TR EN

Dil Seçin

Ara

Günümüz Dünyası ve Toplumsal Hafıza Üzerine

Toplumları kendi kılan, diğerlerinden ayıran ve insanlık ailesinde kendilerine has bir yer edinmelerini sağlayan birtakım ayırt edici özellikleri var. Ait oldukları medeniyet havzası, bu medeniyetten beslenen değerleri ve tarihî tecrübelerinin yanı sıra inanç, kültür ve coğrafya gibi unsurlar bu ayırt edici özelliklerin şekillenmesinde önemli bir rol oynuyor. Korunmaları noktasında da medeniyet bilinci ve tarihsel hafızanın muhafazası gerekiyor. 

Hafıza hayatın içinde derlenen ve her yaşanmışlıkla daha da zenginleşen bir arşiv. Alzheimer hastalığı bize hafızanın, yaşanmışlıkları hatırlamanın insan için ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Acısıyla tatlısıyla, zorluğuyla kolaylığıyla, üzüntüsüyle sevinciyle yaşanan her şey bir anlamda insanı inşa ediyor. Hayat yolculuğunda yol kat ettikçe anlaşılıyor ki, yaşananların her biri bir hikmet dâhilinde meydana geliyor.  Ömür resmini tamamlayan anlamlı parçalar olarak kişisel tarihimizde yerlerini alıyorlar. İşte böyle bir yaklaşımla ele alınan hayat tecrübesi bugünü daha sağlıklı değerlendirmede bir imkân haline gelebilir. Özellikle zor zamanlarda, çaresiz kaldığımızı hissettiğimizde ve bir çıkış yolu aradığımızda, kişisel tarihimiz önemli bir referans, bir güç ve teselli kaynağı olabilir. Bugünlere gelene dek geçtiğimiz yolları düşündüğümüzde, sevinçler başarılar ve iyilik halleri kadar nice sorunlar zorluklar engellemelerle de karşılaştığımızı ve bunlarla mücadele ederek bir bir geride bıraktığımızı hatırladığımızda, bugün canımızı sıkan baş etmekte zorlandığımız sorunlar karşısında daha bir dayanıklı hale gelir ve çözüme odaklanabiliriz.  

Bireysel düzey kadar toplumsal düzeyde de hafıza, hatırlamak, geçmişin tecrübesi ile bugün ve yarınlar arasında bağ kurmak, köprüler inşa etmek hayati önem taşıyor. Toplumsal hafızanın yitirilmesi, başka bir deyişle toplumsal yapı, değerler, tarih ve medeniyet bilinci gibi hususlarda Alzheimer hastalığından mustarip olmak da bir o kadar endişe verici bir durum. 

İnsani kriz ve değerler sorunu günümüzde çözüm aranan iki temel sorun. Batı zihniyetinin ve ona yaslanan hayat tarzının insanlığı sürüklediği bu noktada yeniden düşünmek ve yeni şeyler söylemek zamanıdır. “Boynumuz ağrıdı Batı’ya bakmaktan”  diyor Nuri Pakdil. Artık bakışlarımızı kendimize, bizi biz yapan değerlerimize, tarih tecrübemize çevirmeliyiz. Hayatın acımasız bir rekabet ve her pahasına ayakta kalma savaşı olduğunu söyleyen, güçlünün hâkim olduğu bir dünya öngören bir zihniyete karşı, insan odaklı ve adaleti, yardımlaşmayı, dayanışmayı, kardeşliği tesis etmeyi amaçlayan medeniyet kodlarımızla yeniden formatlanmalı zihinlerimiz ve yüreklerimiz…

İnsanlığı ayakta tutan, hayata tutunduran bir değerler manzumesine sahibiz aslında…“Türkler’in ahlakı, çocuklukta iyilik telkini alarak değil, toplumda kötü örnek görmeyerek gelişir.” diye anlatmış bir İngiliz gezgin-yazar tarihte bizi. Bugünün değerler eğitiminde pek yol alamayışımızın sebebi teori ve pratik arasındaki uyumsuzluk/çatışma değil mi? Yine “İnsanların evine girerken kör ol… Oradan çıkarken dilsiz ol… Gittiğin evde kusur görme, görürsen de kimseye söyleme.” gibi bir prensiple hareket etmemiz salık verilmiş misafirlik adabına dair mesela. Bugünün gösterişi amaç edinen, kusur bulmaya odaklanan insan tipi ve bunu besleyen büyüten zihniyeti, medya araçlarını nereye koymalı? 

Nurettin Topçu “Yaralarımızın en derinde olanlarından biri de insana değer vermeyi bilmeyişimizdir. İnsana hürmetsizlik insanlığı düşürür.” derken yine temel bir soruna işaret ediyor.  Bu sorunun çözümünde yol almaya çalışırken mesela, kutlu yolculukta ihrama girmenin sadece bir Hacc ritüeli olmadığını, bize bir anlamda hayatın her anında canlı cansız tüm varlığın bilhassa insanın hürmet edilesi olduğu dersini verdiği hatırlansa. Buna uygun davranışlar geliştirilse ve örnek olunsa. Peki, dijital ortamlarda pek çok yazılı veya görsel paylaşımı “Çöp kutusuna gönderilsin mi?” sorusuna onay vererek çabucak elden çıkaran günümüz insanı, değer bilme veya hürmet etme noktasında farkında olmadan hangi dersi almaktadır acaba?

Batı’nın gündemine sonradan aldığı duygusal zekâ çalışmalarıyla tanınan Daniel Goleman kendi toplumlarıyla ilgili şu tespiti yapıyor: “Günümüzde en azından iki ahlak tavrına ihtiyacımız var. Kendine hâkim olmak ve şefkat göstermek. Çocuklarımızın duygusal eğitimini şansa bırakıyoruz ve sonuçları çok yıkıcı oluyor. Aklı ve kalbi birleştirmeli. Sadece akıl yetmiyor. Şu soruları sormalıyız: Sokaklarımıza nezaketi, toplumsal yaşantımıza şefkati nasıl taşıyabiliriz?”

İnsanlığa demokrasi, insan hakları, hukuk devleti, gelişme, ilerleme, ekonomik ve sosyal refah vaat edip, bireysel düzeyde özgürlük, mutluluk ve kendini gerçekleştirme yollarını vaaz edenler, bu iddialarını gerçekleştirmede sınıfta kaldılar. Nitekim değerler noktasında da en basit insani hasletlere olan ihtiyaçlarını bu şekilde dile getirmiş oluyorlar. Mültecileri denize atarak ölüme terk edenler, evsizleri başka ülkelere göndermek suretiyle onlardan kurtulmayı planlayanlar, develeri ve kedileri silahla veya zehirleyerek katledenler, evlerini yurtlarını gasp ettikleri insanlara “Ben çalmazsam başkası gelip çalacak” deme pervasızlığıyla zorbalığı ve işgali kendi gözünde normalleştirenler ve daha nicesi… Hep güçlünün hâkimiyeti, hep ahlak ve şefkat yoksunluğu… Ve, akleden kalbin yokluğu… 

İşte tüm bunlardan dolayıdır ki, akleden kalbe hitap eden, Hakka ve adalete davet eden son İlahi hitabın muhatabı olanların bir sorumluluğu var. Bu çağda yeniden kendine gelmek ve dünyayı maddi manevi yangın yerine çevirenler karşısında kendi değerlerine ve  kimliklerine yaslanarak ve toplumsal hafızalarında halen var olan güzel hasletleri hayata geçirerek bu olumsuz gidişe dur deme çabası göstermek. Tabii ki zaferle değil seferle mükellef olduklarını unutmadan.