TR EN

Dil Seçin

Ara

Eyvah Misafir Geliyor!

Eyvah Misafir Geliyor!

Şimdilerde değişen pek çok şey gibi misafirlikler de değişti...

Evin küçük çocuğunun “Müsaitseniz annemler bugün size gelecek.” mesajıyla başlayan misafirlikler çok gerilerde kaldı. O günlerde haber vermeden çat kapı misafirlikler de sıradandı. Haberli habersiz tüm misafirler kapıda içten, gönülden ‘hoşgeldin’lerle karşılanır, sadece misafire has, temizlik kokan, göz nuru dantellerle süslü evin en büyük odasına buyur edilirdi. Misafir kapıdan girer girmez ayakkabılar çevrilir, üzerindeki kıyafetleri alınıp özenle asılır, ayağına terliği hazır edilirdi. Misafir odasında yerini alan misafirlerin eli öpülür, tüm aile fertlerini içeren hatır sorma faslı daha bitmeden yastıklar, minderler ikram edilmeye başlanırdı. Misafir baş tacıydı. Her şey onun gönlünü hoş etmek adınaydı.

Ev sahibi önce gönlünü ikram ederdi misafirine… Güler yüzünü… Samimiyetini… Sonra da evinde ne varsa onu… Yüksünmezdi, ne kadar çok ikram etse o kadar mutlu olurdu. Karşılık beklemezdi gerçi de, misafirin on rızıkla geldiği, birini yiyip dokuzunu bıraktığına inanırdı. Misafir, Allah’ın bir hediyesiydi, Allah sevdiğine gönderirdi. Misafirin duası makbuldü, misafir bereketti. Ev sahibinin, Efendisinden (sav.) aldığı müjde de vardı ya, “Misafir, rızkıyla gelir, ev sahiplerinin günahlarının affedilmesine vesile olarak çıkıp gider.”di. Bol bol misafirden başka daha ne istesindi.

Şimdilerde değişen pek çok şey gibi misafirlikler de değişti. Misafiri seven, ağırlamaktan zevk alan, evine misafir geldiğinde kendine değer verildiğini hisseden nesillerin yerini, misafir gelecek korkusu yaşayan bir genç nesil aldı. Evlerimiz mi daraldı, gönüllerimiz mi bilinmez ama o meşhur misafirperverliğimizin yerini yeller aldı…

Elbette samimi ilişkilerin neticesi misafirlikler tamamen yok olmuş değil. Ama genç nesli okumaya, onların dünyalarındaki misafiri anlamaya çalıştığımızda, geçmişteki anlamla arasının epey açılmış olduğunu da görüyoruz. Misafir artık bir yük, bir külfet geliyor ev sahibine. Geçenlerde rastladığım bir forumda, çalışan genç hanımların misafirden dert yanmalarına şaşırmasam da, durumun vahametini gösteren cümleler içimi acıtmadı değil. Kimisi, kendi mutluluğunun her şeyden önemli olduğunu söyleyip, misafir kabul etmemeyi şiar edindiğini belirtirken, bazıları da en kolay ikram olan kahveyi bile yapmamanın kurnazca yollarını tarif ediyorlardı. Hele de “Gündüz işin kolayı var, kapıyı açmaz sessizce beklersin giderler, gece ışıklar yandığı için mecbursun kapıyı açmaya.” ifadesi, bu nesil hangi ara bu hale geliverdi diye kara kara düşündürmeye yetti.

Başkası için yaşadığında var olduğunun bilincinde olan insan tipi, yerini sadece “kendini” düşünen insana bırakırken, ev sahipliğimiz de bu gidişten nasibini aldı maalesef.

Yaşam tarzımızdaki değişikliklerin etkisi de az değil misafirperverliğimizin yaralanışında… Eskiden hanımlar genelde ev hanımıydı. Misafir ağırlamak belki de asli görevlerden bir tanesiydi. Şimdi evin hanımı çalışmaya başladı. Zaten evle ve çocuklarla ilgili pek çok yükü sırtında taşıyan kadın, ister istemez yorgun düştü. Çalışmaktan arta kalan zamanda dinlenmek yerine başkalarına hizmet etmek de ona ağır gelmeye başladı.

