TR EN

Dil Seçin

Ara

Satır Arkası

“Yaratıldığımız hâl, Allah’ın bize bir hediyesidir; ne hâle geldiğimiz ise, bizim Allah’a hediyemiz...”

— Bu söz, anonim, yani sahibi biz insanlarca bilinmiyor. Ama yazıcı melekler bu sözü ve sahibini sevinçle kaydetmiş olmalılar.

 

***

 

İnternet hakkında bir iyi, bir kötü haber

Önce kötü haberi verelim. Daha doğrusu, bir araştırmayı... Klinik psikolog Michael G. Conner’ın ‘internet iptilası’ üzerine yaptığı araştırmada, her internet kullanıcısını dikkate davet eden bir dizi bulgu yer alıyor.

Conner’ın bildirdiğine göre:

• Kullanıcıların yüzde 50’si yaşları, kiloları, işleri, cinsiyetleri ve evli mi, bekar mı oldukları konusunda internette yalan söylüyorlar.

• Kullanıcıların yüzde 20’si, internetin hayatlarında aşikâr biçimde olumsuz etkilerini tecrübe ediyorlar.

• Internet, kullanıcıların yüzde 50’sinin ailevî veya işle ilgili problemlerinin ortaya çıkmasında veya ilerlemesinde 'katkı unsuru' durumunda.

• Kullanıcıların yüzde 11’i internet kullanmadan duramaz durumda, yani 'internet müptelası.’

İnternet kullanımıyla birlikte gelişen problemler ise, şu başlıklar altında yoğunlaşıyor: unutkanlık, interneti yoklamadan veya 'tıklama’dan yapamama, insan içine girmekten kaçınma, kendini insanlardan izole etme, verimlilik kaybı, depresyon, evlilik içi problemler, cinsel iptila, kazandığından fazlasını kumarda harcama, işyerinde internetin kötüye kullanımı, akademik başarısızlık. İnternet kullananların yaklaşık yüzde 20’si, bu problemlerin en az biriyle yüz yüze gelmiş bulunuyor.

Dr. Conner, internetle birlikte gelişen bütün bu sorunlara karşı, bir dizi öneri getiriyor. Tamamını sıralamak zor; iyisi mi, en önemli gördüğümüz ikisini iletmiş olalım: (1) Bilgisayar kullanımı için ayrı bir odaya kapanmak yerine, bilgisayarı evde veya işyerinde herkesin görebileceği bir mekânda kullanmak. (2) Hayatın bir denge üzere yürüdüğünü unutmayıp, internete, gündelik hayatın işe ait, sosyal, ailevî veya kişisel gerekleri arasında ‘makul düzeyde’ bir zaman ayırmak ve bu zamanı aşmamak.

Bu iki öneri bize son derece makul gözüktü. Size de öyle gözükmüyor mu?

 

Şimdi de iyi haber:

Reuters’ın 23 Aralık’ta verdiği bir habere göre, Amerika’da yapılan bir araştırma, maalesef öncelikle şerde kullanılan internetin hayra da kullanılabilir olduğunu gösteriyor. Araştırmaya göre, internet kullanan Amerikalıların dörtte biri, interneti dinî amaçlarla kullanıyor; ki bu da 28 milyon gibi bir rakam ediyor. Ayrıca internet üzerinden dinî bilgi arayanların oranı, geçen yıla göre yüzde 51 artışla, günde 3 milyona ulaşmış bulunuyor.

Araştırma, interneti dinî amaçlarla kullananların yüzde 69’unun internetten dinle ilgili eğitici ve kaynak mahiyetinde malzeme teminine çalıştığını gösteriyor. İlginçtir, yüzde 50’sinin ise diğer dinleri araştırmak için interneti kullandığını, yüzde 35’inin ise e-mail yoluyla manevî yardım edinmeye çalıştığını. İlginç olan bir başka nokta da şu ki, internet kullanan Amerikalıların dörtte biri 11 Eylül olaylarından sonra internetten İslâm hakkında bilgi edinmeye çalışmış.

