Evlilik iki yabancı insanı bir araya getirir.
Aralarında kurdukları iletişimin kalitesi,
evliliklerinin kalitesini belirler.
Nice birbirini seven çiftler,
iletişim konusunda başarılı olamadıkları için istemedikleri halde
evliliklerinde büyük sorunlarla karşılaşmışlardır.
Oysa iletişimi bir sanat olarak görüp kendisini geliştirebilen eşler,
evliliklerinde umduklarından bile daha iyi noktaya ulaşırlar.
O halde özellikle yeni evli çiftlere düşen görev,
iletişim konusunda kendilerini en iyi şekilde yetiştirmeleridir.
Tartışma olmayan, iletişim kazaları yaşanmayan evliliklerin olduğunu düşünmek gerçekçi değildir. Evlilikte eşler arası iletişim hataları ve krizler en çok romantik duyguların hakim olduğu dönemden sonra gelen kişilik ve güç çatışmalarının kendini gösterdiği evrede yaşanır. Genellikle bu dönemdeki çatışmalar, eşlerin ilgilerinin birbirinden başka alanlara (çocuk, iş hayatı gibi) yönelmesiyle bağlantılıdır.
Kadın ve erkekte kişiliğin üç ana özelliği olan düşünce kalıpları, iletişim tarzı ve iletişim yöntemindeki farklar, romantik dönemden sonra ortaya çıkarak güç çatışmaları şeklinde kendini gösterir. Çünkü herkesin çocukluğunda yazılmaya başlanan hayat senaryosu içerisindeki aktörler, evlilikle beraber yerini yeni aktörlere bırakır. Fakat aktörlerin rol modelleri, kişilikleri aynı değildir dolayısıyla farklı davranırlar. Bu yüzden eşler ezberlerindeki hayat senaryosunu değiştiremedikleri zaman “Eşim benim istediğim gibi davransın, benim kurallarıma ve şartlarıma uysun” şeklinde düşünmeye başlarlar. Bu da eşlerin birbirini değiştirmeye çalışmasına neden olur. Eşler arasındaki yaygın iletişim hatalarının temelinde bu tarz kişilik çatışmaları vardır.
ELEŞTİRİ SEVGİNİN DÜŞMANIDIR
Eşinin ihtiyacını, beklentilerini arayıp bulmak, orta noktada buluşmak yerine, kendi hayat senaryosunu karşı tarafa empoze edenler, suçlu ya da suçsuz olduğunu düşünmeden müvekkilini körü körüne savunan avukatlar gibi davranırlar. Oysa evlilikte hakim gibi olmak, yani ortada bir problem olduğu zaman “Acaba eşim haklı mı?” diye düşünebilmek sağlıklı bir iletişim için şarttır. İlişkilerde “Seni seviyorum”dan daha güzel bir söz varsa o da “Sen haklısın” diyebilmektir. Eşlerin gerektiğinde sorunlar karşısında birbirlerine “Sen haklısın” diyememesi zıtlaşmayı körükler ve sorun ne olursa olsun, taraflar birbirinin kişiliğini sorgulamaya başlar.
Erkek ve kadının, kadın-erkek iletişiminden beklentisi birbirinden farklıdır:
Erkek bir sorun olduğunda kabuğuna çekilerek, düşünür ve çözüm üretir. Yani erkek çözüm odaklıdır. Kadın ise sorunu çözmeyi hedeflemez; onu eşiyle paylaşmak ister.
Erkek iletişimin bilgi aktarımı; kadın ise yalnızlığı giderme ve paylaşma boyutunu önemser.
Bir başka deyişle, iletişimde erkeği sonuç, kadını ise süreç ilgilendirir.
İki taraf da birbirinin bu yönünü dikkate almazsa, ilişkide sürekli iletişim hataları meydana gelir. Örneğin erkeğin yaptığı sekiz işten üç tanesi yanlış ise, kadın yapısı gereği yanlış olanlara yönelir ve bunları eleştirir. Erkek ise hatalarının söylenmesinden, kendisiyle buyurgan bir edayla konuşulmasından rahatsız olur.
Kadının ise bir sorun olduğu zaman konuşarak rahatlaması adeta şarttır. Bu yüzden, evde bir sorun yaşandığı zaman erkek eşini mutlaka dinlemelidir. Sorun çözülmeyecekse bile, rahat rahat konuşabilmek kadının psikolojik ihtiyacının karşılanmasını sağlar.
Eşler arası iletişimde hatalara odaklanarak eleştirel bir dil kullanmak ve karşı tarafı yeterince dinlememek sevgiyi azaltır. Doğru yapılan işleri takdir etmek yani olumlu olana vurgu yapmak ise sevgiyi artırır.
EŞİNİZİN KİŞİLİĞİNİ HEDEF ALMAYIN
Eşler genellikle, eleştiriyi kişiliklerine yapılmış bir saldırı olarak algılarlar. Eleştirilen taraf, “Eşim beni sevmiyor, aşağılıyor, küçük görüyor.” diye düşünmek yerine, eleştirilen davranışı neyse onu düzeltmeye çalışmalıdır.
