TR EN

Dil Seçin

Ara

Kendini Seven İnsan Gıybetle Savaşmalı

Kendini Seven İnsan Gıybetle Savaşmalı

Gıybetle ilgili bazı sorular ve cevapları...

Bu yazımızda şu sorulara cevap arayacağız: Yanında gıybet yapılan nasıl davranmalıdır? Hangi zaaflarımız bizi bu salgın vebanın tuzağına düşürüyor? Hangi şartlarda söylenenler gıybet değildir? Gıybetin din ve hizmet adına meşrulaştırılması nasıl bir tehlikedir?

 

GIYBET DİNLEYEN NE YAPMALI?

Engel olmazsak, bizimle konuşurken gıybet yapanla suç ortağıyız. Çünkü gıybetin devam edebilmesi, bizim en azından dinliyor görüntüsü verebilmemize bağlıdır. Başkalarının gıybetine bilinçli kulak misafiri olan da gıybetin suç ortağıdır.

İlk yapmamız gereken, “Kim ki yanında Müslüman kardeşinin gıybeti yapıldığı halde, gücü yeterken ona yardım etmezse, Allah onu dünya ve ahirette zelil kılar.”1 hadis-i şerifini hatırlamak olmalıdır. Bu söz sadece bizimle konuşanın yaptığı gıybeti değil; çevremizde, radyoda veya televizyonda yapılırken dinlediğimiz gıybetleri de kapsamaktadır. O anda kendimizi gıybeti yapılan kişinin yerine koymalı, gıyabımızda bizden bu şekilde söz edildiğinde rahatsız olup olmayacağımızı sormalıyız. Onuru zedelenen kişinin üzülmesi gerekiyorsa üzülmeli, hakkını savunması gerekiyorsa savunmalıyız.

Hatta kendi hakkımızı feda edebiliriz, ama başkasının hakkını korumak kardeşlik, insanlık ve vicdan borcumuzdur.

Önce kalbimizde derin bir rahatsızlık oluşmalı, gıybeti dinlemeye tahammül edemez hâle gelmeliyiz. Gıybeti yapılan kişi, kişisel dostumuzsa, mutlaka sözel olarak müdahale etmeli, onurunu savunmalı2 ve gıybeti suçlamalıyız. Susturmanın bize zararı büyük olacaksa, ‘rahatsızlığımızı hissettirmek şartıyla’ oradan hemen uzaklaşmalıyız. Gıybet, radyo veya televizyonda yapılıyorsa, hemen kapatmalıyız. Bunları yapamıyorsak, dinlememeye çalışmalıyız. Dahası, gıybeti dinlediğimiz için Allah’tan af dilemeli,3 gıybeti yapılan kişiye dua etmeli ve duyduklarımızın etkisinde kalarak suizan etmemeye özen göstermeliyiz. Dahası, uyarıp düzeltemediğimiz gıybetçiden, elimizden geldiğince uzaklaşmalıyız.

 

GIYBET EDEN NE YAPMALI?

Yaşayan veya ölen bir insanın veya insanlar topluluğunun gıyaplarında onları üzecek doğruları söylemiş olabiliriz. Eğer yaşıyor(lar)sa, helalleşmemin bir yolunu aramalıyız. Biliyoruz ki, şehit bile olsak, kul hakkını ödemek zorundayız. Eğer vefat edenin gıybeti yapılmışsa, helallik dilemek ne yazık ki mümkün değil. O zaman onun için ömür boyu dua etmekten, onun adına iyilik yapmaktan başka çare kalmaz.

Zalimleri aşağılamak dışında, tarihteki insanları eleştirirken, haksızlık yapmamaya dikkat etmeli; herkesin hakkının ve onurunun Allah tarafından sonsuza dek korunacağını unutmamalıyız.

Bugünden başlayıp, bilmeden gıybetlerini yapabileceğimiz ihtimaliyle, tüm tanıdığımız insanlarla ilk karşılaşmamızda mutlaka helalleşmeli, hatta helalleşmeyi periyodik bir alışkanlık hâline getirmeliyiz. Aksi halde burada birkaç günde tamamlayabileceğimiz helalleşme faslını ihmal etmemiz, haşir meydanında binlerce yıl beklememize mal olabilir.

