TR EN

Dil Seçin

Ara

Ahirzaman Masalları / Yok Eden Kartlar

Ahirzaman Masalları / Yok Eden Kartlar

Oldum olası alışverişi severdi. Canı bir şeye sıkıldığında, kendini mutlu hissettiğinde, ev işlerinden bunaldığında yaptığı ilk iş çantasını kapıp dışarı çıkmak ve soluğu bir alışveriş merkezinde almak olurdu. Yaşı çok genç sayılmazdı, ama alışveriş yaparken ruhunun daha da gençleştiğini, enerji ile dolduğunu hissederdi. Öyle olunca da eve paket paket eşyalarla döndüğü günler hiç de nadir değildi.

Kocası özel bir şirkette yönetici olarak çalıştığından gelirleri yerindeydi. Geniş ve bahçeli bir evleri ayrı ayrı arabaları, iki sevimli çocukları ve hepsinin de çok sevdiği bir köpekleri vardı. Ama köpeği hepsinden çok o severdi. Çocuklar okulda, kocası da akşam geç saatlere kadar kaldığı bürosundayken, köpekle bahçede oynar, onu sanki üçüncü bir çocuğuymuş gibi severdi. Alışverişe çıktığında onun için pahalı köpek mamaları alırdı.

Kocası bir gün kendisine bir kredi kartı hediye ettiğinde, bunun tüm hayatını akıl almaz biçimde değiştireceğini bilmiyordu. Sadece artık para taşımak zorunda kalmayacağını ve daha kolay alışveriş yapabileceğini düşünmüştü. Gerçekten de artık her alışverişten sonra görevliye uzattığı kredi kartı onun için hem bir kolaylık, hem de bir ayrıcalık sembolü haline gelmişti. Büyük mağazaların görevlileri yaptığı yüklü alışverişler nedeniyle onu tanıyor, büyük bir saygı gösteriyorlardı. Artık mağazaları gezmek, orada saygı görmek, sonra da aldığı eşyaları arkadaşlarına anlatmak veya göstermek onun en büyük zevki haline gelmişti.

Kocası onun harcamalarına yetişebilmek için daha çok çalışmak zorunda kalıyor, arada sırada ona daha az harcamasını hatırlattığında ise o “Olur mu? Bu zamanda şu olmadan olur mu, bu olmadan yaşanır mı?” diyerek kendisini haklı çıkartmayı biliyordu. Artık kocasını da, çocuklarını da, evini de daha az görür hale gelmişti. Onlara aldığı pahalı hediyeleri verirken görüşseler de, çocukların ve eski oyunları özleyen köpeğinin bile durumdan memnun olduğu söylenemezdi. O ise gitgide bozulan ilişkilerine karşı çareyi, daha çok alışverişte ve daha çok mağaza gezmede buldu.

Fakat bir gün, hiç ummadığı bir şey geldi başına. Alışverişten döndüğünde, yeni aldığı pahalı tasmayı denemek için köpeğini çağırdığında seslenişine hiçbir cevap gelmedi. Halbuki, arabadan iner inmez köpeği kucağına atlar ve ona sevgi gösterilerinde bulunurdu. Nerede olduğunu anlamak için bütün evi ve bahçeyi araştırdıysa da hiçbir şey bulamadı. Köpeği ne evde, ne de bahçedeydi. “Herhalde bir yerlere gitmiştir, biraz sonra gelir” düşüncelerinin arasında içini saran huzursuzluğu atmak için, televizyonun karşısına geçti ve o sırada yayınlanan reklamları seyretti. Ama köpeği eve hiç gelmedi.

En garibini ise akşam çocukları ve eşi geldiğinde yaşadı. Onlara köpeğin kayıp olduğunu söylediğinde aldığı cevap “Ne köpeği?” şeklinde oldu. Kulaklarına inanamıyordu. Kendisine hiçbir zaman köpeklerinin olmadığını söylüyorlardı. “Ama nasıl olur?” diye itiraz edecek olduysa da, üzerine yönelen garip bakışlar karşısında fazla ısrar etmedi. Bütün gece gözüne uyku girmedi. Köpeğinin kaybolmasından çok eşinin ve çocuklarının sanki şimdiye kadar hiç köpekleri olmamış gibi davranmasına şaşırıyordu. Bir tuhaflık vardı, ama bu kendisinde miydi, yoksa onlarda mı?

Ertesi ve daha sonraki günlerde kendisine gelmeye çalıştı. Her zamanki rahatlama aracı olan yola başvurdu yine. Arabasına atladı ve bir alışveriş merkezinde aldı soluğu. Arabasına doldurduğu çeşit çeşit eşyaları eve taşımakla, onları paketlerinden çıkarıp yerlerine yerleştirmekle geçirdi zamanını.

