TR EN

Dil Seçin

Ara

Her Şeyden Ders Alabilmek

İnsan ibret nazarıyla baksa her şeyden ders alabilir.

 

Abdulkadir Geylani Hazretlerinin Fethü’r-Rabbanî adlı eserinde şöyle bir anekdot vardır:

Büyüklerden birine ilmi nasıl tahsil ettiği ve tahsil yolunu nasıl bulduğu sorulmuş. O da şu cevabı vermiş:

“Kuşların erken kalkması, devenin tahammülü, domuzun hırsı, köpeğin yaltaklanması üzerimde derin tesirler yaptı. Kuş gibi erken kalktım, ilmin bütün ağırlığını çektim, ilme karşı ihtiras duydum, ilim sahiplerinin kapısında günlerce yalvardım.”

...

Demek ki insan ibret nazarıyla baksa her şeyden ders alabilirmiş.

Üstat Bediüzzaman Hazretleri, şeytanın Hazret-i İsa aleyhisselama oynamak istediği bir oyunu şöyle dile getirir:

“Bir zaman şeytan, Hazret-i İsa aleyhisselâma itiraz edip demiş ki: ‘Madem ecel ve herşey kader-i İlâhî iledir; sen kendini bu yüksek yerden at, bak nasıl öleceksin’…” (Lem’alar)

Bu olaydan almamız gereken çok önemi bir ders şu olabilir: 

Şeytan, aldatamayacağını çok iyi bildiği Hz. İsa (as.) gibi büyük bir peygamberden bile ümit kesmediği halde, biz günahkâr bir Müslümanın ıslah olacağından niçin ümitsiz olalım? Hatta ona hakkı tebliğ etmeye bile gerek duymayıp menfi sonucu peşinen niçin kabul edelim!?

Şeytandan söz açılmışken onun en ileri şakirtlerinden birisi olan Firavun hatırıma geldi. Onun da ibret alınabilecek çok enteresan bir  sözü var. “Firavun’un nesinden ders alacağız?” demeyelim ve önce ona o sözü söyleten olayı şöyle bir hatırlayalım: Hazret-i Mûsâ aleyhisselam, Allah’ın emriyle kardeşi Harun (as.) ile birlikte, Firavun’a hakkı tebliğ için giderler. Hazret-i Mûsâ’nın gösterdiği mucizeleri sihir diye inkâr ederek kendilerini avutmak isteyen Firavun ve adamları, ne yapacaklarını şaşırmış bir halde iken, onun has bendelerinden biri şöyle bir teklifte bulunur:

“Şehirdeki bütün sihirbazları çağıralım ve bütün ahalinin huzurunda Mûsâ ile bir müsabakaya tâbi tutalım…”

Teklif kabul edilir. Bu kararı ve sonrasını ayetler şöyle haber verir: “O sihirbazlar Firavun’a geldiler: ‘Galip gelirsek bize muhakkak mükâfat var değil mi?’ dediler. ‘Evet’ dedi (Firavun), ‘Üstelik o zaman benim yakınlarımdan olacaksınız.” (A’raf Sûresi, 113-114)

Sihirbazlar bu sözdeki inceliği iyi kavradılar ve onun yakınlarından olmak, onun sofrasında misafir bulunmak, onun sarayında ikamet etmek hayaliyle olanca maharetlerini ortaya koydular. 

Sonunda olan oldu. Sihirbazlar mağlup düştüler ve gerçeği anlayıp imana geldiler. Firavun’un azabına uğrayarak ondan da uzaklaştılar, mülkünden ve sarayından da. 

Sihirbazların mağlup olur olmaz nasıl olup da hemen iman ettikleri konusundaki bir açıklamayı da burada nakletmek isterim:

“Sihirbazlar yaptıkları büyük bir sihirle ipleri ve diğer sihir aletlerini yılan şekline getirmişler ve etrafa dehşet saçmışlardı. Hz. Mûsâ’nın (as.) asası ise o sihirleri yutmakla kalmamış, bütün sihir malzemelerini de yutmuştu. Sihirbazlar bunun bir sihir değil ancak mucize olabileceğini hemen anlamışlar ve derhal imana gelmişlerdi.”

Bu olaydan sonra onlar şehit edildiler ve Allah’a yakın oldular.

Sihirbazlar Firavun’un yakınlığını kazanmak istemelerine ceza olarak o zalimin eliyle ölüme mahkûm edilmişler, bu ölüm kararını hiçe saymakla da  Hz. Mûsâ’ya ümmet olma şerefine ermişlerdir.

Firavun’a yakınlık onları cehenneme götürecekken, hayatlarını feda etmekle Hakk’ın yakınlığını kazanmış ve cennet ehli olmuşlardır.

Demek ki Allah’a yakın olmanın yolu firavunluğun her çeşidine uzak durmaktan ve onun temsilcilerinin de her türlü eza ve cefalarına karşı koymaktan geçiyor. 

Bu her asırda böyledir.

Kötülerden uzak kalan, iyilere yakın olur.

İsyandan uzak duran, itaat ve ibadet ehli olur.

Gafletten uzak kalmak, insanı huzura kavuşturur.

Küfürden uzaklaşmak imana; şeytandan uzak durmak da Rahman’a ulaştırır.