TR EN

Dil Seçin

Ara

Oruç Koruyucu Bir Zırhtır

Oruç Koruyucu Bir Zırhtır

Orucun koruyucu vasfı hem Kur’an’da hem hadislerde vurgulanmıştır.

“Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç tutmak size de farz kılındı. Böylece umulur ki, fenalıklardan korunursunuz” (2/183) mealindeki ayette orucun koruyuculuğu asıl hedef olarak gösterildiği gibi, hadis-i şerifte de; “Oruç koruyucu bir zırh” (Buharî, savm, 2) olarak bildirilmiştir.

Bundan anlaşılıyor ki, oruç kuru bir açlık ve susuzluktan ibaret değil, koruyucu zırh özelliğine sahip bir ibadettir. Bu yazımızda orucun bu özelliği üzerinde durmaya çalışacağız.

Prensip olarak bu korumanın üç ayağından söz edilebilir.

a. Biyolojik koruma:

İnsanda yaratılıştan var olan kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gazabiyenin (isteme ve korunma duyguları) kaynağı nefistir. Hayvanî ve nebatî kaynaklı olan bu iki kuvvetin aşırılığa kaçmaları ve serserice hareket etmeleri her zaman söz konusu olabilir. Bunların manevî hayata karşı bu aşırı, dengesiz ve orantısız hayvanî güç kullanmalarını engellemek için, onların dizginlenmesi ve dengeli hareket etmelerinin sağlanması gerekir. Bu ise, kalp, akıl ve ulvî duyguların tarafını temsil eden ruhanî hayatın güçlendirilmesi; nefis, his ve süflî duyguları temsil eden cismanî hayatın güçsüzleştirilmesi ile mümkündür. Yani—ruhanî hayatın cismanî hayata üstün gelmesini sağlamak için—biyolojik-cismanî bünyenin enerji kaynağı olan maddî gıdaları kısmak ve lojistik desteği kesmek, buna mukabil manevî-ruhanî hayatın enerji kaynağı olan manevî gıdaları yetiştirmek, ibadet, zikir, tefekkür gibi ulvî duyguları pekiştiren bir ortam hazırlamak gerekir.

Bazı hadis rivayetlerinde Ramazan ayında şeytanın bağlanacağı ifade edilmektedir. Bu bağlanma konusunun mecaz olarak algılanması daha doğru olur. Buna göre Ramazan ayında şeytanın bağlanması demek, şeytanın yanlış telkinler yapmasına zemin hazırlayan şartların olmaması demektir.

Şeytan, fırsat bulduğu yerden insanlara sokulabilir. Bu yerlerin başında insanların nefsini şımartan tokluk gelir. Ramazan’da bu tokluk ortadan kaldırılmakla şeytanların telkin etme yolları kapanır, hareket alanı daralır. Bu da onun bağlanması anlamına gelir. Nitekim bir hadis-i şerifte “Şeytan insan oğlunun kanının dolaştığı yerde dolaşır” diye ifade edilmiştir. Bu da damarlara giren gıda oranında, insanda şehevî duyguların kabaracağını ve şeytan için telkin yolu açılacağını; bu damarların açlıkla daralması nispetinde şeytanın hareket kabiliyetinin kısıtlanacağını, bir manada onun bağlanacağını göstermektedir.

Konuyu daha açık bir ifadeyle özetlemek gerekirse; Şeytan, cin kabilesinden olduğuna göre, hava gibi her yerde, damarlarda dolaşabilir. “Damarıma dokundu” derken bile, belki de şeytanın oradaki tahribatını da dillendirmiş oluyoruz.

Şeytanın telkinleri ile nefsin istekleri bir konuda birleşince artık insanın ona karşı mücadele etmesi güç olur. Nefsin arzuları daha çok yiyecek ve içecekle alakalıdır. Lezzet aldıkça daha fazlasını ister. Tok olduğu zaman direnç kazanır ve şeytanın telkinlerini—kendi işine de yaradığı için—ısrarla gerçekleştirmeye çalışır. Fakat aç, susuz kaldığında direncini kaybeder ve şeytanın telkinlerini dinlemeye mecali kalmaz.

