TR EN

Dil Seçin

Ara

Zamana And Olsun

Zamana And Olsun

Doğduğu andan itibaren, her insan sermayeden tüketmeye başlar. Her geçen saniye, onun için bir kayıptır.

“Zamana and olsun ki, insan zarardadır. Ancak inanıp yararlı işler işleyenler; hakkı ve sabrı öğütleyenler müstesna.” (Asr (Zaman), 103)

“Zamana and olsun ki, insan mutlaka zarardadır. Hüküm çok genel. İnsan, ne halde olursa olsun zarardadır.  Kazanıyor gibi görünse bile, aslında kaybedip durmaktadır.  İnsanı zarara sokan, zamanla olan ilişkisidir.  Sure, bu nedenle olsa gerek, “zamana yeminle” başlamaktadır ve surenin adı da “Zaman”dır. 

Doğduğu andan itibaren, her insan sermayeden tüketmeye başlar. Her geçen saniye, onun için bir kayıptır. Zaman, kaybettiğimiz en değerli varlıktır; ve hepimiz, sürekli, onu yitiriyoruz. Onunla ne satın alsak, yine zarardayız; çünkü satın aldıklarımızın  hiçbiri, zamanı bize geri vermez. Kim olsa, ne zamanda, nerede ve ne halde olursa olsun her insan, en değerli olanı, daha az değerli olanla değiştirip durmaktadır. Yani, zarardadır.

Peki zarardan kurtulup, kâra geçmek için bir çare yok mudur? Her insan için hayati önemi haiz bir arayıştır bu. Yok oluştan; her saniye hiçliğe doğru adım atmaktan; sahip olduğumuz her şeyi yitireceğimiz gerçeğinden; sevdiklerimizden ayrılma hüznünden; bedenimizden, hayatımızdan, gençliğimizden, sağlığımızdan ve bütün sahip olduklarımızdan kopma kaygımızdan kurtulmanın çaresi, surenin son ayetinde gösterilmektedir: “Ancak inanıp, yararlı işler işleyenler, bu zarardan müstesnadır.” Böyle bir çareye kayıtsız kalamayız. Her insan, doğası gereği sonsuzluğu arar. Hiç birimiz geçici zevklerle; bizi terk eden dostlarla; biten aşklarla; tükenen ömrümüzle; sonlanan hayallerle; elimizden uçup giden gençliğimizle; arızalanan sağlığımızla; pörsüyen vücudumuzla; elimizden alınan makam ve mevkilerimizle; zeval bulan şöhretimizle; yıkılan mamurelerle, eskiyen eşyalarla; solan renklerle mutlu olamayız. “İnsan, gönlünü uful eden, kaybolup giden, sönen, batan şeylere bağlamamalıdır. Gönüller ancak, kalıcı, ‘baki’ olanın peşine düşerek, O’nun ismini anarak mutmain olur.

Çare: “inanıp, yararlı işler işlemektir.” Buna göre sadece inanmak yetmiyor. Kendine, topluma, canlılara, doğaya faydalı işler yaparak yaşamak, zamanını bu tür işlerle doldurmak öğütleniyor. Kendine, topluma, doğaya zarar veren veya kimseye bir “faydası olmayan işlerden ve boş sözlerden uzak durmak” gerekiyor. Yani, zamanı daha değerli bir şeyle değişmek öneriliyor. Geçici olanı verip, kalıcı olanı almak. Kalıcı olanın peşine düşmek. “Yediğimizin değil, verdiğimizin bize kaldığının” farkındalığıyla yaşamak. Mutluluğun, başkalarını mutlu etmekten geçtiğini bilerek, bununla amel etmek. Ve bütün bunları “inanarak” yapmak. İnsanlara faydalı işler yaparken, “insanlardan bir ücret beklememek.” Yani, sadece inancının gereği olarak yapmak. Buna dini literatürde “ihlas” denmektedir.

Sureye göre, sadece doğru bildiğini kendi nefsinde uygulamak da yetmemekte; insanlara, çevresine, sözünü dinleyenlere doğruyu, “hakkı öğütlemek” de gerekmektedir. Kurtuluş, bencil olmamak, elindeki hayat iksirini başkalarıyla paylaşmakla mümkündür. Doğrunun, güzelin, hakikatin ortaya çıkması, herkesçe paylaşılması, her insanın zarardan kurtulması için çaba sarf etmek tavsiye edilmektedir.

Ancak bunları yapmak, çok da kolay değildir. Yolda çok çeldiriciler, engeller, zahmetler, eziyetler, zulümler önümüzü kesmeye ve bizi bu hayırlı işten vazgeçirmeye, yıldırmaya çalışacaktır. Bunlara karşı ise, sabırlı olmak ve “sabrı öğütlemek” gerekmektedir. 

Geleneklerimizde bir araya gelip sohbet eden insanların, Zaman Suresini okumadan dağılmamalarının sebebi, bu kısa surenin, her insan için vazgeçilmez olan önemli içeriği olsa gerek... Bu insanların torunları olan bizlere gelince, her nefesimizin ardından yapamasak da, hiç olmazsa koca yılın ardından, kaybımızın farkına varmamız gerekmez mi?