TR EN

Dil Seçin

Ara

Anne-Babanın İnsan Kişiliği Üzerindeki Etkileri / Bana Babanı Anlat

Anne-Babanın İnsan Kişiliği Üzerindeki Etkileri / Bana Babanı Anlat

Önce “Altıncı His” filminden bir sahne: Ölmüş insanların ruhlarını gören bir çocuk vardır. Onların, hayattaki yakınlarına vermek istedikleri mesajları iletmekte aracı olmaktadır. Bir gün annesiyle konuşurken, epey önce ölmüş olan büyükannesinden bahseder:

 

Önce “Altıncı His” filminden bir sahne: Ölmüş insanların ruhlarını gören bir çocuk vardır. Onların, hayattaki yakınlarına vermek istedikleri mesajları iletmekte aracı olmaktadır. Bir gün annesiyle konuşurken, epey önce ölmüş olan büyükannesinden bahseder:

 

“Büyükannemi gördüm. Sana bazı şeyler söylememi istedi. Neyi kast etti, ben bilmiyorum ama, senin gösterini izlemiş o gün. Unutmamış yani. Arka sıralardan seyretmiş seni. Ama sen onun gelmediğini sanmışsın. O aralar küs olduğunuz için de, sana bir türlü bunu söyleyememiş. Çok güzel bir gösteri olduğunu, bir melek gibi göründüğünü söyledi. Bir de, öldükten sonra ona mezarının başında bir soru sormuşsun. Cevabı ‘daima’ imiş. Ne sormuştun ona anne?”

 

Anne gözyaşları içinde cevap verir: “Benimle gurur duyup duymadığını.”

 

Hayli etkilemişti bu sahne beni. Anlattığım hastalarımın da çoğunun gözlerinin yaşardığını gördüm. Ne kadar başarılı ve güçlü görünse bile, bir insan için, anne-babasının ona bakış açısının çok önemli olduğunu anlatıyordu.

 

Bir düşünün, sizin varlık sebebiniz olan, sizi dünyaya getiren ve yıllarca emek verip büyüten o insanların, sizin hakkınızda ne hissettikleri önemsiz olabilir mi?

 

Hep sorarım bu soruyu: Anne-babanız sizinle gurur duysa, ama yüzlerce kişi sizden nefret etse mi daha iyidir; yoksa anne-babanız sizden utandıklarını söylese, ama yüzlerce kişi size hayran olsa mı daha iyidir? Henüz ikinci şıkkı tercih edeni görmedim.

 

Özellikle de karşı cinsten olan ebeveynin kendisine bakış açısı, bir insanın özgüvenini belirlemede anahtar bir rol oynar. Zaten tüm kişilik yapısı üzerinde, anne-baba, merkezî rol oynar. Şöyle ki:

 

Bir kere, biz genetik yapımızı onlardan alırız. Genler de çoğu kişilik özelliklerinin temel belirleyicisidir.

 

Ayrıca kişiliğin büyük kısmının şekillendiği çocukluk yıllarımız, onların dizinin dibinde geçer. İnsan zekası gibi, kişiliğinin de yüzde seksen kadarı, ilk sekiz yaşta şekillenir zaten. Yani okul öncesinde, genellikle evde, anne-babanın yanında. İşte o yıllarda öğrenilen düşünce ve davranış kalıpları, hayat boyu etkisini sürdürür.

 

Mesela çocuğun her yaptığına müdahale eden ve sürekli eleştiren bir ebeveyn, kendine güvensiz bir kişiliğin temellerini atmış olur.

 

Veya evladını sokağa bırakmayan ve “yavrum, zaman kötü” diyen bir ailede yetişen çocuk, tabii ki güvensiz, şüpheci ve içe kapanık birisi olacaktır.

 

O meşhur sözden alıntı yapalım: “Bir çocuk sürekli eleştirilmiş ise, eleştirmeyi öğrenir. Kin ortamında büyümüş ise, kavgayı öğrenir. Alay edilip aşağılanmışsa, kendini sürekli suçlamayı öğrenir. Desteklenip yüreklendirilmişse, güvenmeyi öğrenir. Hakkına saygı duyularak yetiştirilmişse, adaletli olmayı öğrenir. Ailede dostluk ve sevgi görmüşse, mutlu olmayı öğrenir.”

 

İşin bu yönü aslında açık. Ama çoğu insan, kişiliğini sanki sadece kendisi geliştirmiş veya rastgele bir kişilik sahibi olmuş zannettiği için uzattım.

 

Şimdi çocuklar için çok önemli bir püf noktası. (Yani hepimiz için. Zira hepimiz birilerinin çocuğuyuz.)

 

Eğer bir çocuk, anne veya babasının bir huyunu beğenmiyor, ama bu özelliğin sebebini anlamıyor ve sadece “Büyüdüğümde onun gibi olmayacağım” diyorsa, (sıkı durun) büyüdüğünde büyük olasılıkla aynen onun gibi olur.

 

Neden mi? Bir kere, biz o özelliğin genetik yönünü zaten almışızdır. O sevmediğimiz huya dair potansiyel, içimizde vardır.

 

Ayrıca çocuklukta yaşanılan ortam, kişilikte derin izler bırakır. “Kıratın yanında duran, ya huyundan, ya suyundan kapar.”

 

Ve az daha derinleşirsek: Diyelim ki babanız, insanlara güvenmiyor. O yüzden de gergin ve çabuk öfkeleniyor. Temel sorun olan insanlara güvensizlik, o evin havasına siner. Çocuk da fark etmeden o bakış açısını alır. Bu durumda, bu temelin doğal sonucu olan sinirlilik de, zamanla mutlaka açığa çıkar. Temeldeki çevreye güvensizlik çözülmeden, sadece “Büyüyünce onun gibi olmayacağım” demekle sorun halledilemez.

 

Benzerini çok yaşadığım bir diyalog:

-Evet Tufan, neden geldin bana?

-Zorla getirdiler. Çok sinirliymişim güya. Oysa asıl sinirli olan babam.

-Bana babanı anlatsana.

-Bencil, kıskanç ve kavgacıdır. Onun huylarına sinir oluyorum.

-Babam sinirli diyorsun ama, sen de gergin görünüyorsun sanki. Babana benzediğini söyleyen oldu mu hiç?

-Annem bazen öyle diyor. Giderek babama benziyormuşum. Ama ben babama benzetilmekten nefret ediyorum. Onun gibi olacağıma, ölsem daha iyi.

 

Ve görüşme ilerledikçe açığa çıkar ki, delikanlı babasının asabiliğine kızmaktadır ama, o yapının temeli olan, insanlara güvenmemeyi aynen almıştır. Ve giderek de babası gibi bir kişiliğe bürünmektedir. Çevredekiler kendisini ‘bencil, kıskanç ve kavgacı’ olarak tanımlamaktadır. Onun babasını tanımladığı gibi.