Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, ucu bucağı bulunamayacak kadar büyük bir orman varmış. Meşesi, çamı, gürgeni, söğütü ve daha nice ağaç çeşidiyle ve aslanından sincabına, serçesinden yılanına çeşit çeşit hayvanıyla cennet gibi bir ormanmış bu. Aslanlar ceylan sürülerinin peşinden koşarmış, ama karınları tokken yanlarından geçip su içen ceylanlara dönüp bakmazlarmış bile. Nehirlerde büyük balıklar küçük balıkları yutarmış, ama ne küçük balıkların nesli tükenirmiş, ne de büyük balıklar sırf küçük balık yutmak için aç değilken ava çıkarmış. O sebeple orman yüzünden ne ceylan türünün ne de küçük balıkların ortadan kalktığı görülmemiş.
Gel zaman git zaman, bu ormanın içine de kötülük tohumları düşmeye başlamış. Ormanın dışındaki köylere gidip tavukları boğazlamayı marifet bilen tilkiler, orada insanlardan gördüklerini ve duyduklarını ormanda uygulamaya kalkmış. Ne mi yapmışlar? İnsanlardan duydukları “Burası benim. Şuraya kadar bana ait” veya “Buralar bize ait, bizden başkası giremez” gibi sözlerin cazibesine kapılıp ormanda bir “Tilkiler diyarı” kurmaya karar vermişler.
Ormanın sayıca daha yoğun yaşadıkları bir köşesini seçip “işte” demişler. “Burası artık ‘Tilkistan’dır. Tilkistan’da sadece tilkiler yaşar ve burası tilkilerindir.” Sonra da sınır diye yere belli belirsiz birtakım çizgiler çizmişler, fakat diğer hayvanların bu çizgileri pek de umursamadığını farkedince hemen tedbirler almışlar. “Tilkistan”ın sınırlarına güçlü-kuvvetli tilkileri nöbetçi olarak dikmişler. Bu tilkiler sınırdan geçmeye çalışan daha zayıf hayvanları yaka paça uzaklaştırmışlar. “Haddinizi bilin. Siz tilki değilsiniz. Öyleyse burada ne yaşayabilir, ne de izinsiz geçebilirsiniz” demişler. Egemenliklerini ilan ettikleri orman köşesinde yaşayan sincapları, fareleri, ceylanları, tavşanları vs dışarı atmışlar.
Bu olup bitenlerin haberi ormana çabucak yayılıvermiş. Tilkiler yaptıklarını meşrulaştırmak için, başkalarının da aynı şeyi yapmasını istemiş ve o yüzden de kurt, aslan, fil vs gibi daha kuvvetli hayvan sürülerinin yanına gidip “Bakın şu nehir kenarı tam size göre. Burası da sizin ülkeniz olsun” veya “Şurada çok güzel meyveli ağaçlar var, tam size layık” gibi sözler etmişler. Bu hayvanlar da “Bizim tilkilerden neyimiz eksik?” diye düşünüp, ormanın büyükçe birer kısmını kendilerine ayırmışlar. Böylece ormanı “Aslanistan”, “Gergedanistan”, “Kurtistan” veya “Filistan” gibi bir sürü parçaya ayırmışlar. Ormanı bu şekilde paylaşma ve sahiplenme işi öyle bir çılgınca boyuta varmış ki, sincaplar ve tavşan gibi hayvancıklar bile “büyükler”den arta kalan bir iki ağaçlık bir orman köşesini hemen “Tavşanistan” veya “Sincapistan” diye ilan edivermiş.
Buna diğer kuvvetli hayvanların pek aldırdığı yokmuş gerçi; çünkü sanki kendilerininmiş gibi oralarda zaten yatıyor, uyuyor, avlanıyorlarmış. “Olsun” diyormuş sincaplar “Neticede bizim de kendimize ait cennet gibi bir beldemiz var ya.”
