TR EN

Dil Seçin

Ara

Nefes Almak / Oksijenin Hücrelere Yolculuğu

Nefes Almak / Oksijenin Hücrelere Yolculuğu

Oksijen molekülü 2 oksijen atomundan oluşur. Soluduğumuz havada %21 oranında oksijen bulunur. Genellikle nefes alıp verdiğimizi unuturuz ya da hatırlamayız. Fakat nefes, oksijenin bedenimizdeki yolculuğunun başlangıcıdır. Ana soluma kasımız karnımızdaki diyaframdır.

Bu ince çarşaf gibi kas, normal insanda ritmik olarak dakikada 12-16 kez kasılır. Bu sayede akciğerler genişleyerek içeri hava girer. Nefes alıp verme sadece diyafram kasına bağlanmamıştır elbette. Göğüs kafesi etrafında da solunum kasları vardır ki, bunlara yardımcı solunum kasları diyoruz. 

Aldığımız nefeste akciğer, oksijeni içeri hemen buyur etmez. İçeri girmeden önce oksijenin temizlenip, nemlendirilip, ısıtılması gerekir. Bu görev ise buruna verilmiştir. Bu işlemlerin yapılabilmesi için burunda ''konka'' denilen özel boşluklar vardır. 

Oksijen burundan, ısıtılmış, temizlenmiş ve nemlendirilmiş olarak geçerek larenks denilen yapıya gelir. Sürekli ağzından soluyanlara da burada bir hatırlatma yapalım; böyle yaptığınızda üstteki işlemlerin hiçbiri sağlıklı yapılamaz. Aynı zamanda, oksijenin de içinde bulunduğu havanın taşıdığı koku moleküllerini de ıskalamış oluruz. 

Buradan sonra hava için yol ikiye ayrılmaktadır. Biri mideye giden yemek borusu, diğeri ise nefes borusu. Eğer hava mideye giderse şişirmekten başka işe yaramaz. Bu yol ayrımında hava nereye gideceğini nasıl buluyor derseniz; aslında onu çağıran, yani çeken akciğer olduğundan akciğere gidiyor. Akciğerde diyafram kasının kasılmasıyla oluşan negatif basınç onu aynı elektrikli süpürgenin havayı emmesi gibi içine çekiyor.

Yediğimiz yiyecekler de aynı yoldan geçeri. Peki yiyecekler neden yanlışlıkla nefes borumuza kaçmaz? Ki böyle bir şey olursa boğularak ölme riskimiz vardır. Aslında yuttuğumuz her lokmada bu riski göze alıyoruz demektir. Yutkunduğumuzda ''epiglottis'' denilen küçük kapakçık, nefes borusunu kapatarak yiyeceklerin oraya gitmesini engeller. Çok şükür ki Rabbimiz mükemmel bir beden vermiş ve böyle tehlikeli durum oluşturacak işleri bize bırakmamış. Düşünsenize her yutkunmadan önce akciğer yolunun kapağını kendimiz kapamak zorunda olsaydık...

Nefes alıp verme, günümüzde sun'i olarak mekanik solunum cihazlarıyla da yapılabiliyor. Yoğun bakım denilen, hastanelerdeki özelleşmiş bölümlerde, solunum yetmezliğine giren hastalar bu şekilde solutulmaktadır. Bunun için nefes borularına yerleştirilen özel tüpler kullanılır ve bu tüpler solunum cihazına bağlanır. Fakat bu cihazlar yukarıda anlatılanın tersi olan bir yöntem kullanırlar; yani akciğerlere hava ve oksijen pompalarlar ve böylece akciğerlerin basıncını artırırlar. Bu durumda narin akciğerin yırtılıp patlama riski de vardır aslında. 

Nefes borusuna gelen oksijenin yolu tekrar ikiye ayrılır: sağ ve sol. Sağ akciğerimiz genellikle soldan daha büyüktür, çünkü sol tarafta devamlı hareket halinde olan ve yer kaplayan çok önemli bir organımız var: akciğere ve bedenimize kan pompalayan kalbimiz...

Soluduğumuz hava akciğerlerimize alındıktan sonra bronşiyol denilen hava yollarından geçmeye başlar. Buradan geçerken hiçbir yere takılmamalıdır. Çünkü kandaki alyuvarlarla buluşacağı alveol denilen keselere varması gerekir. Fakat bir astım hastasında hava ilerlemek için çok zorlanacak demektir. Astım hastalarında akciğerdeki hava yolları daralmıştır. Ayrıca bu hava yollarındaki nemlendirici sıvı olan ''mukus'' sıvısının dengesi bozulmuş, miktarı artmış ve normalde olması gerekenden daha koyulaşmıştır. Bir de hava yollarında ''silia'' denilen hareketli temizleyici fırçalar mevcuttur. Bu fırçalar da görevini tam yapamamakta, koyulaşmış olan mukusu öksürük mekanizmasını da kullanarak dışarı atamamaktadır. 

Oksijen molekülleri en sonunda, kandaki alyuvarlarla buluşacağı yer olan alveol keselerine gelirler. Buraya gelene kadar yol yaklaşık 18 kez dallanır ve daralır. 200 mikrometre büyüklüğündeki alveol kesesine kadar gelir. Bu milimetrenin milyonda biri ya da milimetrenin binde biri kadardır. Yani saç telinden biraz daha ince... Oksijen molekülleri buraya sığmakta hiç zorlanmaz zira kendisi de zaten çok daha küçüktür. Yolculuğunun ilerleyen döneminde hücre içindeki organeller gibi daha dar yerlere de girecektir. 

Alveol kesesinin içi normalde hava ile doludur. Eğer kesenin içi iltihap sıvısı, çeşitli iltihap hücreleri ve kimyasal iltihap medyatörleriyle dolu ve bazı keseler ise içine girilemeyecek kadar bozulmuşsa, oksijen molekülü bir ARDS hastasına denk gelmiş demektir. Bu durumda alveolden kana geçmesi neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Zaten bu hastalar da solunum cihazına bağlanmadan yaşamlarını sürdüremezler.

Sağlıklı bir insanda ise oksijenin karşısına, kana geçmek için alveolde iki büyük güvenlik engeli daha çıkar. Bunlardan biri alveol keselerini döşeyen ''pnömosit'' hücreleri, diğeri ise kan damarlarının duvarını oluşturan ''endotel'' hücreleri. Oksijen bu iki engeli de aşarsa, kana geçip kandaki alyuvar hücrelerinde ''hemoglobin'' molekülüne bağlanacak ve bedenimizdeki yoluna hemoglobinin sırtında devam edecektir.