TR EN

Dil Seçin

Ara

11 Kader Sorusu

Niçin kadere iman ediyoruz?, Her şey kaderimizde önceden belli mi?, İnsanın kaderi değişir mi?, Her şey kaderimizde yazılıysa biz neden sorumluyuz?.. ve diğer kader soruları...

1. Niye kadere iman etmemiz gerekir?

Soruyu biraz daha sadeleştirelim: “Niye iman etmemiz gerekir?” olsun sorumuz. İman etmek, “niye gerekir?” sorusunu gerektirmeyecek kadar açık bir gerekliliktir. “İman etmek” deyince, zorunlu bir vecibeden bahsetmiyoruz, geleneksel bir alışkanlıktan söz etmiyoruz. İnsan, yeryüzünde varlığını fark eden, var edildiğini gören biricik varlıktır. Bir taş, sadece vardır; varlığının farkında değildir. Bir insandan daha uzun bir süre var olur taş; yüz binlerce yıllık ömrü vardır ama bu ömrün hiçbir anında “var olduğunu” bilmez, varlığını idrak edemez. Taş taşlığının farkında değildir; taş olmayı sanki ona biz öğretiriz, biz hatırlatır gibiyiz. Bir kedi nefes alır verir, yaşar, canlıdır ama hayatta olduğunun farkında değildir; sadece hayattadır. Bir zamanlar yok olduğunu bilmez, bir zaman sonra öleceğinin farkında değildir. Sadece nefes alır verir; nefes alıp verdiğini bilmez. Ama insan, hem vardır hem var olduğunu bilir, hem görür hem görüyor olduğunu görür, hem yaşar hem yaşıyor olduğunu ifade eder, hem ölür hem öleceğini bile bile yaşar.

İnsanın yeryüzündeki var oluşu tam anlamıyla bir çelişkidir. Sürekli var olmayan, sürekli var olmayacak bir ‘var’ın kendi yokluğuna değmesi, can yakıcıdır. Sonsuzluk isteyen, ayrılıklardan canı yanan, yitirdiklerinin ardı sıra ağlayan bir canlının, sonlu bir ömrünün olması, ayrılıklar içinde yaşaması, her şeyini yitirmeye doğru yürümesi, kocaman bir soru işaretidir. O soru işaretinin kalbine saplanmasıyla, boğazına bir olta gibi takılmasıyla, sorar insan. “Ben niye buradayım?” “Nereden geldim?” “Nereye gidiyorum?” diye sormadan edemez. “İtirazım var!” diye şarkılar söyler. “Keşke…”lere sarılır da, “artık oynamıyorum” dediği bir kerteye gelir. Gülün soluşuna ağlar. Güneşin batışına, sevdiklerinin terk edişine yazıklanır. Âh eder, esefler içinde kalır… İşte, iman etmek, insanın varoluş sancısının gereğidir. Yaşadığı çelişkiyi çözme çabasıdır. “Bu böyle yarım kalmayacak…” ümididir. İman etmeyi, dar anlamda bize öğretilen “dinî” bir vecibe değil, evrensel ve varoluşsal bir sonuç olarak görüyorum. Var olan var edildiğini fark eder. Var edildiğini fark eden ise var edeninin kim olduğunu, niye kendisini var ettiğini sorar… İşte, iman etmek bu soruların aktığı varoluşsal yatakta akmaktır. İman etmek, varlığını ve var oluşu imanına şahit kılmakla başlar. İman etmek aktif bir eylemdir; ezber değildir. İman etmek, sıcacık bir çıkarımdır; bir sözü tekrarlamak değildir. İman etmeye, her an yeniden başlarız; hiç bitmeyen sürekli bir eylemdir iman etmek. Müftülükten alınan sertifika ile tamamlanan bir şey değildir iman etmek.

