TR EN

Dil Seçin

Ara

Osmanlı İlerlemesini Neden Sürdüremedi?

Osmanlı İlerlemesini Neden Sürdüremedi?

Önceki sayıda, Osmanlı’nın--insanlık, hikmet ve irfanda değil-- bilim ve teknolojide Batı’nın gerisinde kalmasında, resmi matbaanın geç kurulmasının pek de etkisinin olmadığını ortaya koymuştuk. Ve “Osmanlı, Batı karşısında neden geri kaldı?” sorusuna, başka cevaplar bulmak icap ettiğinin altını çizmiştik.

Osmanlı Medeniyeti’nin payitahtı İstanbul’daki muhteşem medeniyet eserlerini tasvir eden bir minyatür

Bu ve gelecek sayıda ise, 17. yüzyıldan itibaren patlak veren iç sebepler ve Haçlı Seferlerinden itibaren Batı tarafından uygulanan sistemli emperyalist saldırılar ve stratejiler sonucunda baş gösteren dış sebeplerle, Osmanlı’nın ilerlemesini sürdürememesinin veya gelişmesine fırsat verilmemesinin hakiki sebeplerini inceleyeceğiz.

Batılıların yüzyıllarca süren Haçlı Seferlerini ve Kudüs özelinde İslam beldelerindeki işgal ve katliamlarını gösteren dehşet verici bir tablo

 

OSMANLI’YI SABOTE EDEN DIŞ SEBEPLER

BİR: 11. Yüzyıldaki ilk seferlerle başlayıp aralıklarla Osmanlı’nın yıkılışına kadar devam eden amansız haçlı taarruzlarının meydana getirdiği ağır tahribat ve yıkım, Osmanlı (İslam) Medeniyeti’nin tekâmülünü kesintiye uğrattı. Sefalet içerisinde sürüklenen Ortaçağ Avrupa’sı için her anlamda bir cazibe merkezi olarak beliren Osmanlı himayesindeki Müslim/Gayri Müslim coğrafyanın zenginliklerinden faydalanma düşüncesi, uzun vadede Batı’da, Osmanlı’yı yıkma ve bu coğrafyayı sömürgeleştirme düşüncesini uyandırdı ve her fırsatta saldırganlık dürtüsünü tetikledi. Hatta burada şu soruyu sormak gerekiyor: Tarihte bu kadar uzun ve planlı olarak hücuma uğrayıp da asırlarca ayakta kalabilen başka bir medeniyet var mıdır?

Dolayısıyla yüzyıllar boyunca Osmanlı’yı/İslam’ı tehdit eden bu büyük tehlike, medeniyetimizin temel dinamik, özellik ve gelişiminin bozulmasına yol açtı. Osmanlı’nın, Batı karşısında mevzi/toprak kaybetmesinin meydana getirdiği, kimi yerde kökten yok etmeye varan büyük tahribatlar, medeniyetimizin birikim ve kazanımlarının kaybolmasına, muazzam bir zaman, enerji ve maddi kayba sebep oldu.

Küffarın Tek Millet halinde Osmanlı’ya-İslam’a saldırmasını konu alan yabancı bir kaynaktaki tasvir

 

İKİ: Batı’nın, Osmanlı ve İslam Âlemi’ni içten çökertmeye yönelik sistemli ve planlı bir biçimde yüzyıllarca yürüttüğü misyonerlik faaliyetleri, medeniyetimizin bünyesini bir virüs gibi içten içe sardı ve kemirdi. (Sadece ABD’li misyonerlerin Doğu’da açtığı okulların adedinin 1890 yılı itibariyle 508 olduğunu kaydetmemiz, tehlikenin gerçek boyutları hakkında fikir verir.) Medeniyeti tesis eden ümmetin, dayanma, dayanışma ve birlik noktalarını tahrip eden yıkıcı ayrılık tohumlarının yeşermesine imkân tanıdı.

Meşhur İngiliz ajan-misyoner Hampher’in şu tüyler ürpertici ifşaatları, bunun çarpıcı delillerindendir: “Uzun süreli planlar olarak bu topraklarda ayrılık, cehalet, fakirlik ve hastalığı yayma programları düzenlenmişti. Bu bela ve bedbahtlıkları bölge halkına yüklerken de, Budizm’in şu ünlü deyişini çalışmalarımıza rehber yapmıştık: Hastayı kendi haline bırak ve sabırlı ol, sonunda ilacı onca ağırlığına rağmen kabul edecektir!”