Araştırma, dinî amaçlarla internet kullanımının, geçmiş yıllara göre bir ilerleme kaydederek bankacılık işlemleri, kumar ve e-ticaret gibi etkinliklerin önüne geçtiğini gösteriyor. Raporu kaleme alan Elena Larsen, bu bulguları güvenilir bulmakla birlikte, dinî amaçla interneti kullananlar yüzde 25 iken, cinsel amaçlı internet kullanımının yüzde 14 çıkmasının, insanlar bu konuda çekingen cevaplar verdikleri için gerçekleri yansıtmadığı görüşünde. Umalım ki, internetin hayra dönük veçhesi bu noktada da ağırlık kazansın ve şer kaybetsin.

 

Ve bir çağrı: Aydınlığı büyütelim!

Konu internetten açılmışken, şimdi de ‘Teknolojinin Ötesi’ yazarı Prof. Nazif Gürdoğan’ın internete dair dengeli bir duruşun ifadesi olduğunu düşündüğümüz şu sözlerini aktaralım:

“Bilim gibi, teknoloji gibi, ekonomi gibi interneti de içselleştirmek gerekir. Onlar insanın tutku ve özlemlerinin somut görünümleri. Toplum onlarla gücünü ya da güçsüzlüğünü sergiler. Onlarsız bir toplum düşünülemez.

Güç olan onlarsız olmak değil, onlarla olmaktır. Hayatın dışına çıkarak hayatın içinde olunamaz. Hayatın içinde olmadan da hayat yaşanır kılınamaz.

Onlar hayatın tuzu ve biberi. Onlarsız bir hayat, insanı hepten edilgen kılabilir. Edilgen bir hayattan da etken bir hayat çıkmaz.

Hayat görüneni ve görünmeyeniyle bir bütün. Görünen hayatı kurtarmadan görünmeyen hayat kurtarılmaz. İnsan, altın gibi, ateşte sınanmalı. Ateşten kaçan ateşe egemen olamaz.

Kuşatma altına alınamayan ateş hem görünen hem de görünmeyen dünyayı yakabilir.

İnternetin ateşi bütün dünyayı kuşattı.

İnternet zamanla birlikte mesafeyi de öldürdü.

İnternette zaman yok, mesafe yok. Günün her saati, haftanın her günü, ayın her haftası, yılın her ayı o elinizin altında. Dehşet verici bir gelişme.

İnsan uyur, internet uyumaz.

Aydınlığı büyütmeyenler, karanlığın önünü alamazlar.

Suçlu internet değil, onu karanlığı büyütmede kullanandır.”

 

***

 

“Mağlup olmuş bir iyilik, galip gelmiş bir kötülükten daha güçlüdür.”

— Martin Luther King’den, kötünün galibiyetini gördükleri anlarda ümitsizliğe düşenlerin kulağına küpe olması gereken bir söz.

 

***

 

Nereye bakıyorsun?

Ovaya inerken, taşlar üzerine diz çökmüş bir ihtiyarın bir kanala doğru eğilmiş, suya baktığını gördüm; yüzünde anlatılmayacak bir huşu vardı; sanki burnu, ağzı, yanakları yok olmuş da sadece taşlar arasında akan suya dikili iki göz hâlinde kalmıştı. Yanına yaklaştım:

— Neye bakıyorsun, ihtiyar? diye sordum. İhtiyar, başını kaldırmadan, gözlerini sudan ayırmadan cevap verdi:

— Hayatıma oğlum, akıp giden hayatıma!

 

— Yunanlı romancı Nikos Kazancakis'in El Greko'ya Mektuplar’ından.

 

***

 

“Kötünün galip gelmesi için bir tek şey yeterlidir: iyi insanlar için hiçbir şey yapmamak.”

— Edmund Burke’den, iyinin galibiyetini isteyenlerin kulağına küpe olması gereken bir söz.