 

2. O halde niye kadere iman ediyoruz?

İnsan tamamlanmamış bir varoluşta yaşar. Bulduğu aradığı değildir. Kalıbının razı olduğu dünyaya, kalbi razı değildir. Gövdesinin sığdığı yeryüzüne, gönlü sığmaz. İşte bu tamamlanmamışlık hali bizi, bizi tamamlayacak “öte” ya da “aşkın” bir bütünlüğe yöneltir. Öyle ararız ahireti. Öyle emin oluruz gayb’dan, yani görünmeyen ve bilinmeyenden, yani elle dokunulur olmayandan.

İman etmek, emin olmaktır; inanmak değildir. Kadere inanıyor değiliz, kaderden eminiz. Emin olacak derecede bir iman ise, gördüklerimiz, bildiklerimiz, dokunduklarımız üzerinden olur. Varoluştan yüz çevirmiş bir iman taklittir; şahitsizdir. Şahitlilerimiz üzerinden görünür olmayanları “görmeye” yani hesaba katmaya başlarız. Kaderden emin olmamızı söyleyen şahitliklerimiz vardır; nedir onlar deyince, görmeye başlarız.

Öncelikle kaderin ne olduğunu hatırlayalım. Birçoklarının sandığı gibi kader “kara kaplı bir defter” değildir. Aleyhimize yazılmış, bizi mahkûm eden bir “kara yazı” değil kader. Kader cıvıltıdır, kader neşedir, kader aydınlıktır, kader gamzedir, kader tebessümdür.

“Kader” kelimesi, “kadar” kelimesiyle aynıdır. Etrafımızdaki, içimizdeki ‘kadar’ların hepsi kaderdir. İnsan tepeden tırnağa kaderdir. Varlık yerden göğe ‘o kadar’lar, ‘bu kadar’lar üzerine yükselir. Çok sevdiğimiz yemek tarifinde onlarca “kadar” vardır, onlarca kader vardır.

Kader, takdir etmektir. Kirpiklerimizin dizilişi de, ağaç dallarının eğilişi de, nehirlerin akışı da, yağmur damlalarının inişi de ‘kadar’lar üzerinden yürür. Ölçü ve ahengin olduğu yerde, denge ve düzenin hükmettiği alanda, ‘takdir’ vardır, kader yazılır. Yani, kaderin olmadığı hiçbir yer yoktur. Şimdi bu cümlenin noktası da kaderdir; o kadar.

 

3. Her şey kaderimizde önceden belli mi?

Kaderimizde her şey önceden belli; doğru. Ama bu bize belli değil. Yaratıcı’nın hayatımızın her detayını önceden bilmesi, O’nun zamanlar üstü bilgisinden kaynaklanır. Yani O ‘sonradan gören’lerden değildir, ‘olup bittikten sonra bilen’lerden değildir. Ama bu “belli”lik bizim elimizi kolumuzu bağlayan bir bellilik değildir. Bizim ne yaptığımıza göre yazılır bu kader. Yaptıklarımızı, bizim gibi, sonradan bilmiş olsaydı Yaratıcı, belki böyle bir soru sormazdık. Ama önceden bilmesi de aynı şey aslında, ne yaptığımıza göre sonradan yazılan da, ne yapacağımıza göre önceden yazılan da aynı şeydir. Çünkü yazılanı ya da bilineni bizim davranışımız belirliyor. Yazılan ya da bilinen bizim davranışımızı, seçimlerimizi belirlemiyor. Mesela, bizim de önceden bildiklerimiz vardır. Güneşin İstanbul’da 22 Mayıs 2019’da hangi dakikada doğacağını hesaplayarak biliriz. Bu güneşin kaderidir; ama biz takvim yaprağına öyle yazdık diye o dakikada doğuyor değildir güneş. O dakikada doğacağı için biz öyle biliriz. Yani olgu bilgiyi belirler, bilgi olguyu değil. Bilmelerin hepsi olmalara göredir. Olacakları önceden bilen için de geçerlidir bu…

 

4. Allah kaderimizi önceden biliyor mu?

Allah bilir; bilmesi mutlaktır. Bizim gibi, “olduktan sonra biliyor” olsaydı, evrendeki sayısız akış sonraki adımında bir sonraki evresi kaos olurdu. Oysa bugüne kadar tanık olduğumuz şu ki, her şeyin bir yeri var, her yere bir şey takdir edilmiştir. Her şeyin bir an için durduğu yer de, bir an sonra yöneldiği istikamet de hikmetlidir, anlamlıdır, amaçlıdır.