Eleştiride dikkat edilmesi gereken hususlardan biri, karşıdaki insanın kişiliğini hedef almamaktır. Örneğin kadın, çocukları ihmal eden eşine “Sen gaddar bir babasın.” diyerek onun kişiliğini hedef almak yerine, “Çocuğumuzla birlikte vakit geçirmen önemli, onu ihmal etmek doğru değil.” tarzında yaklaşmalıdır.
Problemleri çözmeye çalışırken kullanılan dil de önemlidir. Eşinizle ‘sen’ diliyle konuşmak, onun savunmaya geçmesine neden olur. Bunun yerine ‘ben’ dili tercih edilmeli; “Şu durum beni incitiyor.” ya da “Böyle davranman beni kırdı.” gibi ifadeler kullanılarak çözüm aranmalıdır. ‘Sen’ dilini kullanarak eşinizi değiştirmeye çalışmak, hem onun savunmaya geçmesine neden olur hem de sorunu kişilik çatışmasına dönüştürür.
Eşler karşı tarafı değiştirmeye çalışmak yerine, önce kendilerini değiştirmelidir. Sorunlar karşısında “eşim benim istediğim gibi olsun” yaklaşımıyla hareket etmek, onu değiştirmeye çalışmaktır ve insan, doğası gereği her zaman değiştirilmeye tepki verir. Bu da, problemleri içinden çıkılmaz hale getirir. “Bize vakit ayırmalısın, bu senin görevin.” gibi zorunluluk ifade eden cümleler kullanmak, uzun vadede olumlu sonuç vermez. Bu tarz bir hitaba maruz kalan kişi, sorun çıkmasın diye birkaç kere gönülsüz olarak eşinin istediğini yapar ama bunu devamlı hale getirmez.
Eşinin değişmesini isteyen kişinin, “Birlikte nasıl vakit geçiririz?” diye düşünerek, buna uygun ortamlar hazırlaması yani önce kendisi şartları hazırlayıp ondan sonra karşı taraftan özveri beklemesi daha sağlıklı bir iletişim tarzıdır. Ortada bir sorun varsa, kişi önce kendisini değiştirmeli ardından da eşinin değişmesini beklemelidir. Özellikle erkekler, kendilerine bir şeyi yapmaları gerektiğinin söylenmesinden hoşlanmazlar. Bu yüzden kadın, eşine yol göstermek yerine zemin hazırlama yolunu seçmelidir.
‘KEŞKE’ DEMEK ÇÖZÜMSÜZLÜKTÜR
Sık sık yaşanan sorunlar, kadında ya da erkekte zaman zaman pişmanlık duygusu doğurabilir. İnsanın ruh sağlığını bozan, problemler karşısında elini kolunu bağlayan duyguların başında pişmanlık gelir. Sürekli ‘keşke’ diyen bir insanın ruh sağlığının bozulmaması mümkün değildir. Bu kelime, insanın psikolojik enerjisini geçmişe dağıtarak boşa harcanmasına neden olur.
Sorun yaşanan evliliklerde özellikle kadınlar, pişmanlık duygusuna daha çok kapılırlar. Çünkü toplumsal nedenlerden dolayı evlilikten vazgeçmek onlar için daha zordur, bu da çaresizlik duygusuna ve beraberinde pişmanlığa yol açar. Ayrıca kadınlar yapıları gereği çözüm yerine sorun odaklı düşündükleri için, problemlerin düzelmeyeceği hissine kapılarak, evlendiklerine daha çabuk pişman olurlar.
Sadece evlenme konusunda pişmanlık duymak değil, ortaya çıkan diğer sorunlara karşı da, “Keşke şöyle yapsaydım/yapsaydı, eşimle sorun yaşamaz, şimdi daha mutlu olurduk.” diye düşünmek insanın enerjisini boşa harcamasına, sorunlar karşısında pasif kalmasına neden olur. Pişmanlık duyup ‘keşke’ demek yerine sorunların nedenini bulup adım atmak gerekir.
Evlilikte eşleri pişmanlık noktasına getiren sorunların temelinde, birbirlerine karşı sevgi, ilgi ve saygının (bunlara nezaket de eklenebilir) azalması yatar. Özellikle kadın için sevgi, ilgi ve incelikten yoksun bir evlilik adeta kabustur. Bu üç unsurun iyice zayıfladığı bir evlilikte, kadın ve erkeğin atacağı adımlar önemlidir. Eşler “Ne yaparsam sevgiyi artırırım?” sorusunun cevabını ne kadar çok düşünürlerse pişmanlıktan o kadar uzaklaşır, evliliği yoluna koymaya yaklaşırlar. Kişi istedikten sonra, eşinin psikolojik ihtiyaçlarını, ilgi alanlarını ve evdeki dengeleri gözeterek sağlıklı bir diyalog kurmanın yolunu bulur.
İnsan olaylar karşısında çaresiz değildir. Eşlerin ‘keşke’ kelimesini kullanmaları kadar, sorunlar karşısında ümitsizliğe düşmeleri de tehlikelidir.
