TR EN

Dil Seçin

Ara

Firkât Çiçekleri...

Ey Dîl!.. Geçelim elemden, yastan; Bahset bize Ahsen-ül Kasas’tan!.. Söz kervanı, Mülk-i Cân’a varsın, Yollar, Yûsuf-u Kenân’a varsın!..

 

Ey Dîl!.. Geçelim elemden, yastan;

Bahset bize Ahsen-ül Kasas’tan!..

 

Söz kervanı, Mülk-i Cân’a varsın,

Yollar, Yûsuf-u Kenân’a varsın!..

 

Heyhât!.. Bu yol, cefâ ve zahmet!..

Sabreyle, “zor”un sonu selâmet...

 

“Hicran” dikeninde açtı hep gül,

Can verdi “visâl” yolunda bülbül!..

 

Dağlar, mekân oldu Evliyâ’ya;

Çöller, vatan oldu Enbiya’ya!..

 

Çöller ki, düğüm düğüm gariplik

Hasret dokunmakta iplik iplik!..

 

Çöller... “Ebed” müjdesinde çöller...

“Ulvî Hüzün” bestesinde çöller...

***

Üç bin sene önce... yer, Filistin!..

Bir vâha... bir köy... nüfus, birkaç bin...

 

Yâkup Nebî’nin diyârındayız,

Geldik!.. Yûsuf’un civârındayız!..

 

Yûsuf, rüya gördü, gerçeğe eş:

Secde ediyor O’na Ay, Güneş,

 

Ve “on bir” yıldız... Sordu: “-Ey Babam,

“Hayrolsun... acep nedir bu rüyâ’m?..”

 

Nebî dedi: “-Ey Oğul!.. İşin zor,

Bahtında Resullük görünüyor!..”

 

“-Güneş, Benim... Ay’sa Annen elbet,

Yıldızlar, kardeşlerin!.. Dikkat et!..”

 

“-Kıskançlık ederler; açma sırrı!..

Kînin, hasedin olmaz karârı!..”

 

-Rabbim Seni pek Güzel yaratmış,

Sûretine Hüsn-i Sîret katmış!..”

 

“-Ammâ, güzelin belâsı çoktur!..

Nefs Âfeti’nin devâsı yoktur!..”...

 

“Yerin kulağı vardır” deriz ya,

Çok geçmedi, tez duyuldu Rüyâ!..

 

Bünyamin - Yûsuf, “ana bir” kardeş;

Diğer on kardeşi sardı “âteş”!..

 

Rabbe sığın hâsid’in şerrinden,

Bozguncu’nun, fâsid’in şerrinden!..

 

Bin yemin, bin söz; izin aldılar,

Yûsuf’u kapıp, çöl’e daldılar!..

 

Atıp Yûsuf’u derin kuyuya!..

Döndüler feryâd-figan güyâ:

 

“-Kurtlar yedi Yûsufçuğu eyvâh!..

Şu kanlı gömleği kaldı... vâh, vâh!..”

 

“-Oyuna daldık, bir anlık gaflet...

Ey Şanlı Babamız!.. bizi affet!..”...

 

Âfâkı tuttu nâle-i Yâkup,

Siyâh oldu gam-hâne-i Yâkup!..

***

Kuyu önünde durdu bir kervân,

Kova, çok ağır?.. “-Müjde!.. bir civân!..”

 

Yûsuf bir mal’dı nazarlarında,

Sattılar Mısır pazarlarında!..

 

Köle borsasında üç pul etti,

Yâkub’un Ciğerpâresi, gitti!..

***

Yûsuf şimdi bir büyük konakta,

Farklı bir âleme alışmakta...

 

“Mısır Azîzi”, yeni sâhibi

Yûsuf’a düşkün, bir baba gibi...

 

Eşine dedi: “-Bu genç, çok zeki,

O’nu evlât ediniriz belki!..”...

 

Eşi Züleyhâ’nın derdi başka:

Yûsuf’u gördü, kapıldı aşka!..

 

Öyle Güzel ki, ilk bakış yetti,

Tükendi irâde, tâkat bitti!..

 

Artık, “Kalp”, “Nefs”in tuzağındaydı,

Ama “Aşk” “Hüsn”ün uzağındaydı!..

 

Dâvet... kaçış... öfke, kîn... iftirâ!..

