TR EN

Dil Seçin

Ara

Amerika’da Ağaçlar Neden Mutsuzdur? / Terapi Öyküleri

Sevgili S

Amerika’daki hayatın umarım verimli gidiyordur. Mektubunda New Orleans’ta Mississippi Nehri’nin kenarında bir yerde çalıştığını ve işten çıktıktan sonra gökte ayı seyrettiğini yazıyorsun. Kâinatla iç içe yaşamaya karar vermen beni çok memnun etti. Ben de birkaç yıl önce New Orleans’ta bulunmuştum. Nehrin hemen kenarında büyük bir kongre merkezi vardır. Kongrede toplantı aralarında nehir boyunca epey yürümüştüm. Mississippi Nehri gerçekten güzel yaratılmış bir nehir. Nehirden çok bir gölü andırıyor sanki. Nehirlerin o ağır ağır akışını seyretmek insana derin düşüncelere daldırıyor. Sanki hayatın akmasına benziyor nehirlerin akışı da. Ağır ağır, ama hiçbir an durmadan. Bir yerden başlayıp bir yerde biten bir akış bu. Hayat da öyle değil mi? Nehrin akışı bitiyor ama nehir yok olmuyor. Denizle birleşiyor. Nehrin içinde ağır ağır yol alan yük dolu gemiler gibi bizler de yükümüzü yüklenmişiz ve hayatın içinde akıp gidiyoruz. Bazen düşünüyorum da yüklendiğimiz yükler belki de o yük gemilerindekinden tonlarca daha ağır. İnsanın en ağır yükleri ise duygusal olanları. Senin kedinin ölümünden sonra yaşadıkların gibi. Sanki dünya senin üzerine kapaklanmış gibi hissetmiştin hani. Sanki omuzlarında dünyayı taşıyorsun gibi.

Bu yıl da, her yıl Mayıs ayında düzenlenen Amerikan Psikiyatri Birliği’nin toplantısına katılmak için Philadelphia’da idim. Philadelphia’dan Pittsburg’a gitmek zorunda kaldım. Oradan da Hartford’a kadar bir süre orada yaşamış olan editörümü ziyaret etmek için bir araba yolcuğu yaptım. Geçen gün Amerika’da yaşayan başka bir hastamdan aldığım bir mektup beni Amerika ile ilgili düşünmeye sevketti. Senin yaşadıklarını, o hastamın yaşadıklarını ve kendi hissettiklerimi birlikte düşününce bazı gözlemlerimi sana aktarmak ihtiyacı hissettim.

İnsanın ruhuna yeşillik huzur verir. Yemyeşil ağaçlar, yemyeşil çimenler, yemyeşil dallar, yapraklar, rengarenk çiçekler içinde insan kendini huzur içinde hisseder. Yakın bir zamanda konferans vermek için Almanya’da idim. Almanya’dan sonra İsviçre ve Fransa’ya kısa süreli bir ziyaretim oldu. Buralarda yaşadığım bir duygunun benzerini Amerika’ya her gidişimde de yaşadığımı anladım. Bu kadar yemyeşil şehirlerde, kasabalarda ruhum bir türlü huzur hissetmiyor. Bahsettiğim hastam da Amerika’nın en yemyeşil kentlerinden birinde yaşarken bir huzur hissedemediğini aktarınca bu huzur hissedemeyiş bana garip geldi ve bunun üzerinde düşünme ihtiyacı hissettim. İhtiyacını hissettiğim cevabı da Almanya’daki konferansta buluverdim.

Biz insanlar, yemyeşil ağaçların arasında dolaşırken, ağaçları seyrederken, onlara dokunurken, açan çiçeklerini koklarken, taptaze meyvelerini tadarken onlardan bize bir huzur, sukûnet akmasını bekleriz. İşte tam bu noktada aklıma şu geliverdi: Bizler ağaçlarla bir ilişki kurarak onlardan duygusal bir rahatlama, sıcaklık, sükûnet beklerken ağaçlar acaba bizden ne bekler? Bir ağacın bizden hiç beklentisi olamaz mı acaba?

Bu soru biraz garip kaçıyor değil mi? Bir ağacın bizden ne beklentisi olabilir ki? Belki dallarının ve yapraklarının kopartılmaması, zarar verilmemesi, ona iyi bakmamız. Bu kadar. Başka ne bekler bir ağaç bizden?

Bunları ister tabi ki. Fizikî bütünlüğüne zarar verilmemesi her varlığın hakkıdır. Evet hakkıdır. Varoluşsal olarak onun hakkıdır. Ancak bir ağaç bir ağaç mıdır sadece? Fizikî bütünlüğü sağlandığında bir ağacın varoluşsal anlamı sağlanmış olur mu?

