TR EN

Dil Seçin

Ara

Sebepler Zinciri

Sebepler Zinciri

Şu imtihan dünyasında eşyanın sebepler eliyle yaratılmalarının bir hikmeti de, kimlerin bu mucize eserlerini Allah’tan ve kimlerin sebeplerden bileceğinin görülmesidir.

 

“Şu imtihan dünyasında eşyanın sebepler eliyle yaratılmalarının bir hikmeti de, kimlerin bu mucize eserlerini Allah’tan ve kimlerin sebeplerden bileceğinin görülmesidir.”

 

BU HİKMET dünyasında her şey bir sebeple yaratılıyor. Her şey bir sebebe bağlanmış... İnsanın yaratılışına da anne ve baba birer sebep... İnsan doğrudan ve melekler gibi mükemmel şekliyle yaratılsaydı imtihana tabi tutulmaz, onlar gibi sabit makamlı kalırdı. O zaman, anne-baba ve akraba kavramları da olmazdı.

Öte yandan, beden, son şekliyle, mükemmel olarak yaratılsaydı da ruhun terakki ve kemali insanın cüzi iradesine bırakılsaydı, belki de o zaman dünyamız otuz-kırk yaşında, henüz konuşma bilmeyen büyük çocuklarla dolacaktı. Onların terbiye ve tekamülleri de zaman alacağından, ancak atmış-yetmiş yaşlarında belli bir meslek sahibi olacaklardı.

Allah, sonsuz hikmetiyle insanın anne-baba yoluyla yaratılmasını takdir etti. Böylece hem çocuğun emin bir yuvada dünya hayatına hazırlanması sağlanmış oldu, hem anne ve babasının ona harcadıkları emekler ve masraflar kendileri için sadaka hükmüne geçti, hem de onun manevi hayatına yön vermeleri ebeveyn için büyük bir sevap kaynağı oldu.

Anne ve babayı çocuğa sebep kılan Allah, meyvelere de ağaçları sebep kılmış.

Bu hikmet dünyasında, bütün sebepler zahiri bir perde olmanın ötesinde bir tesir gücüne sahip değiller. Bunun en güzel örneğini de yine insanda görüyoruz.

Bediüzzaman Hazretlerinin şu cümlesi bu noktada fikrimize önemli bir ufuk açar:

“Esbab içerisinde en eşref, en kuvvetli bir ihtiyar sahibi insan iken, ef’al-i ihtiyariye namıyla kendisine mal zannettiği ef’alin ekl, şürb gibi en adi bir fiilin husülünde, yüz cüz’ünden ancak bir cüz’ü insana aittir.” (Mesnevî-i Nuriye-Katre)

    İnsan, kendi vücudunda iradesi dışında cereyan eden fiillerde hiç söz sahibi değil. Kanının dolaşımı, kalbinin çalışması, sindirim, solunum ve sinir sistemlerinin faaliyeti gibi sonsuz denecek kadar işten haberi bile olmuyor. Kendi iradesiyle yaptığı yeme-içme gibi bir fiilde de insanın hissesi yine çok az. Mesela, insan yeme işini sadece irade ediyor, gerisini Allah yaratıyor. Dişlerinin yemeye en uygun biçimde dizilişinden, çenelerinin beyinden gelen komutlarla çalışmasına, tükürük bezlerinin dengeli biçimde üretim yapmasına kadar nice işler yine onun iradesi dışında yaratılıyor, tanzim ediliyor. Üstadın ifadesiyle “esbabın sultanı olan insan” icat konusunda bu derece aciz olunca, bütün sebeplerin sadece birer perde oldukları çok daha iyi anlaşılır.

Bu perdeler de yaratılıyorlar, onlardan çıkan sonuçlar da...

Meyveyi ağacın, sebzeleri toprağın yaptığını nasıl söyleyebiliriz?

Önce, ağaç bir meyve fabrikası olarak yaratılıyor da sonra ondan meyveler süzülüyor.

Biz saçımızı yaptığımızı iddia edebiliyor muyuz ki, meyveleri ağacın yaptığım söyleyebilelim.

Yeryüzünün tümü, o ağaç gibi, bir terbiyeden geçmiş de üzerinde bu kadar farklı varlıklar boy gösteriyorlar.

Şimdi şu sebepler zincirine bir göz atalım:

Güneş dünyaya sebep...

Dünyanın soğuması denizle­re, karalara sebep...

Denizler balıklara, karalar ormanlara sebep...

Ağaçlar meyvelere, yumurta­lar kuşlara sebep...

Bu sebepler zincirinde bir önceki halka “sebep”, bir sonraki halka müsebbeb (netice) oluyor.

Her halka, bir yönüyle sebep, bir yönüyle de müsebbeb...

Ne dünyayı güneş yapmış, ne balıkları denizler, ne meyveleri ağaçlar, ne kuşları yumurtalar, ne de insanları nutfeler, anneler, babalar...

Ve şu hakikati bütün sebepler ve neticeler birlikte haykırıyorlar:

“Esbab bir perdedir. Müsebbebleri yapan başkadır.” (Sözler)

Bu imtihan dünyasında eşyanın, sebepler eliyle yaratılmalarının birçok hikmeti var. Bunlardan birisi, bu sebepler vasıtasıyla farklı varlıkların yaratılması ve onlarda farklı isimlerin tecelli etmesi. Sebepler olmasaydı, mesela, tavuklar doğrudan yaratılsalardı, ne yumurtadan söz edilirdi, ne civcivden, ne piliçten.

İkinci bir hikmeti, insanların bu yolla bir imtihana tabi tutulmaları. Yani, kimler bu mucize eserleri Allah’tan bilecekler ve kimler bunları sebeplere verecekler?

İnsanların bu imtihanı kolayca kazanmaları için, Rabbimiz rahmetiyle sebepleri adi, aciz ve şuursuz yaratmış, onların eliyle çok harika eserler sergilemiş.

“Sebeb gayet adi, aciz ve ona isnad edilen müsebbeb ise gayet sanatlı ve kıymetli olduğundan, sebebi azleder. Hem müsebbebin gayesi, faidesi dahi, cahil ve camid olan esbabı ortadan atar, bir Sani’-i Hakîm’in eline teslim eder.” (Sözler)

Bu “gaye ve fayda” meselesi, esbabperestleri de, materyalistleri de, tabiatperestleri de tamamen susturuyor.

Ağacın meyve yapıp yapamayacağını, bir an için, bir yana bırakıp şu sorunun cevabını arayalım:

O meyve niçin yapılıyor? Ağacın bu gayeden, bu faydadan haberi var mı?

Ne kendini, ne insanı, ne insan bedenine lazım olan vitaminleri bilmekten çok uzak olan ağaçtan, bütün bu faydaları taşıyan bir meyve çıkıyorsa bu olay ancak şöyle açıklanabilir:

O meyveyi yapan zat, insanı tanıyor, onun ihtiyaçlarını biliyor ve meyveyi, rengiyle, kokusuyla, vitaminiyle onun için ve ona göre yaratıyor, istifadesine sunuyor.

Bu “gaye ve fayda” delili, her şeye ve her olaya uygulanabilir.

“Güneş niçin ışık veriyor, dünya niçin dönüyor, atmosfer dünyayı niçin kuşatmış, yeryüzüne niçin toprak serilmiş, meyvelerin içine çekirdekler niçin konulmuş?” gibi sayısız sorunun her biri, sebeplerin birer perde olduklarını haykırırlar ve “Sebepleri yaratan ve neticelere o gayeleri takan ancak Alîm ve Hakîm olan Allah’tır” hükmünü tasdik ederler.