EVLİLİK TEST EDİLMEZ
Eşlerin yaptığı en önemli iletişim hatalarından biri de, tartışmaları ve sorunları evlilik testlerine dönüştürmektir. Evlilikte her çatışmayı tartışmaya dökerek evliliği bitirme tehdidinde bulunmak ciddi şekilde kumar oynamaktır. Tartışmalarda taraflar dürtüleriyle hareket eder ve birbirlerinin sadakatini test etmek için boşanmayı gündeme getirirler.
Tartışma esnasında taraflardan birinin, “Ben gidiyorum, evi terk ediyorum.” ya da “O zaman ayrılalım.” şeklinde bir tavra bürünmesi genelde onun gerçek niyetini temsil etmez. Bu sadece karşı tarafa, “ayağını denk al” ya da “beni kaybedebilirsin” mesajını vermektir.
Tartışmalarda sürekli bu tarz bir yaklaşım sergilemek, ‘kendini gerçekleştiren kehanet kuralı’nı işletmeye başlar. Bu kurala göre söylenen söz veya ifade edilen durum, samimiyetle dile getirilmemiş olsa bile bir müddet sonra gerçekleşir.
İnsanın söylediği söz ok gibidir, ağızdan bir kere çıktıktan sonra artık kontrol sahibinde değildir ve nereye gideceği kestirilemez. Bir söz beyinde üretildikten sonra sık sık tekrarlanırsa, beyin o söze uygun başka mesajlar da üretmeye başlar. Sonra da insanın kendisi, ilk başta gerçek amacı farklı olan o söze inanmaya başlar. Mesela çalışkan bir çocuğa sürekli tembel derseniz, bir müddet sonra o çocuk, buna gerçekten inanmaya ve tembel rolüne girmeye başlar. Bu yüzden bırakın tartışmaları, normal bir iletişim anında dahi şaka bile olsa “boşanalım, ayrılalım” gibi sözleri kullanmak doğru değildir.
Muhakkak eşlerin başka hiç kimsenin araya giremeyeceği, kendilerine özel bir alanlarının olması gerekir. Kur’an-ı Kerim’de eşlerin odasına çocukların bile izinsiz girmemesi, kapıların kapalı olması tavsiye edilir. Bu ilkeden, eşler arasında başkalarının hatta çocuklarının bile bilmeyeceği özel bir alanın olmasının gerekliliği şeklinde bir sonuç çıkarılabilir.
Oysa genç evliler, evliliklerinin ilk yıllarında annelerine ya da yakın bir akrabalarına başkalarıyla paylaşılmaması gereken meseleleri anlatabilirler. Bu durum bir şekilde diğer eşin kulağına giderse, bu kez o da eşine karşı doğal davranamaz hale gelebilir.
Ev bir eş için psikolojik olarak rahatlayabileceği, doğal davranacağı bir sığınak olmazsa, diğer eşle kurulacak iletişim de sağlıklı olmaz. Bu nedenle özellikle evliliğin ilk yıllarında, karşılıklı güven duygusu üzerine kurulu, sadece eşlerine mahsus özel bir alan oluşturmak ve onu korumak gerekir.
Bir alim iyi bir evlilik için “Cennet bahçelerinden bir bahçe olur.” der. Evliliği güzel bir bahçe haline getirmek demek, ilk yıllarından itibaren hayata, olaylara, sorunlara benzer bakışla bakmayı başarmak demektir. Bu ise öğrenilerek kazanılır.
İyi eş olmak, insanın genlerinden gelen bir özellik olmayabilir. Eşleşme biyolojiktir ama evlilik kültürel bir olgudur. Dolayısıyla sorunlar yaşayan eşler, evliliklerini nasıl sağlıklı yürütebileceklerini öğrenebilirler. Sorunlu çiftler mutlaka bu konuda tecrübeli kişilerden ya da profesyonel danışmanlardan evliliklerini nasıl güzel bir bahçeye dönüştürebilecekleri konusunda destek alabilirler. Evliliğe kafa yormamış, iyi bir eşin nasıl olması gerektiğini düşünmemiş bir insanın, evlilikte mutlu olmasını beklemek, kişinin bilmediği bir alanda ticaret yapıp başarılı olmasını beklemek gibidir.
Aşkın, sevginin amacı iki kişinin bir olmasıdır. Aslında varoluşun amacı da, bu ‘bir olma’yı gerçekleştirmek yani insanın Yaratıcısı’yla kendisi arasındaki perdeleri ortadan kaldırmasıdır. Kişilik sınırlarının ortadan kalktığı, evrenle bütünleştiği düşüncesini taşıyan kişiler üzerinde yapılan araştırmalarda bu kişilerin beyinlerinde normalden daha fazla mutluluk kimyasalı salgılandığı ortaya çıkmıştır. Bunun için inançlı insanlar, evliliklerinde yüz yüze geldikleri sorunlar karşısında Yaratıcı’ya yönelir ve en kötü durumlarda bile ümitsizliğe ve karamsarlığa düşmezler.