TR EN

Dil Seçin

Ara

Ateist Bilim De Nereden Çıktı?

Ateist Bilim De Nereden Çıktı?

Çok eski zamanlarda din adamları ile bilim adamları aynı kişilerdi. İçinde yaşadıkları topluma göre bunlar şaman, kâhin, bilge gibi isimler alırlardı. Bunlar hem din hem de bilimde otoriteydi.

Peki ateist bilim nereden çıktı?..

Bunun kökeni Hristiyanlığın yaygınlaşmasına dek uzanır. Bir süreçte, bilim adamları da kiliseden yetişmişti. Ancak kilisenin kuralları katıydı; ve bilim, kiliseye uymalıydı.

Ama uymuyordu… Bilimin bilim olabilmesi için o zamanki kilisenin prangalarından kurtulması gerekiyordu.

Öte yandan kilisenin de hâkimiyetini sürdürebilmesi için, aykırı düşünen bilim adamlarından kurtulması lâzımdı. Ve kilise bunları yargıladı. Kimini aforoz etti, kimini cadı diye avladı ve yaktı, kimini de giyotine gönderdi.

Kalanlarsa ya bilim yapmaktan vazgeçti ya da kiliseyle zıtlaşmaktan… Bunu yapmayıp da bir şekilde sağ kalmayı başaranlar da kiliseye düşman oldular. Kiliseye düşman olmalarından dolayı dine de düşman oldular. Bunun tabii bir sonucu olarak da Allah’a (cc) düşman oldular. Yani, kilisenin baskıcı ve zorba tutumu inanca zarar verdi; insanları inkâra sevketti, ateizmi doğurdu.

Bu süreç Hıristiyan dünyasında din ile bilimin birbirine karşı, birbirini yalanlayan iki olgu şeklinde algılanmasına da yol açtı.

Oysa aynı dönemde; Kur’an-ı Kerîm’de sıkça geçen düşünmeye teşvik edici ifadeler ve Allah’ın elçisinin (asm) “Müslümanın yitik malı” olarak tanımlamasının neticesi olarak bilim, İslâm dünyasında alabildiğine serbestçe ilerliyordu. O zaman Hıristiyan dünyasının hayaline bile gelemeyecek icatlar, keşifler peş peşe geliyordu. Ayrıca din-bilim çatışması diye bir şey kimsenin aklından geçmiyordu.

İslâm âleminin bu birikimi Rönesansın temelini attı. Daha sonra Avrupalılar tarafından sahiplenilen Müslümanlara ait keşif ve icatlar maalesef Avrupalı bilim adamlarınca kendi adlarına tescil edildi. Sonrasında da onlar bu konuda daha çok çalışıp ileri gittiler. Ama içlerindeki “Din ve bilim iki düşmandır” düşüncesi hiç kaybolmadı. Öyle ki; gerçek bilim adamının ateist olması gerektiği iddia edilmekteydi.

Biz de daha önceleri kaybettiğimiz bilimi Batı’dan aldığımız için, bu düşünce bizde de yerleşti. Sonrasında devlet politikası yaptık. Bu politika ile bilimde bir ilerleme kaydedemedik ama bazıları dinin bilime düşman olduğunu ve karanlığa götürdüğünü, başımıza ne musibet geldiyse dindarlığımızdan geldiğini(!) iddia edip durdular. Bu ortamda bilimin önemini öğrenemedik.

Bazıları, din düşmanı olsalar da gerçek bilime dost olamadılar.

Dine dost olan bazıları da bilime düşman oldular. Çünkü bilimi temsil edenler hep dine cephe almışlardı.

Ama farklı olanlar da vardı.

Bu süreçte bir din âlimi diyordu ki:

“Van gölü kenarında bir üniversite kuralım. Bu üniversitede din ilimleri ile fen ilimleri birlikte okutulsun…”

Bunu söyleyen âlim daha sonra telif ettiği Risale-i Nur isimli külliyatında da bilim adamının dine nasıl bakması gerektiğini, din adamının da bilime nasıl bakması gerektiğini ve aralarındaki bu yapay savaşı bitirme yolunu gösteriyordu ve özetle şöyle diyordu: Vicdanın ziyası(*) din ilimleri, aklın nuru(*) fen ilimleridir. İkisinin birleşmesi ile hakikat ortaya çıkar. Bu iki yön iki kanat gibi, öğrenciyi uçurur. Ayrılırlarsa birincisinde taassup, ikincisinde hile ve şüphe ortaya çıkar…

Tüm kitaplarında da gerçek bilimin değerini öğretiyordu. Bize bilimlere nasıl bakmamız gerektiğini, bilim adamına da dine nasıl bakması gerektiğini anlatıyordu.

Ancak Bediüzzaman Hazretlerinin asıl öğrettiği şey şudur:

Var olan bir şeyi incelediğinizde; bir takım dengeler, ölçüler ve hesaplar ile karşılaşıyorsunuz ve bu konuda kitaplar yazıyorsunuz. Buna da bilim diyorsunuz.

Eğer o incelediğiniz şeyde bir hesap, bir kanun var olduğunu görüyorsanız, orada kalmayın. Sizin bulmak için ömrünüzü verdiğiniz o ölçü ve hesapları oraya ölçülü ve hesaplı olarak yerleştireni de düşünün, bulun.

Sizin keşfettiğiniz bilgiyi oraya koymak için gereken ilmi de düşünün.

Ve o ilmin sahibi Alîm olan Allah’ı da tanıyın.

Böylece o bilgileri, en üstün amaçlarına uygun olarak kullanmış olun.

Allah (cc.) bilgimizi doğru kullanmayı nasip etsin. Âmin.

(*) Metin güncelleştirilirken Ziya ve Nur kelimeleri, aralarındaki farka dikkat çekmek maksadıyla ‘ışık’ olarak kullanılmamıştır. ‘Ziya’ bir kaynaktan gelen ışığı, ‘nur’ yansıyarak gelen ışığı tarif eder. Yani güneşten gelen ışığa ziya, aydan gelen ışığa nur denir. Meraklısına…