TR EN

Dil Seçin

Ara

Hastalığı Sevdim…

Hastalığı Sevdim…

Bir söz vardır, “İnsan bir kitaba girdiği gibi çıkmaz” diye. Hastane de öyledir aslında, insan hastaneye girdiği gibi çıkmaz. Çıkmamalı da. Hastalık nasıl bizden bir şeyler alıp götürüyorsa, biz de ondan bir şeyler alabiliriz, almalıyız.

Bir söz vardır, “İnsan bir kitaba girdiği gibi çıkmaz” diye. Hastane de öyledir aslında, insan hastaneye girdiği gibi çıkmaz. Çıkmamalı da. Hastalık nasıl bizden bir şeyler alıp götürüyorsa, biz de ondan bir şeyler alabiliriz, almalıyız.

Hastalıktan neler alınır ki demeyin. Çok şey alınabilir hastalıktan. Hele bir dinlesek neler neler fısıldıyor kulağımıza hastalıklar… Ama söyledikleri de kendisi kadar gerçek.

Hastalık ne kadar aciz olduğumuzu fısıldıyor. Bedenimizi hastalıktan uzak tutamıyoruz, hastalanıyoruz; zamana karşı koruyamıyoruz, yaşlanıyoruz; ihtiyaçlarımıza dur diyemiyoruz, acıkıp susuyoruz; ecelden kaçamıyoruz, kabir âlemine göçüyoruz…

Bu kadar aciz olduğumuz halde ‘kendimize’ gözümüzü kapatıp, kendimizi unutuyoruz. Bizim yolcu, bu dünyanın da konak değil yol olduğunu unutuyoruz. 

“Dost acı söyler” derler. Hastalık da sunduğu bu acı reçeteyle, bu yaramızın dermanını gösteriyor; bizi ebedi helakete sürükleyecek gafletten ayılmamızı sağlıyor. Gerçekten dostluk gösteriyor yani. Uçuruma doğru koşar adım gidene bir çalım atıp düşürmek gibi; can yakıyor ama kurtarıyor.

Hastalık gerçeklere gözlerimizi açıyor. Bak bu dünya geçici; oysa sen ebedi yaşamak istiyorsun. Demek ki, her şey gibi sen de kalıcı değilsin. Öyleyse bâki olan âlemi unutma, oradaki rahatını da düşün ona göre çalış diyor hastalık.

Üstelik hastalıklar günahlarımızın, hatalarımızın da silinmesine vesile oluyor. Hastalıklar insanlarla aramızdaki ufak tefek kırgınlıkların bir kenara atılmasını da sağlıyor. Rabbimiz, hastalığın elemine karşılık günahlarımızı sildiği gibi, insanların kalplerine de bizim için merhamet ve şefkat dolduruyor; hasta olanın etrafında herkes pervane oluyor. 

Üstelik hastalıkla geçen süreler, ibadet sevabı kazandırıyor. Hastalık ne kadar şiddetliyse sevabı o kadar çok oluyor. Hatta şehitlik kazandırıp ebedi kurtuluşa vesile olan sebepler arasında bazı hastalıklar var. İnsan bunları düşününce sabredecek gücü de buluyor kendinde. Zaten hastalıkla beraber Allah (cc), sabrı da, dayanma gücünü de veriyor.

Şimdi bu kadar iyiliği dokunan hastalık düşmanı olur mu insanın! Tamam acısı zor fakat dünya gibi cezbeli oyuncaklarıyla bizi oyalayıp kandırmıyor hastalık; ciddi ciddi bizi sarsıp uyandırıyor. 

Belki kazandırdıklarını görüp ahirette arayacağız bir teşekkür edelim diye ama bulamayacağız orada. Çünkü hastalık da burada, ölüm de burada, ayrılık da burada. Ahiret vuslat yeri. Vuslat ki ne vuslat… Bizi yoktan var edip biz yapan, şekillendirip suret veren, rızkımızı veren, hastalandığımızda şifamızı veren, hasılı ömür boyu bizi el bebek gül bebek yaşatan Rabbimize kavuşma yeri, sevdiklerimize kavuşma yeri. Ahiret yurdu ebedi yurdumuz, ayrılığın, elemin, çaresizliğin, ölümün geride kaldığı yer. İman çok büyük bir nimet. Ahireti bilmek çok büyük nimet. 

Şükürler olsun Rabbimize. Hastalıklardan istifade etmeyi öğreten Rabbimize şükürler olsun. 

Risaleden bir yer açtım. Her elime alışımdaki gibi yine gurbetten vatana dönen bir insanın ruh halini yaşadım. 

Bırakın sayfalar dolusu okumayı, bazen bir cümle bile can oluyor insana. Merak ediyorsanız, ruhumu hangi cümlenin doyurduğunu paylaşayım. İşte o cümle: “Allah, melce ve mencedir. Kâinattan küsmüş, dünya ziynetinden iğrenmiş, vücudundan bıkmış ruhlara melce ve mence odur.” (Mesnevi-i Nuriye, Habbe, 111)

Ne mutlu iltica edeceği ve necat bulup kurtulacağı Rabbinin yolunu bulanlara.