Belge: Amerikan Misyoner örgütü BOARD’ın Osmanlı topraklarındaki merkezlerini gösteren bir harita

 

ÜÇ: Avrupa’nın zenginleşmesi büyük ölçüde Coğrafi Keşifler sırasında yeni kıtaları, özellikle Amerika'yı keşfetmesi; buralardan elde ettiği altın, gümüş, hammadde ile eski Aztek, İnka, Maya ve Kızılderili medeniyetlerine ait zenginlikleri/eserleri talan etmeleriyle doğrudan alakalıdır.

Avrupa’nın zenginleşmesi, bilim ve teknolojide ileri gitmesi, hayat standardı ve refah seviyesinin yükselmesi, 18. yüzyıldan itibaren başlayan sömürgecilik dönemi ve faaliyetleri ile de yakından ilişkilidir. Avrupa bu dönemde, Asya, Afrika ve Uzakdoğu ülkelerini istila etti, sömürge idareleri kurdu ve bunların her türlü hammadde, insan ve medeniyet kaynaklarını yağmalayıp kendi ülkesine götürdü. Batı modernleşmesinin temelini oluşturan Sanayi İnkılâbı ve endüstrileşme bu sayede vücut buldu.

Batı’nın kan, zulüm ve gözyaşına dayanan sömürge medeniyetini anlatan çarpıcı bir resim

 

DÖRT: Sanayi İnkılâbı ile birlikte Batı, endüstri ve teknoloji alanlarında yakaladığı yükselişi sürdürebilmesi için hammadde ve pazara şiddetle ihtiyaç duydu. Bu bakımdan verimli topraklara sahip, ancak siyasi güç ve birlikleri bozulmuş (İslamî) Doğu’yu sömürgeleştirdi ve emperyalist politikalarla uysallaştırıp, kendi emrine ve çıkarlarına tâbî kıldı.

Bu noktada Batı Medeniyeti, gayrı meşru ve gayrı insanî temeller üzerinde yükselen, ahlak ve kural tanımayan; zulüm, sömürü ve vahşetten beslenen, barbar (dışı süs içi pis) ve “mimsiz bir medeniyettir”. Hayatiyetini devam ettirmesi ve sürekli kalkınması daha çok emperyalist yöntemlere bağlı oldu. Osmanlı’nın ise bunu yapmasına; hâkimiyetindeki geniş toprakları sömürgeleştirip güç, hammadde, insan ve pazar deposu haline getirmesi imkânsızdı; çünkü karakterine zıttı. Ancak gelişmesini kendi medeniyet anlayışı ve dinamikleri çerçevesinde ilerletmesi gerekiyordu; onu da iç ve dış unsurların kuşatmasından dolayı tam manasıyla gerçekleştiremedi.

Osmanlı 15-16. yüzyıllarda İstanbul’da muhteşem bir medeniyete kapı açtı

 

BEŞ: Batı, Osmanlı’nın da içinde yer aldığı İslam Medeniyetini her yönden tanımak, medeniyetine hayat veren cevher ve esasları keşfetmek, bunların özünü sindirip kendine yarayışlı hale getirebilmek ve nihayet Müslümanları köleleştirip sömürgeleştirmek amacıyla, bağımsız bir disiplin olarak Oryantalizmi (Doğu Bilimi) kurdu ve yüzyıllarca ciddî bir araştırma, veri toplama, analiz ve çıkarımlarda bulunma faaliyeti içerisine girdi.

Bu sayede, İslam Medeniyetinin ve onun bir şubesi olan Osmanlı Medeniyetinin bilim, kültür ve bilgi birikimini de sömürerek--daha doğrusu çalarak--kendine mal etti. 1700’lü yılların sonuna kadar yüzyıllar boyunca Batı’da yazılan kitap, ansiklopedi ve yazılarda, İslam (Osmanlı) Âlemine ait bilgi kaynakları, bilim ahlakının kuralları ve telif hakları fütursuzca çiğnenerek kaynak gösterilmeden kullanıldı. Makyavelist anlayışla bilgi hırsızlığı ve intihal suçları sınır tanımaksızın işlendi.