 

5. Kaderimiz ne zaman yazılıyor?

Kaderimiz şimdi yazılıyor. Kaderimizi yazan açısından yaşadığımız tüm an’lar “şimdi”dir: yani, geçmişte ya da gelecekte olan herkesin, geçmişte ya da gelecekte yaptığı yapacağı her davranışın “şimdi”sine bakar Allah. Bizim için geçmiş olan Onun için şimdidir. Geçmişte “şimdi”sini yaşayan herkes, o anda kaderini yazdırdı. Gelecekteki “şimdi”sini yaşayacak olan herkes için o gelecekteki şimdi, kaderi yazan için şimdiki şimdidir. Kaderimiz şu andaki tercihlerimize göre yazılıyor. Seçimlerimiz dikkate alınarak kaleme alınıyor. Biz seçim yapıyoruz, kaderimiz, alın yazımız ona göre biçimleniyor. Tıpkı asansördeki gibi, sistemin işleyişine karışmıyoruz, güç yetiremiyoruz ama hangi kata gideceğimiz bizim seçimimize bağlı. Kararımız hangi yönde ise varlık emrimize amade oluyor.

 

6. İnsanın kaderi değişir mi?

Hem evet hem hayır! Evet, değişir. İnsan değişirse, insanın kaderi de değişir. Kader, tüm değişimlerin yansıdığı aynadır, kaderin terazisi hiçbir kıpırtıyı kaçırmaz. Kader eşzamanlı ve aktüel olarak kayıttadır.

Hayır, değişmez. Çünkü kader insanın tüm değişimlerini kuşatan nihai çerçevedir. İnsanın kaderini sabit olarak bilmez ki, şöyle olacaktı ama şöyle oldu diyebilsin. Biz sadece “şöyle oldu!” deriz, olduktan sonrasına kader deriz. Geçmişimiz kaderimizdir; şu anımız ve geleceğimiz tercihimizdir, seçimlerimizdir. Kader dediğimiz, her mekânımızı kuşatan gökyüzüdür; nereye nasıl gidersek gidelim; orada hep gökyüzü vardır. Kaderden kaçırdığımız hiçbir şey yoktur; olamaz. Bazıları şöyle der mesela: “Kemik erimesi kaderiniz olmasın!” Yani şunu söylüyorlar: “Size, sizden habersiz, yaşlanınca kemik erimesi bir hastalık olarak yazılmıştı. Bunu yazanın kemik erimesini yavaşlatan ya da önleyen ilaçlardan vs. haberi yoktu. Şimdi o modern ilaçlarla o kaderin dışına çıkarabiliriz sizi!” İşte bakın, kara kaplı defter anlayışını deşifre ettik. Oysa, kemik erimesine aday kişinin kaderini yazan, onun geçmişinde değil, onun şimdisindedir. Elbette ki o ilaçları bilir, kemik erimesini önleyecek tekniklerden de haberi vardır; ilaçları ve teknikleri icat eden Odur bir kere; yeni yöntemlere imkân veren Odur. Diyelim ki kemik erimesi, söz konusu ilaç ve tekniklerle önlendi. Ne diyeceğiz olan bitene? “Kemik erimemesi kaderiniz oldu!”

 

7. Her şey kaderimizde yazılıysa biz neden sorumluyuz?

İnsan özgür irade sahibi olduğu için sorumludur. İnsanın, özgür iradeli olması Yaratıcı’nın iradesidir. İnsanı iradesiz kılacak her türlü baskı, hangi yönde olursa olsun, Allah’ın iradesine saygısızlıktır. Kaderi insan sorumluluğuyla çelişir şekilde anlıyorsak, yanlış anlıyoruz demektir. Hem sonra kaderimizde ne yazıldığını biliyor değiliz ki ona göre, yazılmış olanı okuyup da tercihte bulunalım. İnsanın tercihi insanın kaderidir. İnsanın seçimlerinde serbest olması, insanın kaderidir. Herkes vicdanıyla bilir ki, “kader” diye tasavvur ettiği, zannınca “kara kaplı o defter” ne elini tuttu şimdiye kadar ne ayağına dolandı.