Hikmetli bir menkıbede denildiği gibi, Allah nefse her türlü azabı verdiği halde “Ben kimim, sen kimsin?” diye sorduğunda, azgın bir âsi olarak “Ben benim , sen de sensin” demiştir. Ne zaman ki kendisini bir süre aç bırakmış o zaman bu soruya “Sen benim merhametli Rabbimsin, ben ise senin âciz kulunum” itirafında bulunmuştur.

İşte oruç bu manada şeytanı hakkıyla bağlayan, şeytanın yardımcısı olan nefsi dizginleyen ve böylece insanları gayr-ı insanî ve gayr-ı İslamî davranışlardan koruyan ve bir anlamda koruyucu hekimlik görevini yapan bir zırhtır.

 

b. Psikolojik koruma:

Bugünkü bilimin verilerine göre, insanların davranışları üzerinde psikolojik etkinin varlığı tartışmasızdır. İnsanın oruçsuz zamanki açlık ve susuzluk hali ile oruca niyet edip oruç tuttuğu zamanki hali arasında büyük fark olduğu binlerce tecrübe ile sabittir. Oruca niyet eden kimse, Allah’a verdiği sözün bir gereği ve kendi öz benliğiyle yaptığı sözleşmenin bir sonucu olarak, artık gün boyunca bir şey yiyip içmeyeceğine dair kendisinde büyük bir dayanma gücü oluşur. Allah, hakîm isminin bir tecellisi olarak, oruçlu kimsenin bu niyetini, o kulunda dayanma gücü yaratmasına bir vesile kılmıştır.

Normalde helal olduğu halde, oruçlu iken geçici bir süre haram kılınan bazı eylem ve davranışlarını frenleyen kişi, her zaman haram ve yasaklar listesinde bulunanlara karşı daha mesafeli kalmasının zorunluluğunu daha iyi anlar. Bu psikoloji ile kötülüklerden daha fazla sakınmaya çalışır. İşte orucun koruyuculuk zırhının bir boyutu da bu psikolojik idrakin oluşmasıdır.

 

c. Sosyolojik koruma:

Bilindiği üzere, insan fıtraten medenîdir, sosyal bir varlıktır, hayatını ancak toplumsal bir hayatta sürdürebilir. Hem etken hem de edilgen bir yapıya sahip olan insanların yaptığı işler, fert bazında kalmaz sosyal yapıyı da etkiler. Bu sebeple, çevrenin durumu, toplumun konumu fertlerin kişiliklerinin oluşmasında önemli rol oynar. “Üzüm üzüme baka baka kararır,” “herkes kendi evinin önünü süpürürse belediyeye ihtiyaç kalmaz,” “toplum baskısı, mahalle baskısı” gibi ifadelerin hepsi sosyolojik birer vakayı tespit etmeye yöneliktir.

Tecrübelerle sabittir ki, Ramazan ayı, oruç sayesinde İslam âlemini çok güzel bir ahlakî disipline sokar, şefkat ve merhamet hislerini kabartır, yardım ve dayanışma ruhunu canlandırır. Kötülüklerden uzaklaştırır. Kur’an’ın ilk indiği saadet asrının havasını teneffüs ettirir. Kalbin nefse, aklın heva ve hevese, ulvî duyguların süflî duygulara, mananın maddeye, dimağın damağa, ruhun mideye hâkim olduğu bir ortam sayesinde insanlık erdemleri toplumda yaygınlaşmaya başlar. Oruçlu toplumda artık akıl konuşur, şeytan susar, gönül konuşur, nefis susar.. Artık fert gibi toplum da orucun koruyucu zırhına bürünmüştür. İşte orucun sosyolojik koruma boyutu…

Konuyu, oruçla ilgili önemli bir uyarı ve müjdeyi barındıran bir hadis-i şerifle bitirelim:

Ebu Hüreyre’nin bildirdiğine göre Efendimiz (asm) şöyle buyurdu:

“Yanında ismim anıldığı halde bana salâvat getirmeyen kimsenin burnu yere sürünsün; Ramazan ayı girip çıktığı halde, affolunmayan kimsenin burnu yere sürünsün; yaşlı olan ana-babasının her ikisine veya onlardan birine kavuştuğu halde Cennete girmeyen kimsenin burnu yere sürünsün.” (Tirmizî, Daavat, 101)