Bir dostun gözleri gözlerimize takılmaya görsün, bin dereden su getiririz görüşmememizin mazereti olarak. Candan dostlukları özler dururuz da, kim şaştı bildiğinden diye de bir şey sormayız. Yıldızların büyüsünü, bahar ordusunun barış yürüyüşünü, gecenin şehrâyinini, kuşların masum cıvıltısını, erguvânî seherlerin saflığını kaybettik nicedir. Kalbimizin şelâlelerinde inciler var, biliyoruz bunu, ama bir şeyler eksik oluyor hayatımızda.
Okul yoluna revan olan bir genç kız karşı kaldırımdan bu yana geçiyor. Dalgın gözleriyle babaanne balkonun bir köşesinde. Evdeki mutad işlerin bezginliğinde anne. Yağan yağmurların ardından bakakalan hastalar. Hülyalara gerili sevgilerin ucundan tutmaya çalışan gençlikler. Kadınlara özgü ustalıkla donatılır da evler, hangi fırtına her birimizi bir köşeye atar akşamları geldiğimizde eve? Çocuklarımızı hangi uçurumların kenarında yakalayamadık da, kendimize ve sevgimize çekemedik, işte onların ardından bağırıyoruz, bizi duymuyorlar. O kadar bağırıyoruz, nefes nefese koşuyoruz, durmak bilmiyorlar.
Anlayamadığımız, içşelleştiremediğimiz bir şeyler mi var? Bir şeyler mi eksik hayatımızda? Nasıl getirilir onlar odaların içine? Bir genç kızın bakışlarının ucuna. Bir babanın sesindeki tonuna. Bir kitaplığın içinde gürüldeyen ırmaklardan içimize, tâ içimize. Annenin merhametiyle sıvadığı kalp kalemizdeki çağıltılara.
Her şeyi gördüğümüz sanısına kapılırız, kanıksamışızdır yeryüzünün ve göğün ihtişamını. Kâinat her zaman berraktır içten görünüşüyle. Biz gözlerimizi kirlettiğimizden beri bulanık tortusuyla yaşıyoruz kurduğumuz yapay çevrelerde. Hızla yürütüyoruz işlerimizi, fakat bir şeyler eksik oluyor hayatımızda...
— Taha Çağlaroğlu, Güzeleylem adlı kitabından seçtiğimiz yazısında “çağdaşımız” olan bir sancıyı bu ifadelerle anlatıyor.
***
YENİ AMERİKAN ÇETESİ: “SUSAM SOKAĞI”
ABD, kendisini çocuklarımıza sevdirmeye karar vermiş. Bunu nasıl başarmayı düşündüğünü merak ediyorsanız, gazetelerde yer alan şu haberi okumalısınız:
“ABD, İslâm aleminde tırmanışta olan Amerikan karşıtlığına karşı, ünlü çocuk programı “Susam Sokağı”nı cepheye sürmeyi plânlıyor. Ünlü bir reklamcıyken 2001’de dışişlerinin halkla ilişkiler başkanlığına getirilen Charlotte Beers, Mısır’daki “Susam Sokağı” setinde çocukların şovu seyrederken bir yandan İngilizce’yi ve Amerikan değerlerini öğrendiklerini görünce, Amerikan ahlâkı ve kültürünü İslâm âlemine anlatmakta diziyi kullanmayı önerdi. Senatomda “Bize güvenmemeleri hakkımızdaki bilgisizlikleriyle karışınca ortaya ölümcül bir kokteyl çıkıyor. Tek ilacı, onları bize bağlamak ve ortak değerleri öğretmek” diye konuşan Beers, “Minik Kuş”, “Kurabiye Canavarı”, “Pırtık” ve “Edi ile Büdü”ye atfen, “Dünyayı ABD’ye bağlamaya hazır gönüllü bir ordu var.” dedi. Ardından ABD yönetimi Bangladeş’teki şov prodüksiyonu için 6.26 milyon dolar ayırdı.”
Öyle anlaşılıyor ki, bir zamanlar severek izlediğimiz sevimli kahramanlar bu defa çocuklarımız aracılığıyla, ama hiç te eğlenceli sayılamayacak bir amaçla karşımıza gelecekler. Elbette çocuklarımızın hiç kimseye ve hiçbir şeye nefret duygularıyla dolu olarak büyümelerini istemiyoruz. Ama onların, Amerikan tarzı hayatın gelecekteki müşterileri olarak yetişmelerini de tercih etmiyoruz. Kaldı ki, Halkla İlişkiler uzmanının “tehlikeli kokteyl” olarak adlandırdığı mevcut duruma karşı önerdiği bu yol, ikiyüzlüce bir ahlâkın ideal kokteylinden başka bir şey değil: “Büyükleri bizden nefret ediyor, artık onları kazanmamız imkânsız. Hiç değilse çocuklarını kazanalım. Öyleyse büyüklere bombalar, çocuklarına masallar.”
“Sakat bir insan gördüğünde “Eğer Tanrı varsa, O’nun yerinde olmak istemezdim.” diye düşündüğünü söyleyen Schopenhauer, sağlam insanları gördüğünde neden Allah’ı hatırlamaz?”
— Metin Karabaşoğlu, Düşünceler kitabında, filozofun müztehzi ifadesinde sırıtan inkârcı yaklaşımın “sakatlığını” bu soru ile açığa çıkarıyor.