 

***

 

3 milyar dolarlık zekat

Bundan neredeyse yüz yıl önce, Bediüzzaman Said Nursî’nin dile getirdiği bir özlem vardır: Keşke zekiler akıllarının, zenginler ise servetlerinin zekatlarının zekatını olsun verseler...

MÜSİAD Başkanı Ali Bayramoğlu kendisi ile yapılan söyleşide benzer bir özlemi dile getiriyor. Birçok zenginin devlete vermiş olduğu vergiyi ‘zekata sayma' gibi bir anlayışı tercih ettiğini belirten ve bunun doğru olmadığını söyleyen Bayramoğlu, bir soru üzerine, Türkiye’deki zenginlerin zekat potansiyelinin asgari 2,5-3 milyar dolar olduğunu belirterek şunları söylüyor:

“Zekat manevî bir sorumluluktur. Onun için devlete verilen vergi zekat sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. İnsanlar bunu uhrevî işlemler statüsüne taşımalıdırlar. Allah insana zekat konusunda bilanço sorumluluğu veriyor. Zekata tâbi kıymetlerinizin bilançosunu çıkarıp oradan tahakkuk eden zekatı vermek zorundasınız. Ama bakıyorum, zekat götürüyle veriliyor. Halbuki zekatta götürü olmaz. Zekatı sadece vermek değil, doğru hesaplayıp vermek gerekir. Bugün zekat verme durumunda olanlar zekatlarını doğru hesaplayıp verirlerse, bu ülkede ne açlık, ne de yoksulluk olur."

Dileyelim ki, bu sözlerde dile getirilen duyarlığa kavuşsun zenginlerimiz...

 

***

 

Birlik ve kardeşlik

“İslâm, demokrasiyi tebliğ eden ve uygulamaya koyan ilk dindir; çünkü camide, ezan okunduktan sonra, İslâm’ın demokrasisi günde beş defa olarak uygulanmaya konulur. Köylüyle kral yan yana diz çökerler ve ‘Allahuekber’ (Hakikî mânâda büyük, ancak Allah’tır) diye ilan ederler. İslâm’ın insanları tam anlamıyla kardeşe dönüştüren bu bölünmez birliği, beni her zaman hayrete ve hayranlığa sevketmiştir. Bir Mısırlı, bir Cezayirli, bir Hintli ve bir Türk, Londra’da bir camide karşılaşıyor ve anavatanlarının neresi olduğuna bakmaksızın kardeş gibi bir araya geliyorlar.”

— Hintli bir kadın şair Sarojini Naidu, insanları doğuştan sınıflara bölen kast anlayışın hâkim olduğu bir iklimde böyle takdir ediyor İslâm’ı.

 

***

 

“Burası benim evim”

“Suriye’de beş yıl yaşadım. Daha sonra Suriye'den Hindistan, Bangkok, Hong Kong üzerinden Pekin'e geçtim. Pekin'deki yeni elçiliğimize yerleştik. Ben küçük kızıma ‘Bundan sonra evimiz burası.’ dedim. Ancak kızım ağlamaya başladı. Çok mutsuzdu. Kendini emin hissetmiyordu. Bizim elçiliğimizin bitişiğinde Pakistan elçiliği bulunmakta idi. Pakistan elçiliğinden ezan sesi yükselince, kızım ağlamayı bıraktı ve ‘Allah’ dedi. Sonra da ‘Burası bizim evimiz.’ dedi. Bu kızın annesi Katolik, babası ise Protestan, ancak kız kendini Pekin’de ‘Allah’ sözcüğünü işitince güvencede hissetti. Kızım İslâm sayesinde kendinin tehlikede değil, daha bir güvencede olduğunu hissediyor.”

— İslâm ve Avrupa konulu bir kitabın da yazarı olan İsveç'in Ankara Büyükelçisi Ingmar Karlsson'dan, bir hatıranın eşliğinde ilginç bir değerlendirme.

