TR EN

Dil Seçin

Ara

Parçalanmış Bir Ailenin Öyküsü

Adam ilk çocuğunun hep erkek olmasını arzu ediyordu, ama Allah ona nur topu gibi bir kız çocuğu vermişti. “İkinci erkek olur inşallah” diyerek kendisine teselli veriyordu. Takdiri ilahi bu ya, ikincisi de kız olmuş, ancak yaşını doldurmadan ateşli bir hastalıktan kurtulamayarak vefat etmişti. Adamın annesi: “Sünepe karın sana bir erkek çocuğu bile veremedi” diyor, onu eşinden soğutuyordu. Çocuğu veren, kız veya erkek olmasını takdir eden Allah’tı; anne de bunu biliyordu, ama gelinini sevmediği için, onu oğlunun gözünden düşürmek için bahane arıyordu.

 

Bir tarafta ev işleri ve çocuk bakımı, diğer tarafta kaynana baskısı onu iyice bunaltmıştı. Kocası da annesinin etkisinde kalıyor; ona soğuk davranıyordu. Kadıncağız çocuk yaşta babasını kaybetmiş, üvey baba elinde, yetim büyümüştü. Üvey babası ilkokuldan sonra okumasına izin vermemişti. Daha on beş yaşında iken de, onu ilk isteyene vermişti.

“Ah okumuş olsaydım, bir işim ve maaşım olsaydı; bir gün olsun bu adamın ve annesinin kahrını çekmezdim” diyordu.

 

“Benim Kızım Doktor Olacak”

Çektiği maddi ve manevi sıkıntılar sebebiyle bütün sevgisini ve ümidini kızına bağlamıştı. “Benim kızım okuyacak, işi ve maaşı olacak, benim gibi koca eline bakmayacak; kaynana dırdırı, koca eziyeti çekmeyecek” diyordu. Kızı ise, annesini memnun etmek ve sevgisini kaybetmemek için çok çalışıyordu; hayatı ev-okul-dershane üçgeni içinde geçiyordu.

Lise son sınıfa geldiğinde bütün deneme sınavlarından en yüksek puanları alıyor; öğretmenleri ve annesi onunla gurur duyuyor; bu puanlarla tıp fakültesine gireceğine garanti gözüyle bakıyorlardı.

Kızını ders çalışırken ve test çözerken gördükçe anne mutlu oluyor, onu doktor gömleği ile hastane içinde yürürken hayal ediyordu. Kızından bir şey isteyen olduğunda “O ders çalışıyor, bana söyleyin, ben getireyim” diyordu. Kızı bir ev işi yapmaya kalkıştığında “Sen dersine çalış, test çöz, senin yapacağın işleri ben yaparım” diyordu. Babası ve aile büyükleri annenin bu tutumunu beğenmiyor, alaylı sözlerle genç kızı eleştiriyorlardı:

“Koca kız oldu, bir yumurta pişirmesini bilmiyor” diyorlardı.

Sayılı günler çabuk geçip, üniversite sınavlarına bir hafta kalmıştı bile. Sınav günü sabahı annesi kızından önce kalktı, rehberlik hocasının tavsiye ettiği kahvaltılıkları hazırlamıştı, kızını öperek uyandırdı. Kahvaltı bitince: “Kaza olur, trafik sıkışır, ne olur ne olmaz, vaktinden önce sınav yerinde olmalıyız” dedi anne. Akşamdan sınav için gerekli her şeyi hazırladıkları halde, son bir kere daha gözden geçirdiler. Ana kız birlikte evden çıktılar.

Sınava gireceği okula geldiklerinde, derin bir nefes aldılar. Daha bir saate yakın zamanları vardı. “Bizden de erken gelenler var” dedi annesi titreyen bir ses tonuyla. O kadar heyecanlıydı ki, sanki sınava girecek olan kızı değil de kendisiydi.

Gözetmenler sınava yarım saat kala öğrencileri içeri almaya başladılar. Annesi kızını öptü, yüzüne okuyup üfledi, dualar ederek içeri gönderdi.

Sınava giren genç kızın iki adı vardı. Evin büyükleri adını “Zeynep” koymuşlardı; ama annesi onu “Ümit” diye çağırıyordu. Çünkü bütün ümidini ona bağlamıştı. Her şeye onun için katlanıyor, onun sevgisiyle hayata tutunuyordu.

Ümit annesinin beklentisini boşa çıkarmamış, bütün soruları doğru cevaplandırmıştı; sadece bir sorunun cevabından emin değildi. Sınavdan çıktığında yüzü gülüyordu. Sevinçle annesine sarıldı:

“Bütün soruları doğru cevapladım, bu iş tamam, emeğimiz boşa gitmedi, hayalimiz gerçek olacak” dedi. Anne mutluluktan uçacak gibiydi.

Zeynep’in, diğer adıyla Ümit’in, babası kötü bir insan değildi. Adı Rıza’ydı. Otoriter bir annenin ve silik bir babanın tek erkek çocuğuydu. Annesinden korkar, sözünden dışarı çıkmazdı. Ona danışmadan, onayını almadan hiçbir işe girişmezdi.

Askerliğini bitirip eve döndüğünde babasının emekli olduğu fabrikaya işçi olarak girmesine yine annesi vesile olmuştu. Ne zaman ve kiminle evleneceğine de annesi karar vermişti.

Bir akşam sohbetinde: “Bahtiyar ustanın üvey kızı Nevin çok becerikli, çok uysal bir kız. Bu kızı Rıza’ya isteyelim, bizi ana baba bilir, itaat eder. Bizimle beraber otururlar, ayrıca ev açmaya gerek kalmaz” demişti.