***
“SİYONİZM’İN SONU YAKINDIR’’
İsrail ulusu bugün yolsuzluktan ibaret bir inşaat iskelesinin içinde, baskı ve adaletsizlikten bir temelin üzerinde duruyor. Şu hâlimizle Siyonist girişimin sonu zaten kapımızın eşiğinde sayılır.”
1993-2003 yıllarının İsrail Meclisi Başkanı Avraham Burg, tam da İsrail’in en güçlü ve tüm kozları elinde tutuyor göründüğü (en büyük düşmanlarından birinin tasfiye ve topraklarının ABD tarafından işgal edildiği, tüm dünyanın ortak düşmanı ilan edilen İslâmî terör denen “şey”in her türlü katliamı meşrulaştırabilecek bir araç olarak kullanılabildiği) bir zamanda, İngiliz “The Guardian” gazetesine yazdığı yazıyla Siyonist projenin iflasını ilan ediyor. Burg’ün sözlerinde, bu topraklarda yaşanan vahşetin, korkunun, adaletsizliğin, çürümüşlüğün suçlusu olarak, tarihsel bir projenin (Büyük İsrail Devleti) gerçekleşmesi uğruna üretilen insanlıkdışı politikalardan ve uygulamalarından duyulan hayal kırıklığını okumak mümkün:
“Bizim nesil hakikaten son Siyonist nesil olabilir. Bir Yahudi devleti var olmaya devam edebilir, ama o da farklı bir hal alacak, tuhaf ve çirkin olacak. Gidişatı değiştirmek için vakit var, ama fazla değil. Yeni bir adil toplum vizyonu ve bunu hayata geçirecek siyasi irade gerekiyor. İsrail’i kimliklerinin temeli olarak gören diaspora Yahudileri, durumu ciddiye alarak seslerini çıkarmalı. Muhalefet ortada yok, başında Ariel Şaron’un bulunduğu koalisyon ise sessiz kalma hakkını kullanıyor. Gevezeden geçilmeyen bir memlekette bir anda herkes dilini yuttu, çünkü söylenecek başka bir şey kalmadı. Gümbür gümbür bir başarısızlığın ortasında yaşıyoruz.
(...) Yahudilerin 2 bin yıllık hayatta kalma mücadelesi sonunda hem kendi halklarına hem de düşmanlarına kulaklarını tıkayan, kanunları hiçe sayan rüşvetçilerden oluşan ahlaksız bir çete tarafından yönetilen bir yerleşimler devletine dönüştü. Adaleti olmayan bir devlet, ayakta kalamaz. Bu gerçeği giderek daha fazla sayıda İsrailli, çocuklarına 5 yıl sonra nerede yaşamak istediklerini sorduğunda idrak etmeye başlıyor. Dürüst davranan çocuklar, ebeveynlerini şoke etme pahasına, nerede yaşamak istediklerini bilmediklerini söylüyor.
İsrail toplumunun sonuna doğru geri sayım başlamış durumda.
Beit El ve Ofa gibi Batı Şeria yerleşimlerinde Siyonist olmak çok rahat. Oralarda manzara şahane. Sardunyaların, begonvillerin arasından bakınca işgali görmeyebiliyorsunuz. Filistin yol barikatlarının bir-iki kilometre ötesinden uzanan otoyolda seyahat ederken, kendisine ayrılan bozuk, bloke edilmiş yollarda saatler boyu sürünmek zorunda bırakılan, horlanan Arap’ın yaşadığı utancı anlamak zor. İşgalciye ayrı, işgal diline ayrı yol. Bu böyle gidemez. Araplar başını önüne eğip utanç ve öfkesini sonsuza dek içine atsa bile, bu böyle gitmez. İnsanların hissizliklerine dayanarak inşa edilen bir yapı, kaçınılmaz olarak çöker. İçinde bulunduğumuz anı unutmayın: Siyonizm’in üstyapısı şimdiden ucuz bir Kudüs düğün salonu gibi çökmeye başladı. Alt katta kolonlar yıkılırken hâlâ üst katta oynamaya ancak aklını kaçıranlar devam eder.
Filistinlilerin çocuklarını önemsemeyi bırakmış olan İsrail, onlar tepeden tırnağa nefrete bürünmüş bir halde gelip, İsraillilerin kendilerini içine kapattıkları hayal dünyalarının göbeğinde kendilerini havaya uçurunca şaşırmamalı. Bizim eğlence mekanlarımızda intihar ediyorlar, çünkü gerçek hayatları bir işkence. Restoranlarımızı kanlarıyla yıkayarak iştahımızı kaçırıyorlar, çünkü evlerinde çocukları, anneleri, babaları aç ve sefil durumda. Günde bin elebaşını da öldürsek hiçbir şey çözemeyiz, çünkü liderler alttan geliyor -nefret ve öfkenin kaynağından, adaletsizliğin ve ahlaki çürümenin ‘altyapıları’ndan.
(...) Demokrasi mi istiyorsunuz? Hay hay. Ya son yerleşimine varıncaya kadar büyük İsrail’i aklınızdan çıkarın ya da Araplar dahil herkese tam vatandaşlık ve seçme hakkı tanıyın. Ya Yahudi ırkçılığı ya demokrasi. Ya yerleşimler ya her iki halk için ümit.”