Haydi çalışan kadın yoğun, yorgun, yetişemiyor diyelim. Çalışmayan kadınlar açısından bakıldığında da durum pek iç açıcı değil. “Olduğu gibi görünmeyip, göründüğü gibi olamayan” günümüz insanı, kendini eviyle, eşyasıyla, ikramıyla gösterme çabasına düştü. Misafir mi gelecek, her yer pırıl pırıl, her şey tam tekmil, her şey hazır ve mükemmel olmalı… Ev sahibi artık kendisini, misafirinin karşısında sınava girmiş gibi hissediyor. Gerildikçe geriliyor. Misafirinin onun avizelerindeki değil, gözlerindeki ışıltıyı görmek istediğinin farkına varamıyor. Bilmem kaç paralık eşyaların fısıltısına kulak vermek değil ki misafirinin derdi; o, dostunun samimi sohbetine mest olmak ister. Tam tekmil hizmet edeceğim derdine düşen ev sahibi, yeri geldiğinde bir çift laf bile edemiyor. Görev edası ve ciddiyetiyle yürütülen misafir ağırlama da, zamanla kaçınılan bir şey haline geldi, gençlerin omzuna bir yük gibi biniverdi.

Bazen de mesafelerin uzaklığı gölge düşürdü misafirperverliğimize. Şehirlerin bitmek bilmeyen trafiğinde ortada bir yerlerde buluşmak işimize geldi. Çağ insanı misafirlerini ev sıcaklığından uzak kafede, restoranda ağırlamaya alışıverdi. Öyle ki gün geldi, hanımlar misafirine evini açmaya bile üşendi, komşular günlerini “dışarı”da yapmayı marifet zannetti.

İnsan insana ilişkilerin yara aldığı günümüzde, kalpten kalbe akışların yaşandığı misafirliklere her şeyden daha fazla ihtiyacımız var bugün. Belki de sosyal medyadan takip ettiğimizden ve sürekli mesajlaştığımızdan özlemiyoruz birbirimizi. Özlediğimizde ise “randevu” almadan adımımızı atamıyoruz; en sevdiğimiz olsa bile… İster istemez resmileşti her şey. Süslü eşyalar, aman mahcup olmayayım niyetiyle yapılan abartılı ikramlar aramıza girdi. Sayısına takıldık ikramlarımızın; mayasına sevgi katmak aklımıza bile gelmedi.

Özledik… Kalplerin muhabbet ettiği misafirlikleri özledik. Habersiz, çat kapı misafirlikleri. Sade, ağırlıksız, gönülden… Kaygısız, dertsiz misafirlikler. Allah ne verdiyse onun yenildiği, ev sabinin de misafirin de gerilmediği, samimiyetin hâkimiyetinde misafirlikler… Misafirin umduğunu değil, bulduğunu yediğinde memnun olduğu misafirlikler… Duyguların paylaşıldığı, birbirinin derdine derman olunduğu, sorunlara beraberce çare bulunduğu, birlikte ağlanılıp, birlikte gülündüğü misafirlikler… Evin sınav odaklı gençlerinin ders çalışmak için odasına kapanmadığı, kitaplarda bulunmayan nice hayat derslerini alarak, hayat imtihanına hazırlanılan misafirlikler… Yediden yetmişe büyüklerle küçüklerin kaynaştığı, nice güzelliklerin, âdâbın, edebin nesilden nesile aktarılma vesilesi misafirlikler… Gelenin telaşla değil, heyecanla beklendiği, uğurlanırken “bunu saymayız, hususi bekleriz” sözünün içtenlikle söylendiği misafirlikler…

Özledik… Peki gerçekten çok mu uzak bu güzellikler? Elbette hayır. Belki biraz içimize dönebilsek yeter…