TR EN

Dil Seçin

Ara

Dilimiz

“Bir insanın yüz cihazâtından biri olan lisanı; bir et parçası iken, iki büyük vazifesiyle, yüzer hikmetlere, neticelere, meyvelere, faidelere âlet oluyor. Taamların zevkindeki vazifesi; ayrı ayrı bütün tatları bilerek cesede, mideye haber vermek ve rahmet-i ilâhiyenin matbahlarına dikkatli bir müfettiş olmak ve kelimeler vazifesinde kalbe, ruha ve dimağa tam bir tercüman ve santral olmak; elbette gayet parlak ve kati bir surette ihatalı ilme delâlet ve şehadet eder. Bir tek dil, hikmetleri ve meyveleriyle böyle delâlet etse, hadsiz lisanlar ve hadsiz zîhayatlar; nihayetsiz masnuât, güneş zuhûrunda ve gündüz katiyetinde nihayetsiz bir ilme delâlet ve şehadet ve Allâm’ul-Gûyûb’un daire-i ilminden ve hikmetinden ve meşietinden hariç hiçbir şey yoktur diye ilân ederler.”

(15. Şua’dan)

 

Bu ibarede dilin iki önemli ana vazifesine dikkat çekiliyor. Birincisi dilin bir tat alma organı olmasıdır. Nimetlerdeki, rızıklardaki güzel lezzetlerin alınması hem şükre, hem de onları takdir ve tahsine sebeb olur. Dil, aynı zamanda faydalıları, zararlılardan ayıran bir müfettiştir. Bu görevinde hemen komşusu olan burun da koklayarak ona yardımcı olur. Dil, ayrıca çiğnemeye ve yutmaya da yardımcıdır.

Dilin ikinci ana görevi ise, ruh ve kalbimizden doğan hissiyata ve duygulara ve beynimizden gelen fikir ve düşüncelere tercüman olmasıdır. Şair, her ne kadar “Dili yok kalbimin ondan ne kadar bîzarım” demişse de bu biraz da tevazu içindir. Eğer kalblerine tercümanlık eden bir dil olmasaydı, bu gün ne Safahat’ı, ne Mesnevi-yi Şerifi ne de Risale-i Nur’u okuyabilirdik.

 

DİLİN ANATOMİSİ

Dilimiz çizgili kaslardan yapılmış bir organdır. Üzeri çok katlı epitelle kaplanmıştır. Orijinal, özel olan tarafı bu epitel tabakasının içine yerleştirilen tat tomurcuklarıdır.

Bu tomurcuklar, çeşitli tatları almak için özelleştirilmiş hücrelerle (tat reseptörleri), bunlara destek olan hücrelerden meydana gelir. Her dilde ortalama 9-10 bin adet tat tomurcuğu bulunur.

Tat hücrelerinin üst kısımları minik püskülcükler yaparak yediğimiz şeylere temas eder. Alt uçlarıyla da duyu sinirlerine bağlanırlar. Bu bağlantının nasıl olduğu tam çözülmemiştir. Çünkü tat hücreleri 7-10 gün içinde yaşlanıp kayboldukları ve yerlerini genç hücreler aldıkları halde sinir hücreleri değişmeden kalırlar. Buradan anlaşıldığı gibi dil, en hızlı yenilenen organlarımızdan biridir.

Her tat tomurcuğuna 50 kadar sinir uzantısı (akson) gelir. Her bir akson ortalama 5 reseptör hücreden uyarı (impuls) alır. Tat tomurcuklarının bir maddenin tadını alabilmesi için o maddenin suda veya tükrükte çözünmüş olması gerekir. Çiğneme ve sıcaklık da tat almamızı artırmaktadır, bu da muhtemelen çözünürlüğün artmasına bağlıdır. Yemeklerin sıcak yenmesinin aksine, meyvelerin soğutularak yenmesi lezzetini artırır.

Yapılan deneylerde eğer burun tıkanırsa ve çiğneme yapılmadan beklenirse ağıza alınan maddenin turp mu, elma mı, soğan mı olduğunun zor anlaşıldığı görülmüştür.