Gıybetini yaptığımız kişilere ismen dua etmeli, onların affı ve tüm hayatlarının rahmetle ve ihsanla kuşatılması için, ısrarlı ve vazgeçmeden gizli dualarda bulunmalıyız. Tüm bunları yaparken—bilhassa vefat edenlerin ve toplulukların—bir daha gıybetlerini yapmamak için de ilâhî yardım dileğimizi ihmal etmemeliyiz. Çünkü, bu tür gıybetlerde helalleşmek pratik olarak neredeyse imkânsız gibidir.

 

GIYBET EDİLEN NE YAPMALI?

Hakkımızda yapılan gıybetler bir şekilde bize ulaşır. Ya başkaları bize aktarır, ya söz dolaştırılırken kulak misafiri oluruz, ya da kalbimizde gıybetimizi yapana karşı bir soğukluk ve sevgisizlik ilhamı alarak ondan uzaklaşma eğilimine gireriz. Toplumsal bölünmelerin ve kitleler arasında bağlılığın azalmasının ardında, kitlesel gıybetlerin ne denli etkili olduğunu hatırlamalıyız.

Şayet ‘size’ gıybet yapana küfür, hakaret ve aşağılama savurarak kendinizi savunursanız, o gıybetlerinin bedelini büyük ölçüde dünyada almış olursunuz. Ancak, bunun yerine şahsınızı savunmaya girmeyip, gıybetle mücadele eder de gıybetçinin bu hasletten kurtulmasına uğraşırsanız, büyük mükâfatları hak edersiniz. Hasan-ı Basrî, kendisine gıybet edene bir tabak taze hurma göndermiş ve “Duydum ki sen ibadetini bana hediye göndermişsin. Ben de buna bir karşılık vermek istedim. Kusura bakma, tam karşılığını veremedim.”4 diye de bir not eklemiştir.

Gıybetinizi yapanlarla savaşmadığınızda, karşılarına ilâhî adalet çıkıyor ki, tevbe etmeyenleri kuşatan ilâhî ceza kimsenin intikamına benzemez. Hatalarını düzeltmedikleri sürece, ayıpladıkları şey başlarına gelinceye ve üstelik ebedî hayatta bedelini ödeyinceye kadar kurtulamazlar. Ancak kul kişisel hakkını affedip, muhatabı için hidayet dilerse, elde edeceği mükâfat, aksini yaptığında kazanacağından çok daha değerli olacaktır.

İnsan, kendine yapılan gıybete ne oranda affedici olması gerekiyorsa, başkasına yapılan gıybete o oranda acımasız ve zemmedici olmalıdır. Ayrıca, eğer bir insanın ismi ve eserleri bir topluluğa mal olmuşsa, o insana veya eserine yapılan gıybet, aynı zamanda taraftarlarına yapılmıştır. Örneğin peygamberlerin gıybetini yapan, inananlarının da gıybetlerini yapmış olur. Bir babayı haksız yere aşağılayan, çocuğunu da aşağılamış sayılır. Bu durumda, bize yapılan gıybetin yakın dostlarımıza düşen hissesini affedemeyiz. Kader başkasına ait hisselerin bedelini tahsil edecektir.

 

 

Dipnotlar:

1. Camiu’s-Sağîr, hadis no: 8489.

2. Dostumuzu savunmak için “Hayır, bu söylediğiniz doğru değil.” dememiz yetmiyor. “Sözleriniz gıybettir, haramdır, yasaktır, arkadaşımızın şerefine zarar veriyorsunuz. Onun şerefi bizim şerefimiz kadar azizdir.” diyebilmeliyiz.

3. Çünkü gıybet aynı zamanda Allah’ın sanat eserini aşağılamak anlamına da gelir. Dahası, insanların onurlarını kolaylıkla rencide edenlerin Allah’ın izzetinde hassas olamayacağı da açıktır. Kendisi için uydurulan bir fıkrada Nasreddin Hoca, gölgesinde uzandığı ağacın dallarındaki elmalara bakmış; neden kabak kadar büyük yaratılmadıklarını düşünmüş. Sonra başına bir elma düşünce, elmaların kabak kadar büyük olması ihtimalinden ürkerek; “Allah’ım, senin işine karışılmaz.” demiş. Ardından kahkahalar. Böyle fıkraları dinlediğinizde, ilâhî izzetin hafife alınışı karşısında, hassas ruhunuzdan hançer yemiş gibi hissedersiniz. “Allah’ın çölü” diyen, çölle birlikte Allah’ı küçümsediğinin farkında mı? İnsanların onurunun önemini kavramayan, buradaki inceliklerin ne yazık ki farkında olamıyor.

4. İmam Gazalî, Kimya-yı Saadet, Merve Yayınları, s. 393.