TR EN

Dil Seçin

Ara

Neşeli Hayat: Neşeli hüzün, ithal umutlar! / Film Yorumu

Sanırım bir filmin güzel olması sadece filmin içerdiği kaliteyle ilgili değil. Filmin zamanlaması, onu ortaya çıkaranların kişisel menkıbelerindeki yeriyle de ilgili bir şey.

Sanırım bir filmin güzel olması sadece filmin içerdiği kaliteyle ilgili değil. Filmin zamanlaması, onu ortaya çıkaranların kişisel menkıbelerindeki yeriyle de ilgili bir şey.

Misal; Cem Yılmaz Hokkabaz’ı sinema kariyerinin başında çekmiş olsa çok daha farklı bir noktada olurdu filmi...

Yılmaz Erdoğan—beğenelim/beğenmeyelim—bu ülkenin önemli mizahçılarından biri. Televizyon dizilerinin yanı sıra kendisinin yazıp/oynayıp/yönettiği üç filmi (Vizontele’ler ve Organize İşler) belli bir klişeye dayanan ve Yılmaz Erdoğan’dan beklenilen türden örneklerdi. Bu nedenle Doğu kökenli sanatçının yeni filmi önemliydi; ya sair filmleri gibi televizyondan deneyip tutturduğu bir formülü tekrar sinemaya uyarlayacak ya da gerçek bir sinemacı olduğunu kanıtlayacak türden sağlam bir dramatik yapı ve oyunculuk ile karşımıza çıkacaktı.

Neşeli Hayat—memnuniyetle ifade ederim ki—ikinci kısma girecek türden bir film. Ancak büsbütün de kusursuz değil.

Elbette filmin çok önemli artıları ve sevindirici yönü olmakla beraber aksayan, olmamış yönleri de mevcut.

Neşeli Hayat, sıradan bir orta sınıf insanı olan Rıza Şenyurt’un hayatına götürüyor bizi. Rıza Şenyurt, birçok işte tutunamamış, çocuk derdiyle yanıp tutuşan karısı ve başına bela iki kayın biraderinin arasına sıkışıp kalmış bir kenar mahalle insanıdır. Son olarak yaptığı ve batırdığı işe mahalle ahalisini de kattığı için hem dostlarıyla arası açılmış hem de onları uğrattığı zarardan dolayı mahkemelere düşmüş umutsuz bir orta sınıftır.

Mahkeme için gerekli olan avukat parasını bile bulamazken karşısına çıkan Yılbaşı arefesi Noel Baba promosyon kampanyasında, Noel Baba kıyafetine girerek bir oyuncak dükkanında kampanya aktörü olmayı kabul eder.

Cuma namazlarına giden, son derece sakin, başta karısı olmak üzere çevresindeki herkese sakin şekilde yaklaşıp, en karamsar anda bile umudunu yitirmek istemeyen bir karakter olan Şenyurt, esasen Noel Baba’nın ne anlama geldiğini bile tam olarak bilmemektedir.

Lakin yaptığı şeyin çok da kötü bir şey olmadığını dinlediği hutbe ile idrak edebilecek derecede de zekaya sahiptir kendisi. Yakasından bir türlü düşmeyen küçük kayınbiraderi, hukuki olarak ensesine binen mahalle komşularıyla verdiği mücadelede hep bir çıkış yolu arar durur.

Nihayetinde kader ona umutlu bir çıkış gösterirse de, yeni dertler ile hayatının devam edeceğine inancı tamdır.

Neşeli Hayat, sıradan hayatlarını sınıf atlama kaygılarıyla yaşarken her çırpınışta biraz daha batan karakterlerin filmi olmuş. Açıkçası bu tema insana ilk aşamada hemen Frank Capra’nın “It’s a Wonderful Life” filmini hatırlatıyor. Zamanlama dilimi ve karakterler açısından tesadüfü aşan bir benzerlik içeren iki film (Capra’nınki yaklaşık 55 yıl önce çekilmişti) birçok açıdan yerelleşmiş gibi görünse de temel kavramlar açısından epey sıkıntı yaşıyor.

Evet Yılmaz Erdoğan tıpkı Capra’nın kahramanları gibi umutlarını asla yitirmeyenlerin öyküsünü, ‘hüzünbaz’ bir dille anlatırken çelişkiler de kuruyor.

Yokluk içinde bocalayan bir adamın villa hayalinden, bir bebeğe sahip olmanın bu dünya için yeterince ‘şey’ olduğuna inanan insanına kadar geniş bir umut ve beklenti spektrumu var filmde.

Umut, beklenti, yılmama gibi kavramlara—ne yazık ki—yüzde yüz yerli bir bakış açısıyla yaklaşamıyor Yılmaz Erdoğan. Kader’in, kaza’nın, hikmet’in ve en sıradan ifadeyle “Vardır bu iş içinde bir hayır”ın künhüne vakıf bir sinemacı gibi davranamıyor ne yazık ki. Olayların görünüşüne takılıp kalıyor ve bir süre sonra yılbaşı havai fişeği gibi boşlukta dağılıp eriyor yerellik. Oysa etrafında dolandığı tema muazzam bir iş çıkarması için çok müsait.

Film müziği, atmosferi ve çelişkileri ile bize ait ve yerel üstelik. Ve iki oyuncu Yılmaz Erdoğan/Büşra Pekin bu yerel dokuyu zirveye çıkaran motif olarak baştan sona ilerliyor. Ancak aynı şeyi, sanatı televizyondaki haftalık şov gibi gören genç kadro için söylemek pek mümkün değil. Ersin Korkut’un abartılı oyunu, diğer genç sanatçıların yer yer karikatüre varan tiplemeleri film boyunca inandırıcılığı tırtıklayıp duruyor.

En çok da finaliyle kaçırılan fırsata üzülüyor insan. (Merak etmeyin söyleyip tadınızı kaçırmayacağım) Ama mutlu finale müthiş bir Anadolu insanı vuruşu yapma imkanı varken, nedense arabesk bir yaklaşım ile tamamlıyor diyeceğini Neşeli Hayat.

Bütün bunları alt alta topladığımızda artık siz karar verin filmin iyi mi, yoksa kötü mü olduğuna.

Sanırım biraz da bizim bakış açımızla ilgili bir durum bu. Filme karamsar filtreyle yaklaştığımızda hayli iyi bir tablo ortaya çıkarken, tozpembe bir iyimserlikle baktığımızda ortaya çok da yüceltilmeyecek bir manzara çıkıyor. İşte böyle bir film Neşeli Hayat!