Birkaç gün sonra, tam köpeğini unutmaya başlamıştı ki, başka bir sarsıcı olayla karşılaştı. Sabah olup da garajın kapasını açtığında, çok sevdiği arabasını göremedi. Çalındığına dair hiçbir emare yoktu. Garaj kapısı ne zorlanmış, ne de kırılmıştı. 

Telefona sarılıp durumu eşine haber verdi çok önemli bir iş görüşmesinin yarıda kesilmesine sinirlenen eşinin sözleri onu arabasının ortadan kaybolmasından da fazla sarstı: “Ama sevgilim, senin hiç araban olmadı ki!” 

Önce köpeği, şimdi ise arabası sanki buhar olup kaybolmuş, üstüne üstlük ailesi bu zamana kadar ne köpeğin, ne de arabasının farkında değilmiş gibi davranıyordu. Akşam, çocukları da hiç olmayan arabasının kaybolduğunu anlatan annelerini şaşkın halde dinliyorlardı. Israrla şu model, şu özelliklerde bir arabasının olduğunu, bu sabaha kadar her gün onunla alışverişe çıktığını ısrarla söyleyen eşine, kocasının tavsiyesi “İstersen, sana araba alalım. Ama, acaba bir psikiyatriste mi görünsen, diyorum” şeklinde oldu. 

Ne söyleyeceğini bilemiyordu. Daha garibi, arabasına ilişkin ruhsat vs. gibi şeyleri evi köşe bucak aradığı halde bulamamıştı.

Ertesi üç gün yatağından hiç çıkmadı. Eşinin tavsiyesine uyup bir doktora bile gitmeyi düşündü, ama sonra vazgeçti. Çünkü, kesinlikle hayal veya halüsinasyon görmediğine emindi. Kendini biraz daha iyi hissettiğinde yine bir alışveriş merkezine gitti; önce bir hamburger yiyip sonra da vitrinlere baktı. Herhangi bir şey satın almadı, çünkü eşi geçen ay kredi kartıyla yaptığı alışverişleri ödemekte zorlandığını, biraz daha tutumlu davranmasını söylemişti. Gayet nazik bir dille de söylese, kelimelerinin altında yatan mesaj açıktı: “Gereksiz yere çok fazla harcıyorsun!”

Ertesi hafta, daha iyice hissediyordu. Bir taksiye atlayıp yeni açılan bir alışveriş ve eğlence merkezine gitti. Bu defa ışıl ışıl vitrinleri seyretmekle yetinmeyip mağazalara girdi ve yeni elbiseler ve ayakkabılardan dondurulmuş yiyeceklere kadar bir sürü şeyi taksiye doldurup eve döndü.

Akşama doğru, çocuklarının okuldan dönme saati geldiğinde içini bir huzursuzluk kapladı. “Acaba başlarına bir şey mi geldi?” düşüncesiyle pencerenin önünden ayrılmadı. Ama çocukları bir türlü dönmedi. Deli olacaktı, telefona sarılıp okulu aradı. Çocuklarının ismini verip henüz eve dönmediklerini, hala okulda olup olmadıklarını sordu. Telefondaki görevlinin cevabı onu şaşkına çevirdi: “Hanımefendi, o isimlerde okulumuzda kayıtlı öğrenciler bulunmamaktadır. Sanırım, yanlış okulu aradınız.” 

Köpek ve arabadan sonra bu defa, ne polisi ne de kocasını arayacak cesareti bulamadı kendisinde.

Eve dönen kocasını kapının önünde karşılayıp boynuna sarılıp ağlamaya başladı. “Çocuklar!” diyebildi. “Çocuklar hâlâ dönmediler. Çok korkuyorum.” Eşi onu sakinleştirmeye çalışırken, bir taraftan da “Biliyorum, senelerdir çocuğumuzun olmayışı seni çok yıprattı. İstersen, doktorumuza yine gidip tedavi yolları araştırırız. Lütfen çok üzülme...” Kulaklarına inanamıyordu. Önce 14 yaşındaki küçük kızlarının, sonra da 10 yaşındaki küçük oğullarının ismini söyledi eşine korka korka. Kendisine deli gözüyle bakmasını istemiyordu.

Nasıl olurdu, sırtına kadar uzanan güzelim saçları olan kızlarını kocası nasıl unutabilir, veya yok sayabilirdi. Ya da, dünyalar tatlısı oğullarını. Eşi sakinleştirici ilaçlarla birlikte uyku hapı vererek onu zorla yatağına yatırdı. Sisli bulutların arkasında, kocasının telefonla aile doktorlarıyla konuştuğunu duyabildi. Sinirlerinin çok bozuk olduğunu, 15 senelik evlilikleri boyunca hiç çocukları olmadığı halde çocuklarının kaybolduğunu söylediğini anlatıyordu eşi.