 

***

 

“Olgunlaşmamış insanın özelliği, bir dava uğruna soylu bir biçimde ölmek istemesidir; olgun insanın özelliği ise, bir dava uğruna gösterişsiz biçimde yaşamak istemesi.”

— J. D. Salinger'dan anlamlı bir mukayese.

 

***

 

Hristiyan gözüyle bir Noel eleştirisi

Hristiyan âlemi Hz. İsa'nın doğum günü olan 25 Aralık’ı ibadetten ziyade 'eğlence' ve ‘alışveriş’le karşılarken Avustralya'da yayınlanan bir gazetede, Hristiyanları vicdan muhasebesine davet eden bir başyazı yayınlandı. The Age’in başyazısı, gerçekte Noel’in sebeb-i vücudu olan olaya, yani İsa aleyhisselamın doğum gününe atıfla, ‘o günler’i ‘bu gün’le karşılaştırıyordu. Hz. İsa hangi şartlarda doğmuştu? Kimden yanaydı, kimlerle karşı karşıya kalmıştı?

Bu noktada, Hz. İsa’nın doğduğu tarihte Filistin’e hükmeden ve ahaliye zulmeden zalim kral Herod’a özellikle dikkatleri çeken gazete, cicili bicili Noel kutlamalarının gözardı edemeyeceği bir gerçeğin varlığından söz ediyor, “Üçüncü Hristiyan bin yılının başında, dünya hâlâ tuzu kurular ve çulsuzlar diye ikiye bölünmüş durumda, tâ bu bin yılların en başında olduğu gibi.” diyordu. Ve ekliyordu: “Geçen 2000 yıl içinde, tıpkı Herod gibi davranmaya amade bir sürü Hristiyan hükümdar olageldi.”

Aynı gün, bir haberinde, yalnızca Avustralya'da Noel gecesi için yapılan harcamaların 6 milyar doları bulduğunu bildiren The Age, başyazısını, yine İncil’deki İsa’nın doğumu olayına atıfla, şöyle bitiriyordu:

“Asıl soru, Herod’un nerede bulunabileceği değildir; büyücünün onun yerini keşfettiği üzere, bu işin kolay kısmıdır. Asıl mesele, Mesih’in nerede bulunacağıdır. Bizi rahatsız edecek, huzurumuzu kaçıracak ama, İncil’in cevabı şudur: zulme uğrayanların ve fakirlerin arasında.”

 

***

 

Bunamak istemiyorsak

Geçen sayımızı okuyanlar, Alzheimer hastalığına dair bir malûmat da edinmişlerdir herhalde. Columbia Üniversitesi’nde yürütülen yedi yıllık hır araştırmanın yakınlarda Neurology dergisinde yayınlanan sonuçları, bu hastalığa dair dikkate değer yeni bulgular çıkardı ortaya. Bu araştırmayla, İslâm’da sıla-i rahim olarak ifade edilen eş-dost ziyareti Alzheimer riskini azaltan unsurlardan biri olduğu anlaşıldı sözgelimi. Keza, kitap okumanın, konferans, seminer, müzakere gibi entellektüel faaliyetlere katılmanın da bunama riskini azaltan unsurlar arasında olduğu anlaşıldı. Öyle ki, 65 ve yukarı yaşlarda 1772 denek üzerinde yapılan araştırmada, herhangi bir bunaklık belirtisi olmayan denekler yedi yıl boyunca izlendiğinde, en fazla risk azaltan faktörün entellektüel aktiviteler olduğu tespit edildi.

Bu araştırma size ne düşündürdü bilmiyoruz ama, bizim aklımıza iki husus geldi hemencecik. Hz. Peygamber’in ‘akraba ziyareti’ne teşvik eden hadisleri ile, ‘beşikten mezara ilim’ tavsiye eden hadisi. Rahmet peygamberinin (asm) bu tavsiyelerinde, bizi ‘bunama’ riskinden olabildiğince uzak tutma gibi bir hikmet de saklıymış meğer ki...