Gariptir; nedense kötü tercihlerimizin sonucunda kendimizi “kader mahkûmu” olarak tarif ederiz; hapse düştüğümüzde olduğu gibi mesela. Önceden yazılı olduğu için böyle yaptım demeye getiriyoruz; kendimizi temize çıkarmaya çalışıyoruz. Şampiyonluk kazanan bir takımın oyuncuları, kupayı alkışlar ve ıslıklar arasında kaldırırken, niye kendilerini kader mahkûmu saymazlar acaba? İyi olursa, biz yapıyor oluyoruz. Kötü olursa, kaderde yazılı olduğu için oluyor. Hiç olmazsa, tutarlı olalım, güzel bir başarının ardından bizi tebrik edenlere, hayranlıkla gözlerimizin içine bakanlara, “Kaderimde varmış, benim marifetim değil ki…” demeyi deneyelim.

 

8. Kaderi niye kolay anlamıyoruz ki?

Kadere yanlış baktığımız için olsa gerek. Zamana dair algılarımız bunda etkili. Zihnimizde belirli şablonlar var; onları bir anda kesip atamıyoruz. Allah için, geçmiş, şimdi ve gelecek, “şimdi”dir: Biz geleceği, oraya varınca biliyoruz; çünkü zamana tâbiyiz. Zamanı yaratan zamanın üzerindedir, zamanın her noktası Onun baktığı yerden şimdidir. Allah, neyi tercih edeceğimizi bilerek yazar, önceden bilmesinin içinde tercihlerimiz de vardır. Allah’ın yapacaklarımızı önceden bilmesi, sonradan ne yaptığımızı bağlamaz.

 

9. “Kaderimde varmış o yüzden oldu!” dememiz yanlış mı?

Olanda hayır vardır deriz. Ama olup bittikten sonra deriz bunu. Olup bitenlerin böyle olup biteceğini önceden bilemezdik ama artık biliyoruz. Kader geçmişimiz söz konusu olunca bize malum oluyor. “Kaderde varmış!” deme hakkımız geçmişimiz için geçerli… Başımıza gelen olumsuzluklara ancak böylece sabredebiliriz çünkü. “Takdir-i ilahî” deriz. Depremdir, ölümdür, hastalıktır; irademizin dışında olup bitenler için teselli buluruz bu cümlede. Ama okulundan alacağın diploma için ter dökeceksin, “takdir-i ilahîde vardır nasılsa dört sene sonra diploma alacağım” deyip yan gelip yatamazsın. Yan gelip yatarsan, dört sene sonraki kaderini “diploma alan” olarak değil, “dört yıl boyunca yan gelip yatan” olarak yazdırırsın.

 

10. Dua ederek kaderimizi değiştirebilir miyiz?

Kaderimizi değiştirir dua. Dua edersek, ‘dua eden adam’ olarak yazılır kaderimiz. Dua etmezsek, “dua etmeyen adam” olarak yazılır kaderimiz.

 

11. Açlıktan ölen insanlar da, zenginlik içinde hayat sürenler de kendi kaderini yaşıyor. Bu haksızlık değil mi?

Dünya, adaletin gerçekleşeceği nihai yer değildir. Burada her şey yarım kalır tâ ki ahirette tamamlansın. Zalim zulmüyle gider, mazlum masumiyetiyle gider. Denklemin buradaki açığı, orada tamamlanacak. Burası sınama yeri. Burada sorular var. Burada yanlışlarla beraber doğrular da var. Sınav kâğıtlarında beş seçenekli her soru için bir doğru cevap dört yanlış cevap vardır. Sınavı yapanın kâğıda yanlış cevaplar yazması yanlış değildir. Sınananın yanlış cevabı işaretlemesi yanlıştır.