İlk günler, düğün dernek her şey yolunda gitmişti. Ancak Rıza’nın annesi oğlunu bir başka kadınla paylaşmaya katlanamıyor; basit bahanelerle kendisinin seçtiği ve kendisinin istediği gelinine eziyet ediyordu. Ümit, annesine yaptıklarından dolayı babaannesini hiç sevmez, hatta ondan nefret ederdi. Annesinin ezilmesine ses çıkarmayan babasına da içten içe kızgınlık duyardı. Rıza, kızının başarıları karşısında mutlu olur, fakat annesinin korkusundan bunu belli etmezdi.

Sınav sonuçları belli olmuş, Ümit beklediği tam puanı almış, özel bir üniversitenin tıp fakültesine burslu ve yatılı kayıt yaptırmıştı. O artık bir tıp öğrencisi sayılırdı. Okulun ve dershanenin sınav sonuç panolarında Ümit’in adı ve resmi ilk sırada yer alıyordu.

 

“Artık Hürsün, Kölelik Bitti Anne”

Fakülte eğitimi de başarılarla devam etti. Son sınıfta staj yaparken aynı fakültenin hastanesinden iş teklifi aldı. O artık maaşlı bir doktordu. Annesine:

“Ev tutup seni yanıma alacağım. Artık hürsün, bu evde seni köle gibi kullanamayacaklar, esaret bitti” dedi.

Anne, kızından duyduğu bu sözler karşısında çok şaşırdı, ne diyeceğini bilemedi. Aslında sevinmesi gerekirdi, ama sevinemiyordu.

Ümit kararlıydı. Senelerdir bunun için çalışmıştı. Ekonomik bağımsızlığını elde edecek, annesini yanına alacak, kaynana ve koca baskısından kurtaracaktı.

Kararını babasına da açtı. Baba hiç şaşırmadı. Çünkü anne baskı gördükçe: “Kızım okuyup beni sizin elinizden kurtaracak” diyordu. Baba, kızını dinledikten sonra, sakin bir ses tonuyla: “Sen bilirsin kızım. Annen de buna razı ise söyleyecek bir sözüm olmaz” dedi.

Şaşırma sırası Ümit’e gelmişti. Bugüne kadar babasından bir tokat yememiş, kötü bir söz işitmemişti. Ama sevgi de görmemişti. Mezuniyet albümüne yazdığı yazıda babasına ait duygularını şu cümlelerle ifade etmişti:

“Babamın bir kere olsun saçımı okşayıp seni seviyorum kızım demesini ne çok istedim, ne çok bekledim bilemezsiniz.”

Anne bir süre düşündükten sonra: “Bu iş nasıl olacak kızım?” dedi. “Gayet basit anne” dedi Ümit. “Ev tutacağım, benim yanıma geleceksin, birlikte oturacağız, avukat tutup boşanma davası açacağız. Ama avukat tutmamıza gerek kalmayacak sanırım. Babam, annen de bu işe razı ise söyleyecek bir sözüm olmaz, dedi.” Anne üzgün bir ses tonuyla: “Gerçekten öyle mi dedi? Annesine danışmadan nasıl böyle bir söz söyleyebildi?”

Doktor Ümit, bir hafta içinde, hastaneye yakın bir siteden daire kiraladı. Annesini yanına aldı. Babası, ayrılık gününde, boşanma konusunda zorluk çıkarmayacağını söyledi. Babanın son sözleri anneyi ve kızını ağlattı: “Keşke böyle bitmeseydi. Hakkınızı helal edin demek isterdim; ama helallik almayı hak etmediğimi biliyorum. Boşanmadan sonra kocalık hakkım biter; ona bir şey diyemem, ama babalık hakkım bitmez, devam eder. Kızım, ne zaman başın dara düşer, bana ihtiyaç duyarsan, hiç çekinmeden arayabilirsin.”

Nevin hanım için yeni hayata alışmak kolay olmadı. Yıllarca kendisini ayakta tutan, sıkıntılara katlanma gücü veren bir hayali gerçek olmuştu. Ama yine de mutlu değildi.

Doktor Ümit geç saatlere kadar çalışıyor, çoğu geceleri nöbetçi kalıyor, eve yorgun geliyordu. Öğrencilik yıllarında alışık olduğu gibi hiçbir işe el atmıyor; bütün ev işlerini ve alışverişi annesi yapıyordu. Sabahları yatağını bile annesi düzeltiyordu. “Bu kız nasıl evlenir, nasıl ev kadını ve anne olur?” diyordu içinden. Fakat hatalı tutumuyla, onu bu hale kendisinin getirdiğini düşünmüyordu.

Bir gün, sabah kahvaltısında kızının ağzını aramak için: “Arkadaşlık ya da evlenme teklif eden var mı?” dedi. Ümit, kayıtsız bir ses tonuyla: “Bir erkeğe ayıracak vaktim yok. Evlenmeyi düşünmüyorum. İhtisas ve kariyer yapmak istiyorum. Bir daha bu konuyu açmayalım, lütfen” dedi.

Ümit’in bilinçaltında dağılma ile sonuçlanan mutsuz bir aile modeli vardı. Evlenip mutsuz olmaktan korkuyordu. Annesinin aşırı koruyucu tutumu yüzünden ev işleri ve mutfak konusunda hiçbir beceri de kazanamamıştı. Bütün enerjisini ders çalışmaya ayırmıştı. Bir gün gelip evleneceğini ve anne olacağını ise hiç düşünmemişti.