Varoluşsal bütünlüğü kadar bir ağacın varoluşsal anlamı da var değil mi? İşte burada kritik kelime, ‘anlam’. Ağacın varoluşsal gerekçesi yani. Bir ağaçtaki görünen güzellik ve mükemmelliklerin bir anlamı olmalı ve bu anlamı ağaç dışardan yani Yaratıcısından alır. İşte, ağaç bu anlamının fark edilmesini, bilinmesini, tanınmasını ister. Peki bunu kim yapacak?

Sen yapacaksın, ben yapacağım. Yani biz insanlar yapacağız. Biz insanların görevi kâinattaki (ağaç, çiçek, ay, çöl, deve, su, nehir) görünen Yaratıcının mükemmelliğini, güzelliğini övmek, anmak ve dile getirmek.

Sanırım insanların bunca yemyeşil şehirlerde yaşarken derin bir huzur hissedememeleri kendi görevlerini yapmamalarının kalplerinde uyandırdığı sıkıntı yanında; ağaçların çevrelerindeki bu görevi yerine getirmeyen insanlardan duydukları memnuniyetsizlikten kaynaklanıyor. Ağaçlar kendilerindeki mükemmellik ve güzelliğin Yaratıcılarına bağlanmamasını, insanların bu mükemmellik ve güzellikten yola çıkarak Yaratıcılarını anmamasına hüzünleniyorlar, bundan huzursuzluk duyuyorlar.

Özellikle İsviçre’de ve Amerika’da bahçelere, parklara, ağaçlara, çiçeklere gösterilen fizikî özeni görünce şaşırıyor insan. Ağaçlar bu kadar fizikî özen yanında onların işaret ettikleri, gösterdikleri, hatta hizmet ettikleri anlamda bu özeni göstermemelerinden sıkılıyorlar olmalı. Dersen ki ağaçlar bunu nereden hissetsin. Unutmamalısın ki bir ağaç sadece bir ağaç değildir.

İnan ağaçlarda senin onları tefekkür etmenle, seyretmenle mutlu olacaklar. Varoluşları seninle anlam kazanacak. Seninle değer bulacaklar. Senin onları seyretmeni hissedecek ağaçlar. Sen “Rabbim bu ağacı bu kadar mükemmel yarattıysan Sen mükemmel olmalısın. Rabbim bu ağaca bu kadar meyveler sunduysan, Sen merhametli olmalısın.” demeni hissedecekler.

Şöyle bir soru akla gelebilir. Ben yeter miyim acaba tüm ağaçlara? Sadece benim seyretmemden de mutlu olabilirler mi? İnan bazen bir ile bir milyonun hiç farketmediği durumlar oluyor yaşamda. Amerika’daki tüm ağaçlara yetebilirsin. Senin bir bakışın, seyredişin onları çok mutlu edecektir. Tek bir ağacı seyrederken bile, Rabbini anarken “Amerika’da ki tüm ağaçların da Rabbi sensin.” desen Rabbin melekleri yoluyla tüm ağaçlara bunu hissettirir. Amerika’daki ağaçları mutlu etmek istemez misin? Hep mutluluk almayı beklememeli insan. Mutluluk vermeyi de bilebilmeli değil mi?

Bana daha önce yolladığın e-mailde aya bakmaya başladığını yazmıştın. Aydaki tebessüm, ondan akan huzur hiç bitmez. Bunun bir nedeni de belki de ayı dünyanın her tarafından insanların seyredebilmesi ve her daim onun Rabbinin mükemmelliğini, güzelliğini anlatma ve gösterme görevini görecek birilerinin bulunması. Şimdi bu mektubu yazarken İstanbul gündüz. Senin yaşadığın şehir ise gece. Sen ayı tefekkür ettikten sonra İstanbul’da gece olacak ve bu görevi buradaki insanlar devralacaklar. Ay bu yüzden çok kısmetli olmalı. İnsanlık tarihi boyunca en sık “Maşallah, ne kadar güzel yaratılmış.” denilen varlıkların başında geliyor olmalı ay. Şimdi aklıma geldi de. Aya olan düşkünlüğümüzün bir nedeni de bu olabilir mi acaba?

New Orleans’ta ay senin tefekkürünle bir anlam kazandı. Aya böylelikle sen bir nevi anlam katmış oldun. Şimdi sıra Amerika’nın ağaçlarında.

Sevgiler

Dr. Mavi