Erteki gün, aile doktorları yanında ünlü bir psikiyatristle birlikte geldi. Yanlarında eşi de vardı. Eşi onlara köpek, araba ve şimdi de çocuklarla ilgili gördüğü hayalleri anlattı. Psikiyatrist ona birtakım sorular sorduysa da, o bunları geçiştirmeye çalıştı. Çünkü, asla hayal görmediğini söylemeye devam ederse bunun sonunun bir psikiyatri kliniği olacağının farkındaydı. Sadece sinirlerinin çok bozuk olduğunu, birkaç güne kadar iyileşeceğini umduğunu söyledi. Doktor ona birkaç ilâç yazarak dinlenmesini tavsiye etti.

Doktorlar gittikten sonra bir fırsatını bularak, alelacele aile albümlerini geçirdi eline. Albümü eline almasıyla yere yıkılması bir oldu, çünkü albümün hiçbir sayfasında çocuklarının resimler yoktu. Sadece o, eşi ve anne babası vardı fotoğraflarda...

İzleyen haftalarda kendi kendisiyle bir mücadele yaşadı. Hasta ve tuhaf olan o muydu, yoksa çevresindekiler miydi? Sonunda iddialarını ispatlayacak hiçbir delili bulunmadığından, ne çocuklarından, ne arabasından ve ne de köpeğinden bir daha bir daha bahsetmemeye karar verdi. Kocası da ona karşı daha yumuşak ve şefkatli davranmaya başlamıştı zaten.

Hatta bütün gün evde oturmak yerine biraz hava almasının, alışverişe çıkmasının daha iyi olacağını bile söyledi. Herhalde “iyileşmeye” başladığını düşünüyordu.

O da bu tavsiyeyi tuttu. Ertesi gün ve daha sonraki günleri alışverişle geçirdi. Gerçekten de kendisini daha iyi hissetmeye başlamıştı. Kredi kartının inanılmaz kolaylığından yararlanarak türlü türlü eşyalar aldı yine. Kimi zaman önce bir filme gidiyor, ardından ya bir pizza, ya da hamburger yedikten sonra alışverişini tamamlayıp eve dönüyordu. Bütün bunları aynı alışveriş merkezinin içinde hiç yorulmadan yapabiliyordu. Her şey “normal” seyrinde gidiyor gibiydi. Tâ ki o günün akşamına dek...

Her zamanki gibi alışverişten eve geldi, aldığı malları paketlerinden çıkarıp masanın üstüne koydu. Kocasına da çok güzel bir kazak almıştı, biraz pahalıydı, ama ona çok yakışacağından emindi. Sabırsızlıkla eşinin gelmesini bekledi. Saatler geçtiği halde kapı bir türlü açılmadı. Gece geç saatlere kadar “Herhalde bir toplantısı uzadı,
ondan gelemedi” diyerek bekledi. Ama eşi yine de gelmedi. Ertesi sabah, otururken uyuya kaldığı koltuktan panik içinde fırladı ve hemen telefona sarıldı. Eşinin işyerini aradı. İsmini verip görüşmek istediğini söyledi. Ama hattın diğer ucundaki sekreter kuru bir sesle “Efendim, öyle bir şahıs şirketimizde çalışmamaktadır” dedi. Bu cevap
karşısında attığı çığlıktan kendisi bile korkmuştu. Artık kesinlikle aklını kaybettiğine inanıyordu. Kendisini toparlamaya çalıştı. Aylardır görüşmediği uzak bir şehirdeki annesini aramaya akıl etti. Annesi, kızının anlattıkları karşısında hayrete düştü. Çünkü, kızı hiç evlenmemişti ki! Onlarca kişinin evlenme talebini geri çevirmiş, kendisine uygun bir kişiyi bulamamaktan yakınıp durmuştu hep. Telefonda kızını sakinleştirmeye çalıştı boş yere.

O ise, telefonu yere fırlatıp bahçeye koştu. Nefes almak istiyordu. Bağırmak istiyor, ama kurumuş boğazından ses çıkmıyordu. Sokağa fırladı, kendisine şaşkın gözlerle bakan insanlara bir şeyler anlatmak istedi, ama başaramadı. Yere yığılıp kalmıştı. Dakikalarca kalakaldı orada. Sonra eve girip polisi aramayı düşündü.

Ama bu defa, evinin yerinde yeller esiyordu. Hep övündüğü, her köşesinde yüzlerce hatırasının bulunduğu o güzelim evi yoktu şimdi de, içinde bir şeylerin temelli koptuğunu hissetti. O sırada, cebinden hafif bir tıkırtıyla yere bir şeyin düştüğünü duydu. Kredi kartıydı. Eğilip yerden aldığı kartı elinde evirip çevirirken, başına gelenlerin bu plastik kartla bir ilişkisinin olup olmadığını sorguluyordu ki, elindeki kart da birden bire yok oluverdi...