TR EN

Dil Seçin

Ara

Koalanın Okaliptüs Ağacıyla Muhteşem Uyumu

Koalanın Okaliptüs Ağacıyla Muhteşem Uyumu

Avustralya'da yaşayan koalaları duymuşsunuzdur. Tüylü gri kulaklarının arasındaki basık siyah burnu, koalanın yüzüne komik ve masum bir ifade verir. Koalayı ilk kez gören biri, onu rahatlıkla oyuncak ayı yavrusu sanabilir.

 

AVUSTRALYA’DA yaşayan koalaları duymuşsunuzdur. Tüylü gri kulaklarının arasındaki basık siyah burnu, koalanın yüzüne komik ve masum bir ifade verir. Koalayı ilk kez gören biri, onu rahatlıkla oyuncak ayı yavrusu sanabilir.

Bu hayvanların el ve ayak parmaklan, ömrünü bir ağacın üzerinde geçirmek üzere yaratılmıştır. Beş el parmağından ikisi diğer üçüne, ayağında ise baş parmağı diğer parmaklarına zıt konumlanmış olduğundan, ağaç dallarına tutunmak koalalar için çocuk oyuncağıdır.

Ayrıca, ağacın gövdesine batırabildiği sivri tırnakları ve ayaklarındaki sürtünmeyi artıran yastıklar da bu işi son derece kolaylaştırır.

 

Koalalar, bu özellikleriyle bir ağacın tepesinde rahatlıkla durabilirler. Üstelik durmalıdırlar da. Çünkü bu savunmasız hayvanların en büyük düşmanlarından biri, köpeklerdir. Köpeklere karşı, ancak ağacın tepesindeyken güvende olabilirler. İşte bu nedenle, koalalar yuva olarak kendilerine Avustralya’da bolca bulunan (ama insanlar tarafından sayıları hızla azaltılan!) okaliptüs ağaçlarını seçerler. Doğal ortamlarında genellikle Y şeklinde bir dalın üzerine karar kılıp konuşlandıkları görülür.

Koalaların nasıl bir hayat yaşadığını anlamak için ise, hayata onların yanından bakabilmek gerekir. Örneğin, koalalar okaliptüs ağaçlarının tepesine çıktıktan sonra ne tür sorunlarla karşılaşıyor olabilirler?

Hadi, hep birlikte okaliptüs ağacının üzerinde koalanın yanına sıkışıverelim. Evet, sırtını ağacın dallarına yaslayan koala, güvenliğini sağlamış, kendisine bir yuva bulmuş sayılabilir, peki ama acıkınca ne yiyecektir?

Doğrusu, rızkı çok da uzakta değildir. Koala, acıkıp midesine bir şeyler indirmesi gerektiğinde, elinin uzanabileceği mesafedeki zehirli okaliptüs yapraklarını, kendisine bakanlara parmak ısırta ısırta, afiyetle yemeye başlar. O yemeye devam ettikçe, şaşkın bakışlar, “Ha şimdi ha az sonra zehirlenip aşağıya düşecek!” diye beklerken, paylarına sadece ve sadece “beklemek” düşer.

Gerçekten, okaliptüs yapraklan, en azından bazı türleri o kadar zehirlidir ki, Avustralya’daki diğer memeli hayvanların hiçbiri, eğer canlarına susamamışlarsa, bunları yemezler. Ama koalanın el ve ayakları okaliptüs ağacıyla nasıl mucizevi bir uyuma sahipse, başta burnu ve sindirim sistemi olmak üzere, diğer organları da aynı uyuma sahiptir.

Her şeyden önce, koalanın düğme gibi küçücük gözlerine karşı ona verilmiş büyücek burnu, bu ağaçların hangilerinin daha az zehirli olduğunu ayırt edebildiği gibi, sindirim sistemi de yediği sıradışı yiyeceği sindirebilecek özelliklerle yaratılmıştır.

