Enzimler canlıların vücutlarındaki biyokimyasal faaliyetleri hızlandıran moleküllerdir. Enzimler, insanın kâinata madde yönüyle de bir özet olduğunu, yani ‘Kâinat binasında hangi atomlar kullanılmışsa insanda da aynısı kullanılmıştır.’ iddiasını yapılarında taşıdıkları demirden, altına her türlü metal atomları ile ispatlayan, temelde karbon, hidrojen, azot ve oksijenden oluşmuşlardır. Ayrıca hayatın varlığı ve devamı için olmazsa olmaz kabilinden çok önemli, ama hayatsız ve şuursuz maddelerdir. Elbette ‘böyle çok önemli görevler üstlenmiş ama kendini bile idare etmekten aciz olan varlıkları kim, nasıl kontrol ediyor?’ diye bir soru aklımıza geliyor. Evet, madem her şey zıddıyla bilinir; bir an için enzimlerin olmadığını düşünelim. Peki enzimler olmazsa ne olurdu?
Bir enzim bazen vücut fonksiyonlarını 1010 yani 10 milyar kat hızlandırmakla yükümlü olabiliyor. Bunun anlamı da enzimlerle bir saniyede gerçekleşen bir reaksiyonun enzimler olmadan 1500 yıl sürmesi demektir. Yani biz, mesela bir parmağımızı hareket ettirme işlemi için en az 1500 yıl beklemek zorunda kalacaktık. Bu süre içerisinde istenmeyen birçok kimyasal reaksiyon da gerçekleşeceğinden yaşam sadece yavaşlamakla kalmayacak olanaksız hale gelecekti. Hem sadece bir işlemimiz için böyle bir zamana muhtaç olmamızı hesap edip, hayatımızın devamı için şuan tespit edilen 20.000 farklı enzimin iş yapabilmesi için 20.000*1.500= 30.000.000 seneye muhtaç olacaktık. Yani bir saniyede yapılan iş 30 milyon senede ancak yapılacaktı. Vücudumuzda her saniyede milyarlarca farkı reaksiyonun gerçekleştiğini düşündüğümüzde ise hesap epeyce kabarmaktadır.
Hem her enzim binlerce molekülün bir araya gelmesiyle oluşmuş büyük bir yapının sadece belli bir noktasına bağlanıp aktivite göstermektedir. Bunun için enzim ve onun etki ettiği madde (substrat) tıpkı anahtar kilit ilişkisi gibi birbirine uyumlu olarak yaratılmış olması gerekir. Yani önceden takdir edilip belirlenmeli, yoksa tesadüfler sonucu enzimin etki edeceği molekülü tanımasını beklemeyi de (evrimcilerin ifadeleriyle milyonlarca yüzyıl) hesap edersek içinden çıkamayacağımız karmaşık bir hesap önümüze dökülüverir. Üstelik her enzimin çalışması için gereken belli bir pH (asitlik) değeri var ki, her enzimin optimum pH’sı (en yüksek aktivite gösterdiği değer) de farklıdır. Ayrıca böyle bir asitlik değeri olmazsa enzim çalışmıyor.1
Şimdi bir hücrede 20.000 farklı enzimin çalıştığını ve bunların farklı asitlik ortamı gerektirdiğini düşünelim. En kabiliyetli bir kimyagerin aynı kapta farklı pH değerleri gerektiren 3 kimyasal reaksiyonu gerçekleştiremediğini de ben bir kimyager olarak yakinen biliyorum. Şimdi siz bunu da hesaba katın ve enzimlerin hayatsız ve şuursuz maddeler olduğunu da unutmadan, hücre gibi küçücük bir kapta bu kadar karmaşık ama sonuç itibariyle bu kadar düzenli biyokimyasal olayların kendi kendine ya da tesadüfen olabileceğini iddia etmenin akılla ve bilimle nasıl çeliştiğini görün. Daha da ötesi bu işleri içinde Allah’ın, bilenleri hayran bırakan sanatkârlığını bir nebze anlayın.
Evet, apaçık bir gerçek ki, her enzimin nasıl bir görev üstleneceği ve bu göreve göre nasıl bir yapısal organizasyonda olması gerektiği, dahası etki edeceği madde ile anahtar kilit gibi birbirine uyumlu olması en mükemmel şekilde takdir edilip yaratılıyor. Ve o takdir de DNA’da şifrelenmiş.
Kısaca hücre, DNA ve enzimlerde sürekli bir kontrol ile, Rabbimiz iradesini her an tecelli ettirip, bu cansızları çalıştırıp takip ediyor. İlmi ve kudretiyle sürekli olarak gözümüzün önündeki eserlerini icat ediyor.
Kaynaklar:
*İnönü Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi.
1. Biyokimya Richcard A. Harvey, Pamela C. Champe, Doç. Dr. Engin Ulukaya, Nobel Tıp Kitabevi.
2. Said Nursî, Lem’alar, RNK Neşriyat.