TR EN

Dil Seçin

Ara

Hayatın ‘Lâ ilâhe’ Faslı

Hayatın ‘Lâ ilâhe’ Faslı

Aklın her şeyin anlamlı olduğunu bildiği halde, kalbine her şey anlamsız geliyorsa, bil ki bu çok anlamlı.

Aylak aylak yüzüyorsun anlamsızlık deryasında. Soğumuşsun. Dünyadan. Yaşama iştahın yerle yeksan olmuş. Solup kurumuş dünya bir ceset gibi uzanmış yatıyor içinde. Hayat can çekişiyor ruhunda. Kalbinin elleri kırık. Duygularına inme inmiş, felç olmuş bir kol gibi mecalsiz.

Bozguna uğramış kalbin. Her bir köşesini ayrı bir dert tutmuş. Her köşesinde bir tutam sancı. 

Hayat yorgunusun. 

Uçup giden bir kuş gibi her şey, adını bilemediğin. 

Ne güzel işte. 

Hayatın “Lâ ilâhe” faslındasın. Baksana, ne güzel de inliyor kalbin: “Hiçbir şey ilah değildir. Kalbin alakasına, fikrin merakına değmiyor.” 

Adsız sokaklara dönmüş yaşamın. Sanki sırtında taşıyorsun güneşi. Varlıklar taş kesilmiş yüreğinde. Harfler silinmiş. Sözcükler unutulmuş. Dünya biçimini yitirmiş. Karanlığa sürüklenmiş dünyan. Işıklar solmuş, donmuş kalmış yüreğinde. Zaman gömülü kalmış. Yolunu yitirmiş yolcusun. Tüm yollar çıkmaz sokak olmuş. 

İyi ya işte. 

Hayatının “Lâ ilâhe” safhasındasın. 

Her yol, benden bir şey bekleme, diye sesleniyor sana, benden umudunu kes. Ben senin ilahın değilim diyor. Kalbin de bu seslenişe karşılık verip yüzünü çeviriyor dünyadan. 

Koca bir güneş doğuyor dünyanın üstüne. Ama onun aydınlattığı varlıklar senin içini karartıyor. Güne başlamayı bile istemiyorsun bu yüzden. Karanlıkta biraz daha rahatsın. Uykunun karanlığına veriyorsun kendini sen de. Ah bir de şu rüyalar olmasa! Âlem-i misale bir girmesen, gözlerin dünyaya kapalı uyuyup kalsan. 

Çare olarak eskiye dönmeyi istiyorsun. Yeniden hazlara gömülmek, yeniden neşelere gark olmak istiyorsun. Yanılıyorsun. 

Ne kalbinin depremleri vardı daha üç beş ay öncesine dek, ne de sular seller silip süpürmüştü ruhunu. Her şey düzenli bir ilkbahar bahçesi gibiydi. Emellerin dal budak salmıştı içinde. Hedeflerin vardı. Çalışıp çabalamak için enerjin vardı. Dünya sonsuz bir beşikti. Sallanıyordun. Uyuyordun mışıl mışıl. Dünyadan hiçbir kuşku duymuyordun. Sana istediklerini verecekti. En azından sen kopara kopara alacaktın ondan. 

Sonra, dünyanın karanlığı yuttu seni. 

Kalbinle dünya arasında sonsuz bir “yol” açıldı. 

Sevinmelisin.

Uyandın.

Hayatının “Lâ İlâhe” safhasına uyandın. 

Baksana nasıl da inliyor “Lâ İlâhe” diyerek ruhun. Uyanışın sancısıdır kalbinin altını üstüne getiren. Nasıl da idrak etmiş kalbin, bu dünyada hiçbir şeyin ilah olmadığını, olmazsa olmaz olmadığını, dünyevi emellerinin boşunalığını.

Hayatı düşünüyorsun, anlamsız geliyor. Hayatını düşünüyorsun, anlamsız geliyor. Kendine kızıyorsun, neden gönlüm her şeyden geçti diye. Hatta hissettiklerinin Yaratıcını üzdüğünü zannediyorsun belki de. Belki de imanını sorgulayıp bunu iman zayıflığına yoruyorsun. Niye böyle hissediyorum diye dövünüyorsun. Aklın hayatın anlamını derinden bilirken, kalbinin öyle hissedemeyişini şerre yoruyorsun. 

Diyorsun ki: “Her şeyin anlamsız gelmesi anlamsız geliyor.” 

Yanılıyorsun.

Sadece hayatının “Lâ ilâhe” safhasındasın. 

Hayatta en büyük hakikat “Lâ ilâhe illâllah” değil midir? Bu sonsuz hakikatli cümlenin iki safhası var baksana. Mutlak Varlık bizden yalnızca “illâllah” dememizi istemiyor. Kolay mı öyle “illâllah” diyebilmek. Bir bedeli olacak. “İllâllah” demenin yolu “Lâ ilâhe”den geçecek. “İlahımız yalnızca O’dur” demeden önce hiçbir şeyin ilah olmadığı gerçeğiyle yanıp tutuşacak kalbimiz. Kalbimiz her “Lâ” deyişinde dünyadan kopmanın, ondan soğumanın acısını yaşayacak. 

İşte, kalbin koca bir “Lâ” diyor yalnızca. “Lâ”, diye haykırıyor, “hayır” diyor. O’nsuz her şeyi reddediyor. “Hiçbir şey ama hiçbir şey, O’nun dışındaki hiçbir şey, O’nun adına yaşanmayan hiçbir şey, O’nun için yaşanmayan hiçbir şey ama hiçbir şey anlamlı değil, tat vermiyor, huzur bahşetmiyor, beni tatmin etmiyor,” diyor.

“Değmiyor,” diyor kalbin, “hiçbir şeye değmiyor O’nun için ve O’nun adına yaşanmadıktan sonra hayat.”

“Her şey koca bir hiç,” diyor. Kalbin, “hayır,” diyor. Reddediyor O’nun adına yaşanmayan hayatı.

Kalbin her şeyden soğuyarak, her şeye sırtını dönerek, her şeyin O’nsuz anlamsızlığıyla dolarak “beni” diyor, “beni illâllaha götür. Beni O’na taşı. O’nun sonsuz hakikatlerine taşı. Ben dünyadan soğudum. Çünkü hiçbir şeyin ilah olmadığını, olmazsa olmaz olmadığını, kalbin merakına, ilgisine değmediğini anladım.”

Aklın her şeyin anlamlı olduğunu bildiği halde, kalbine her şey anlamsız geliyorsa, bil ki bu çok anlamlı.

Bu, kalbin “Lâ ilâhe” deyişinden başka bir şey değildir.