Tat çeşitleri:

Dört ana tat kabul ediliyor. Bunlar tatlı, ekşi, tuzlu ve acıdır. Tat tomurcuklarının dil üzerinde dağılımı da bu tatlara göre farklıdır. Tatlı lezzet en iyi dil ucundan, ekşilik dilin yanlarından, acılık arka kısımdan, tuzluluk ise hem önden, hem yanlardan daha iyi algılanır.

 Ekşi lezzet, genellikle asitlerden meydana gelir. Örnek olarak sitrik asidi (limon), asetik asidi (sirke), HCl asidi gösterebiliriz. Asitler, sulu ortama H iyonu veren maddelerdir, dolayısıyla ekşi tadını alan tomurcukların H iyonları tarafından uyarıldığı kabul edilir.

Tatlı lezzeti veren maddeler daha karışık ve yüzlerce çeşidi vardır. Glikoz (üzüm), sakkaroz (pancar), maltoz (arpa), laktoz (süt), fruktoz (meyveler) gibi organik şekerlerden başka gliserin, sakarin vs gibi yüzlerce sentetik bileşik de tatlı lezzeti vermektedir. Ekşilerde olduğu gibi bunlar arasında moleküler bir benzerlik yoktur.

Tuzlu lezzet duygusunu tipik bir şekilde uyaran en önemli madde NaCl, yani sofra tuzudur. Yapılan araştırmalar bu tadın oluşumunda klorun fazla bir katkısı olmadığını, esas rolün sodyumda olduğunu göstermiştir. Klor taşımayan sodyum bromür, sodyum iyodür gibi bileşikler de tuz tadı verirler. Sodyumun yakın bir arkadaşı olan potasyum klorür de tuz tadı verir ve hipertansiyon gibi bazı hastalıklarda NaCl yerine tercih edilir.

Bir müddet tuzsuz besinler verilen insanlara, fazlaca terletildikten sonra normal yemekler verilmiş ve bu insanların yemeklerin tadını almadıkları tespit edilmiştir. Ağızdan bir miktar tuz verildikten yarım saat sonra tat duyguları düzelmiştir. Böbrek üstü bezi yetersizliğinde aldosteron hormonu azalır, böbrekler tuz kaybeder, bu hastalarda lezzet duygusu bir hayli azalır.

Sürekli tuz kaybı hayati tehlike demektir. Dilin görünüşü de sağlığımızın bir göstergesi gibidir. Pembe, yediklerimizden lezzet alan bir dil, vücud içinde işlerin yolunda olduğunu, aksine yediklerinden tat almayan, paslı, kirli sarımtırak bir dil başımızın dertte olduğunu haber verir. Artık ağzımızın tadı kaçmıştır, muhtemelen bir tarafımızda bir enfeksiyon, yani bakteri üremesi başlamıştır.

Acı lezzeti veren maddeler de çok çeşitlidir. Biberdeki acılık kapsaisin denen bir maddeden gelir. Bazılarına göre biber acı değil, yakıcı bir tat verir. Acı bir biber yedikten sonra su içilmesinin ağzımızın yanmasına bir faydası olmaz. Çünkü su, kapsaisini yıkayıp götürmez, onun yerine ekmek yemek daha etkili olur. Biberlerden başka kinin, striknin vs gibi birçok ilaçlar acı tat verirler. Mentol (nane) ise serinlik veren bir maddedir.

Fakat 9-10 bin tat tomurcuğunun aldığı lezzetler elbette bunlarla sınırlı değildir. Nasıl ki boya endüstrisi 7 ana renkten yüzlerce, belki binlerce renk tonları üretiyor ve bunları isimlendirmekten aciz kalıp, ancak kod numaraları ile tanımlıyorsa, dilimizin de “lezzetliler” denen belki binlerce maddeyi algılama ve tanıma yeteneği var. Bu tatları sınıflandırıp, isimlendiremiyoruz. Ancak o tadı veren maddenin adıyla anarız. Mesela ananasın tadı, antep fıstığının tadı, badem, susam, çörek otu ve yüzlerce, binlerce nimetin lezzeti, Cenab-ı Hak tarafından icad, terkip ve sentez edilerek soframıza dizilmiş, insanlara ikram edilmiştir. Bu lezzetlerden çoğunu bizler henüz tatmamışız, belki ömür boyu da tatmayacağız. Biz de inşallah cennette tadarız. Cenab-ı Hak ağzınızın tadını bozmasın.