Bilhassa, diğer memelilerinkinden çok daha büyük olan koalanın kör bağırsağı, bir faydalı mikroorganizma cennetidir. Bu mikroorganizmalar, koalanın doğru dürüst çiğnemeden yuttuğu okaliptüs yapraklarındaki zehirli yağları parçalamakla kalmayıp, sindirimi çok zor olan selülozu da sindirilebilir bir kıvama getirir. Bu sayede, koala her gün yaklaşık olarak bir kilogram zehirli yaprağı yiyebilir ve hiçbir problem yaşamaz.

Gelgelelim, koalanın dertlerinin burada sona erdiğini düşünüyorsanız, büyük bir yanılgı içindesiniz. Evet doğru; koala güvenlik, barınma ve beslenme sorununu çözmüştür. Fakat onun bir de “sıvı ihtiyacı” yok mu?

Sahi, aramızdan hangimiz, yediğimiz kallavi bir öğünden sonra şöyle bir elimizi başımızın üstüne koyup öteki elimizle bir bardak suyu afiyetle içerek derin bir “Oh çok şükür!” demek istemeyiz ki?

Ortada koalanın bu lütfa erişebileceğine dair hiçbir emare yoktur. Buna rağmen koala ağaca çıkarkenki rahatlığından hiç ödün vermez. Çünkü kimse farkında değildir ama koala içecek sorununu çoktaaan çözülmüştür.

Nasıl mı?

Çok basit: Okaliptüs yaprakları, bünyelerinde büyük miktarda su içerir. Öyle ki yılın belli zamanlarında bu yapraklardaki suyun, üçte iki oranına kadar arttığı bile olur. Dolayısıyla, koala zehirli okaliptüs yapraklarını yiyerek ve ayrıca bu yaprakların üzerinde biriken çiğ tanelerini içerek, su ihtiyacını giderir. Böylece, sevimli koalalar hiç sıvı almadan aylarca yaşayabilirler.

Muhteşem, değil mi?

Sahiden de, buraya kadar her şey muhteşem görünüyor. Olası bütün sorunlar bir Küllî İrade tarafından baştan planlanmış ve hal çaresine bakılmış gibi. Fakat dönmemiz gereken son bir viraj daha var; ya da koalanın önünde duran son bir engel diyelim.

Okaliptüs yapraklarının tek zaafiyeti zehirli olması değildir, aynı zamanda çok az protein içerdiği için besleyicilik ve enerji verme bakımından da çok zayıftır. Yani, koalalar okaliptüs yapraklarını yiyerek çok fazla enerji elde edemezler.

İşte bu yüzden, koala dediğimiz sevimli hayvanlar günün yaklaşık 17-18 saatini uykuyla geçirirler.

Acaba bu manzara, okaliptüs ağacı ile koala arasında şimdiye kadar görülen muhteşem uyumu bozdu mu, ne dersiniz?

Bana sorarsanız, “hayır!” Çünkü eğer okaliptüs yaprakları gerçekte olduğunun tersine, çok enerji veren bir besin olsaydı, asıl o zaman ciddi bir kriz ortaya çıkardı. Çünkü koalanın vücudu, el ve ayak yapısı, örneğin bir maymun gibi daldan dala atlamaya yahut bir köpek veya ayı gibi yerde hızlıca koşmaya uygun değil ki! Yani hayvanın diğer bütün özellikleri, okaliptüs ağacı üzerinde sakin ve aheste bir hayat yaşamasına uygun yaratılmış.

Bu açıdan bakınca, koalanın metabolizmasının yavaş çalışması ve uzun süreler uyuklaması da, onun çevresel şartlarının “şefkatle” ve uyum içerisinde oluşturulduğunun bir göstergesidir. 

 

KAYNAKLAR:

1. Zoobooks, Temmuz 1998, s.5

2. The Guinnes Encylopedia of the Living World, s.105

3. James and Carol Gould, Olağandışı Yaşamlar, s.130-136 ,