Bütün hayvan türleri en güzel ve yüksek ağaçların ormandan kaptıkları kendi köşelerinde bulunduğunu, en güzel ve lezzetli meyvelerin kendi ağaçlarında yetiştiğini; diğer hayvan gruplarının sırf bu yüzden gözlerini kendi beldelerine diktiğini düşünüyormuş. Bütün hayvan grupları topraklarının dört bir tarafının düşman hayvanlarla çevrili olduğunu, bu yüzden hep tetikte olmaları gerektiğini düşünüyormuş. Kurtların arasındaki konuşmalara kulak verdiğimizde üç cümleden birisinin “Kurdun kurttan başka dostu yok” olduğunu duyarmışsınız. Fillere sorsanız en kuvvetli hayvan türü filler, kurtlara sorarsanız en cesur hayvanlar kurtlar, tilkilere göre ise en zeki ve en yetenekli hayvan türü elbette ki kendileriymiş. Kısacası, hayvan türlerinin arasına sadece hayalî sınırlar değil, rekabet ve kıskançlık uçurumları da girmiş.
Fakat bu gidişatın acı meyvelerini tatmaları çok uzun sürmemiş. Hayvan sürüleri arasında önce sınır kavgaları başlamış. Aslanlar kurtlarla, filler kaplanlarla, tavşanlar sincaplarla sürüler halinde kavgaya tutuşmuşlar. Kimisi “Tek bir ağaç dalımızı bile kimselere vermeyiz” diyormuş, kimi ise “Siz bizim topraklarımızdan izinsiz geçtiniz, bunun cezasını çekeceksiniz.” Bazen kurtlarla tilkiler birleşip aslanlara saldırıp onların birkaç ağacını ele geçiriyorlarmış, ama aslanlar bir gece baskınıyla ağaçlarını tekrar kazanıp üstüne bütün “Tilkistan”ı istila ediyorlarmış. Bazen geyikler tilkilerle meydan savaşına çıkıyormuş. Ama bu arada onlarca hayvan boş yere can veriyor yüzlercesi yaralanıyormuş.
Bu işten en çok zararı zayıf hayvanlar çekmiş. Ne geyikler, ne ceylanlar ormanın diğer köşelerine geçemedikleri için yeterli beslenemiyorlar ve açlık çekiyorlarmış. Üstelik aslanlar için diğer hayvanları avlamak artık bir beslenme yolu olmaktan çıkıp, öç ve zevk alma aracı haline gelmiş. Hiç aç değilken ceylan veya ceylan sürülerinin arasına dalıp onları öldürdükten sonra bırakıp gidiyorlarmış. Diğer taraftan, “Aslanistan”larını hemen kenarına ilan ettikleri nehrin sadece kendilerine ait olduğunu, başka hiçbir hayvan grubunun ondan su içemeyeceğini iddia etmişler. Bunun üzerine, başta çok sayıda ceylan, geyik ve zürafa gibi daha zayıf hayvan susuzluktan telef olmuş. Nehirden gizlice su içmeye kalkan kimileri ise aslanların pençeleri altında can vermiş. Aslanlar, sadece kendilerine tâbi ve yardımcı olacağına söz veren hayvanların nehirden yararlanmasına izin vermişler. Bütün ormanı bir kargaşadır, bir kavga ve dirliksizliktir almış kaplamış.
Bir zamanlar cennet gibi her şeyin ahenk ve huzur içinde sürüp gittiği, hayvanların kardeş kardeş yaşadığı orman artık cehennemden farksız hale gelmiş. Bütün havyanlar anlamsız bir kavga ve kıskançlığa; asılsız ve dahası haksız bir paylaşım ve rekabete tutuşmuş. Tek bir istisnayla...
Kuşlar bütün bu kavgaları yüksekten kimi zaman acı acı gülerek, kimi zaman üzülerek izliyormuş. Çünkü ulu çınarların tepesinden bakıldığında ormanın tamamını görebiliyor; aşağıda ne filistanın, ne taşvanistanın ne de aslanistanın sınırlarının gerçekte var olmadığını görebiliyorlarmış. Ve bu sınırlar, kanatlarının kendilerine sağladığı özgürlükle ormanın istedikleri köşesine uçabilen kuşlar için hiçbir engel teşkil etmiyormuş.