TR EN

Dil Seçin

Ara

Bir Müslüman, Niye Kurban Keser?

Bir Müslüman, Niye Kurban Keser?

Hazreti İbrahim, bir oğlu olursa onu kurban etme adağında bulunmuştu.

 

“İbrahim: Ey Rabbim! Bana, salihlerden bir oğul ihsan et! diye dua etti.

Biz de, ona, çok uysal bir oğul müjdesini verdik.

Artık, o oğul, İbrahim’in yanında koşma çağına erince, babası: Oğulcağızım! Ben, seni, rüyamda boğazlıyorum görüyorum!

Bak, artık, ne düşünürsün! dedi.

Oğlu: Babacığım! Sana verilen emir ne ise, yap!

İnşaallah beni, sabredenlerden bulacaksın! dedi.

Vakta ki, böylece, ikisi de, Allah’ın emrine boyun eğdiler…”

(Saffât:100-103)

 

Hazreti İbrahim, bir oğlu olursa onu kurban etme adağında bulunmuştu. Bir vakit geldi, oğlu oldu. Ama o, verdiği sözü unutmuştu. Kendisine rüyasında adağı hatırlatıldı. O da, odun toplama bahanesiyle oğlunu kurban etmek üzere yola çıktı.

Yolda şeytan her ikisine de musallat oldu. Babaya, ‘evlat katili’ olmanın kötülüğünü işlerken, çocuğa da, ‘öldürülme korkusu’nu işledi. Fakat, bunlar her ikisine de işlemedi. Yollarına devam ettiler.

Sonra Hz. İbrahim maksadını “Oğulcağızım!” diye açıklamaya başladı. Şefkatsiz bir baba olmadığı, bu letafet yüklü ifadesinden belliydi. Ciğeri yanıyordu. Kalbi parçalanıyordu. Ama Rabbin emrinden dönmeye de niyeti yoktu. Emir, Hak’tan gelmişti. Ötesi berisi olmazdı. Yerine getirilmek zorundaydı. “Niye?” diye sormak, kulluğa yakışmazdı.

Bu ağır yükümlülüğü, bir yetişkin olduğu için Hz. İbrahim belki kaldırabilecekti. Peki ya, Hz. İsmail? O, bunun üstesinden nasıl gelecekti? Daha bir çocuktu o!

Şaşırtıcı bir şekilde, o da emre itaat etti. Çünkü ‘uysal’ bir tabiatta yaratılmıştı. Rabbinin emrine karşı, kendi ölümüyle neticelenecek olsa bile, boynu kıldan inceydi.

Böylece, bu büyük imtihanı baba-oğul birlikte kazandılar.

Bıçağa “kesme!” emrinin verilişi ve Hz. İsmail’in hayatta kalışı, bir peygamber dahi olsa, bir babanın kendi evladını öldürmenin vicdani ağırlığını kaldıramayacağına delildir. Cenab-ı Hak, İsmail’i öldürmeyerek, Hz. İbrahim’i kaldıramayacağı bir vicdani yükle karşı karşıya bırakmamış ve imtihanını katlanılamaz bir boyuta yükseltmemiştir.

Hz. İbrahim emr-i ilahi olduğu için ağır bir ciddiyetle oğlunu kesmek için girişmesi, ubudiyetin uç sınırıdır. Bunun sonucuna katlanması ise, o sınırın ötesindedir. Yarattığı insanı iyi bilen Halık-ı Rahim, onun omzuna bu suretle “taşıyamayacağı bir yük yüklememiştir.”

Zaten ilahi planda böyle bir olayın vukuu, tarihin o devirlerinde cari olan sahte putlara insan kurban edilmesi geleneğine set çekilmesi hedefine matuftu. Amaç, insanlığı vahşet devrinden çıkarmaktı. Bu suretle, Hakim-i Rahim’in hikmetsiz ve şefkatsiz bir iş yapmayacağını bir kez daha anlıyoruz.

‘Kurban’ın çok önemli bir diğer işlevi ise, putperestliğe karşı tevhidi öne çıkarmaktı. Başkaları, sahte putları için kurban keserken, Hz. İbrahim Rabbi için ve O’nun adıyla kurban keserek, şirk bulaşığı bütün adetleri kökünden kazımış oluyordu. Kurban, yalnız O’na ve yalnız O’nun adıyla kesilirdi. Böyle bir şükür ibadetine, O’ndan daha layık bir varlık yoktu. Nitekim, Kur’an-ı Kerim’de Kevser Suresinde, Resulûllah’a (asm) kurban kesmesi emredilirken, “Rabbin için” kaydı düşülmüştür.

Kurbanın bir şükür anlamı taşıması, yine aynı surede, “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes!” emrinin, “Biz sana Kevser’i verdik” ifadesinden sonra gelmesinde zahirdir.

Şükür için namazla birlikte kurbanın da anılması, namazın çok kapsamlı bir ibadet olmasına karşılık, malla ibadet boyutunu kapsamıyor oluşundandır. Gücü yetenler, mallarıyla da şükrederek Allah’a karşı ibadetlerini tam yerine getirmiş olurlar.

Resulûllaha ve onun şahsında Müslümanlara kurban kesmelerinin emredildiği Kevser Suresi, bilindiği üzere, Hz. Peygamber’e (haşa!) nesli kesik iftirası üzerine vahyolunmuştur. Bu ciğersiz iftira karşısında, surede Resulullaha verilen ilahi ikramlar nazara verilerek üzüntüsü giderilmiştir. Üstelik, bu ikramlara şükür babında, namaz kılması ve kurban kesmesi emredilmiş, kesilen kurbandan “sıkıntı içinde bulunan fakire” (Hace 22/28) “isteyemeyen fakire de isteyen fakire de yedirilmesi” (Hace, 22/26) emir buyrularak Allah’ın verdiği nimetlerin herkesçe bilinmesi, Rabbin kerem ve lütfunun herkesçe paylaşılması sağlanmak murad edilmiştir. Üzüntü, bu şekilde adeta toplu bir şenliğe, bir bayrama döndürülmüştür.

Kurban ibadetinin bir başka hikmeti ise, “mal toplayıp, onu sayıp duran” “malının kendisini ebedi kılacağını zanneden” (Hümeze, 2-3) “yoksulu doyurmaya teşvik etmeyen” (Maun, 3) “hayra mani olan” (Maun, 7) nasipsizlerden Müslümanların tefrik olmasını sağlamaktır. Müslümanlar fedakarlık ederek, kıymetli canlı mallardan, özellikle deve sığır gibi iri bedenlerden, sırf Rableri adına kurban keserek, onları fakirlere dağıtarak, maddecilikten uzak olduklarını, mal toplama gibi bir gaye gütmediklerini, hayra mani değil bilakis vesile olduklarını ilan ederler.

Bu sayede, Allah’a yakınlaşma hasıl olur ki, kurbanın kelime kökü zaten ‘yaklaşma’dır. Müslümanlar Allah adına kurban kesmek ve kan akıtmak suretiyle Rableriyle kurbiyet (yakınlık) kazanmış olurlar.

Bu vesileyle, dünyanın her tarafındaki Müslümanların Kurban Bayramı’nı tebrik eder, huzur ve bu şuurla kurbanlarını kesmelerini Allah’tan niyaz ederiz.