Bir Mûcize’yle “İlâhî İbrâ”!..

 

Şer dükkânını kapar mı Şeytân!..

Mâsum da olsa, zayıfa: Zindân!..

 

Evet; zindanda Yûsuf Peygamber,

Telkin ve tebliğ... gâipten haber!..

 

Yusûf girince, zindan Nûr doldu,

“Medrese-i Yûsufiye” oldu!..

 

Tâbir ettiği rüyâ, çıkıyor...

Kader, bir vâdî... yıllar akıyor...

***

Bir rüyâ gördü Mısır Kralı:

Yedi semiz inek; bakımlı, yağlı...

 

Ve yedi cılız, kupkuru inek,

Semizleri yutuyordu tek tek!..

 

Râhiplere, kâhinlere sordu,

Hepsi, söz birlik, “kâbus”a yordu:

 

“-Bunlar karışık, marazî düşler,

Hekîme, tabîbe uygun işler!..”...

 

Biri, Yûsuf’u tavsiye etti,

Çoktan zindanı aşmış şöhreti...

 

Sordurdu... dedi Yûsuf Peygamber:

“-Yedi yıl bolluk var; çok eksinler!..”

 

“-Sonra yedi yıl, kıtlık kuraklık

Hemen tarlaya!.. vakit yok artık!..”...

 

Kral çok sevindi: “-Yûsuf gelsin!..

Vezîrim oldu, işe yönelsin!..”...

 

Kurtuldu zindandan, çile doldu,

Köleydi, Mısır’a “Azîz” oldu!..

 

Eski sâhibi vefât etmişti,

Züleyhâ ise, çökmüş bitmişti!..

 

“Âh Yûsuf, Yûsuf!..” diye kavruldu,

Servet, güzellik... yele savruldu!..

 

Mecnûn gibi derken Leylâ, Leylâ,

Züleyhâ’yı sardı Aşk-ı Mevlâ!..

 

Nefs’in basamaklarını aştı,

Belki tâ “râziye”ye ulaştı!..

***

Kenân Diyârı!.. Çöl... özlem, firkât...

Yâkup!.. Ufuklar gam dolu, kat kat...

 

Göz görmez, el ermez... âh-ü zâr’da

“-Yûsuf’un kokusu var rüzgârda!..”...

 

Nebîlik sırıyla, gayb’ı bildi!..

Şükür içinde, yaşını sildi!..

 

Kıtlık başlamış... açlık, felâket!..

Duydular: Mısır, bolluk-bereket!..

 

Yûsuf’un ambarları lebâlep!..

Her kavim Mısır’da!.. büyük talep...

 

Rızık, boyu aşkın; boş dönen yok,

Analar tasasız: yavrular tok!..

 

Evet... Resûller, beşere rahmet!..

Hem kıtlık bitmişti, hem de hasret:

 

Buğday işi oldu bir vesîle,

Buluştu Yûsuf, kardeşleriyle!..

 

Kardeşler mahcup: özür, ihtiram...

Nebî’ye yaraşan: af ve ikrâm!..

 

“-Artık, Kenân’dan hicret vaktidir!..

Mısır, yeni vatan!.. böyle Takdîr!..”...

 

Sarmaş-dolaş Yûsuf ile Yâkup!..

“Gönül” ile “Rûh”... habîp’le mahbûp!..

***

Neyler, ne eder acep Züleyhâ?

“Arındı”, devâ’ya döndü Sevdâ:

 

Gençleşti birden; erdi İnâyet!..

Kavuştu Yûsufuna nihâyet!..

 

“Nefs” aştı, “Dünyâ” denen ummânı,

“Diyâr-ı Kalb”e varma zamânı!..

***

Olmazdı kalem, bu nazm’a tâlip,

Ümmîd edilmese feyz-i Gâlip!..

 

Nûr serpti gönlümüze Nurbaki!..

Rahmet et cümlesine Yâ Bâkî!..

 

Rabbim! Bizi “fitne”den emîn et,

Yûsuflarımız Sana emânet!..

 

Kaldır aradan nizâ’yı, kîni;

Dinsin nice Yâkub’un enîni!..

 

Gönüllerimiz Aşkıyla dolsun,

“Sevgili”ne Salât, Selâm olsun!..