TR EN

Dil Seçin

Ara

Ağzımızın Tadını Biliyor Muyuz?

Tat duyumuz hayatımızda önemli rol oynamaktadır. Dilimizdeki minik tat duyu reseptörleri ile daha yutmadan ağzımıza aldığımız şeyler hakkında bilgi sahibi oluruz.

 

Tat duyumuz hayatımızda önemli rol oynamaktadır. Dilimizdeki minik tat duyu reseptörleri ile daha yutmadan ağzımıza aldığımız şeyler hakkında bilgi sahibi oluruz. Rabbimizin bize bahşettiği bu önemli nimetin arkasında nice hikmetler bulunur.

Acı, tatlı, ekşi, tuzlu temel tatlarının yanında tabii bunların farklı karışımlarının tatlarını da ayırt edebilmekteyiz. Tat duyusunu, tat tomurcuklarında bulunan ilgili tat reseptörlerinin uyarılması başlatır ve kimyasal ve elektriksel bileşenlerden oluşan uyarı daha sonra sinirler aracılığı ile beyindeki talamusa, daha sonra da beynin en dış kısmı olan kortekse ulaşır. Sonuçta tüm bu farklı tatlar elektriksel uyarılar haline dönüşür ve ancak beyinde tat algısı olgunlaşır. Aslında bu durum görme, koku alma gibi diğer duyulardan da farklı değildir. Tüm duyularımız, algı reseptörlerinden beynimize giden sinir ağlarındaki elektrik uyarıları ile iletilir. Bütün bu farklı algıların beynimize çok benzer şekilde iletildiği halde sonuçta bu denli farklı özelliklere bürünmesi büyük hikmetlere işaret eder.

Kendine has cazip bir tadı olan suyun uyardığı tat reseptörlerimizden çıkan sinirleri, acı tat reseptörlerinden çıkan sinirlerle değiştirsek acaba ne olurdu? Tabii ki o zaman suyu acı olarak algılayacaktık. Şimdi bize çok güzel gelen aynı su bize acı ve itici gelebilecekti. Vakıa Suresinde (68-70) bu konuya çok mucizevî ifadelerle işaret edilmektedir: “Siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü? Sizler mi, onu yağmur bulutundan indiriyorsunuz, yoksa onu indiren Biz miyiz? Şayet dileseydik onu tuzlu kılardık, teşekkür edenlerden olmalı değil miydiniz?” Yani Rabbimiz dileseydi bizim çok ihtiyacımız olan aynı su için, kötü bir tat oluşturacak şekilde başka tat reseptörlerinin uyarılmasını murad edebilirdi. O zaman suyu adeta acı bir ilacı içer gibi içmek zorunda kalırdık. Demek ki, bizim için faydalı olan yiyeceklerimizin birbirinden ayrı güzellikteki tatlarını düşünüp yediklerimizi de, bunların tatlarını da, bizleri de yaratının aynı olduğunu tefekkür ederek bize verilen nimetleri yine bizi yaratının belirlediği sınırlar çerçevesinde tüketmeliyiz.

Tabiattaki diğer canlılarda bulunan tat duyuları ile ilgili insandakinden çok farklı ilginç örnekler mevcuttur. Örneğin nehirlerin dip kısmında yaşayan kedi balıkları bulanık suyu olan bir ortamda yaşarlar ve tatları sadece dilleri ile değil tüm vücutları ile alırlar. Vücutlarının tamamı tat reseptörleri ile dolu olan bu balıklar adeta yüzen dil gibidir. Bizim yaklaşık 10,000 adet tat tomurcuğumuz varken, kedi balıklarında bu sayı 250,000’dir. Örneğin bir içecekten 1 damla bir havuz dolu suya düşse kedi balıkları bunu algılayabilir. Sinekler ve kelebekler ise ayaklarındaki reseptörlerle tat duyusunu algılar. Bu sayede üzerine kondukları şeylerin tadını hemen alır ve onu beğenmeyip yemeye uygun bulmazlarsa uçup giderler.

Genelde hepimiz ağzımızın tadını biliyoruz. Ama bizim asıl vazifemiz ve yaratılış gayemize de uygun olan, sadece ağzımızın tadını değil, daha önemlisi ağzımızın tadını vereni de bilmektir.