Batı, Oryantalist çalışmalarla bir de şunu hedefledi: Osmanlı ve Müslümanların hayat ve yükseliş kaynağı olan din, kültür ve medeniyet birikimini tahrip etmeye çalıştı, Müslümanları tekrar diriltip ayağa kaldıracak o asli kaynaklardan uzaklaştırdı. Bu manada, İslam/Osmanlı medeniyetinin gelişimini sürdürmesine Oryantalist cereyanları da kullanarak bizzat Batılılar mani oldu diyebiliriz.

 

ALTI: Devlet-i Âli, askeri ve siyasi sahada iyice zayıflamaya başladığı 19. yüzyılda Batı, Şark Meselesi adı altında Osmanlı’yı ve ona Hilafet kurumu aracılığıyla bağlı olan İslam Âlemi’ni çökertmek ve dağıtmak için emperyalist politikalar geliştirmeye hız verdi ve bütün gücüyle üzerine çullandı. Bunun karşısında Osmanlı, direncini koruyup ayakta durmasına yetecek ve varlığını diri tutmasına yarayacak medeniyet hamlesini gerçekleştirmeye yeteri ölçüde güç, imkân ve zaman bulamadı. Sonuçta Osmanlı’yı yıkan da esasen, ne bilimde, ne teknolojide ne de sanayide ideal ilerlemeyi sağlayamaması değil, bu emperyalist kuşatmalar ve ‘hayasız’ haçlı saldırıları olmuştur.

Osmanlı’nın 1672’de Batı’da fethettiği son kale Kamaniçe. Bugün Ukrayna sınırlarında bulunuyor.

***

Medeniyetimizin yeniden ihyasının Batı’nın çürümüş esaslarıyla değil tazeliğini hep koruyan İslamiyet'le olacağını söyleyen Bediüzzaman Said Nursi

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN’IN geri kalmamızın sebeplerine ve medeniyet yolunda yeniden yükselebilmemizin şartlarına matuf şu teşhis ve çözüm önerileri ne güzel rehberdir:

* “Garbın çürümüş, kokmuş, bâtıl formülleriyle mi? Yoksa İslamiyet’in ter-ü taze iman esaslarıyla mı?” (Hizmet Rehberi, 212)

* “Azametli bahtsız bir kıtanın, şanlı tali’siz bir devletin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi ittihad-ı İslâm’dır.” (Mektubat, 468)

* “Asya akvamını intibaha getirecek, terakki ettirecek, idare ettirecek; din ve kalptir.” (Mektubat, 325)

* “Din hayatın hayatı, hem nuru hem esası, ihya-i din ile olur şu milletin ihyası.” (Sözler, 656)

* “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı marifet, sanat, ittifak silahıyla cihad edeceğiz.” (Divan-ı Harb-i Örfî, 14)

* “Cenab-ı Hak, bin seneden beri Kuran’ın hizmetinde istihdam ettiği ve ona bayraktar tayin ettiği bu vatandaşların muhteşem ordusunu ve muazzam cemaatini, muvakkat arızalarla inşallah perişan etmez. Yine o nuru ışıklandırır ve vazifesini idame ettirir.” (Mektubat, 327)

* “Ümitvar olunuz! Şu istikbal-i inkılâbat içinde en gür seda İslam’ın olacaktır!” (Tarihçe-i Hayat, 133)

 

Kaynakça:

1. Uygur Kocabaşoğlu, Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika, İstanbul, 1989.

2. Hampher, İslamı Nasıl Yok Edelim?, İstanbul, 1990.

3. M. Halidi, P. Ö. Ferruh, İslam Ülkelerinde Misyonerlik ve Emperyalizm, İstanbul, 1968.

4. Edward Said, Oryantalizm, İstanbul, 1989.

5. Asaf Hüseyin, Batı’nın İslam’la Kavgası, İstanbul, 1991.

7. Ahmet Rıza, Batı’nın Doğu Politikasının Ahlâken İflası, Çev: Ziyad Ebûzziya, Ankara, 1988.

8. Necdet Kurdakul, Osmanlı İmparatorluğundan Ortadoğu’ya Şark Meselesi, İstanbul, 1976.

9. Yusuf Akçura, Şark Meselesine Dair Tarihi Siyasi Notlar, İstanbul, 1336.

10. İsmail Çolak, Osmanlı’nın Gizli Tarihi, Yenilenmiş 12. Baskı, Nesil Yayınları, İstanbul, 2013.