Yoğun bakım üniteleri hastanelerdeki en gelişmiş cihazların ve ilaçların kullanıldığı bölümlerdir. Kestirmeden anlatacak olursak: İnsanların ilaçlarla ve makinalarla yaşatılmaya çalışıldığı yerlerdir. Mesela akciğerleri tam çalışmayan bir kişi, akciğerlerin işini kısmen yapabilen mekanik ventilatör cihazıyla yaşamını bir süre daha devam ettirebilir. Ya da kalp yetersizliği yaşayan bir insan, kalbe destek olan ilaçların kontrollü olarak verilmesiyle bir süre daha yaşayabilir. Tüm bunların yapıldığı yer yoğun bakım üniteleridir.
Fakat yoğun bakımın amacını yanlış anlamamak gerekir. Yoğun bakımlar, insanların ölümden önce bir süre tutulduğu yerler asla değildir. Bazı organları çeşitli nedenlerle tam çalışmayan hastalar, bu organları yeniden eski fonksiyonlarını kazanıncaya kadar, makinelere bağlı olarak ve ilaçlarla yaşatılmaya çalışılır. Yoğun bakımda genellikle hayatı tehdit altında olan, en ağır hastalar bulunduğundan ölüm oranları diğer servislere göre yüksektir. Fakat yoğun bakımdan fayda gören ve sağlam olarak çıkan birçok hasta mevcuttur. Mesela trafik kazaları gibi travma hastaları yoğun bakımdan fayda görürler.
Yoğun bakımlarda yatan hastaların çoğunun bilinci kapalıdır (yani başka insanlarla iletişim kuramaz, kendisinin ve etrafındakilerin farkında değildir). Bu aslında ölümden bir önceki aşamadır. Başka bir anlatımla buradaki insanlar yaşamla ölüm arasında bir yerlerdedirler. Ya da daha derin ve uyandırılamayan bir uyku gibi de tanımlanabilir.
Yoğun bakım aşamasında insanların neler yaşadığı tam olarak anlaşılamadı. Dışarıdan bakıldığında, nefes borusunda plastik bir boruyla, makinalara ve cihazlara bağlı ve ağrılı birçok işleme maruz kalan hastalar için rahatsız edici bir durum gibi gözükür. Öyle gözükse de yoğun bakımdaki hastaların çoğu bunu hatırlamaz. Yoğun bakımda bilinci açık olarak yatan, ağrı duyan hastalar da olabilir. Bu hastalara genellikle sakinleştirici ya da uyutucu ilaçlar verilir.
Beyin ölümü denilen durumda ise insan tıbben ölü olarak kabul edilir. Kalp, bazı destek ilaçlarıyla atmaya devam etse de beyne kan gitmemektedir. Bunu doğrulamak için birçok test ve tetkik yapılır ve farklı branşlarda uzmanlardan oluşan bir heyet tarafından onaylanır.
Zaten beyin ölümü gerçekleşen hastaların, bütün destek tedavisine rağmen kısa bir süre sonra kalp atışları da durmaktadır. Sanki o kısa süre, organ nakli için tanınmış bir zaman gibi düşünülebilir. Tıbben ölü kabul edilen ve hayata dönme ihtimali olmadığı düşünülen hastanın organları alınıp başka insanlara nakledilerek, onlar için yaşama açılan bir kapı olabilir.
Bedenimizin sorumluluğu ölümden sonra bizim kontrolümüzden çıkıyor. İnsanı yoktan var eden Allah, çürüyerek toprağa karışan bedeni yeniden bir araya getirmeye kâdirdir. Tüm bunlar, insan bedeninin kontrolünün elinde olmadığını, sadece emaneten geçici olarak verildiğini düşündürüyor. Yine de geride kalan insanların, ölü bedene saygı göstermeleri ve hayattayken kişinin bedeni için talep ettiği isteklerini yerine getirmeleri gerekir. Halen tartışılmaya devam edilse de çoğunluğun görüşüne göre organ bağışında dinen sakınca görülmemektedir. İslami biyoetik alanında çalışmalar yapan ilim adamlarına göre İslam dini biyomedikal gelişmeler karşısında gerekli cevapları verebilecek esnekliğe sahiptir.
Kaynaklar:
1. Albar M. Organ transplantation: A Sunni Islamic perspective. Saudi J Kidney Dis Transpl 2012
2. Aykas A. Intellectuality and attitudes of clergy about organ donation in Turkey: metasynthesis of observational studies. Transplant Proc. 2015