TR EN

Dil Seçin

Ara

Yer’in Dayanılmaz Çekiciliği

1664 yılının Aralık ayında, Londra sokakları, büyük veba salgınının kaldırımlara yığdığı insan cesetleriyle doluydu. Önü bir türlü alınamayan salgın Cambridge’e ulaştığında, üniversitenin bir süreliğine kapatılması ve öğrencilerin evlerine gönderilmesi kararı alındı.

Eğitimine ara vermek zorunda kalan bu öğrencilerden birinin adı, Isaac Newton’du. Alelacele bavullarını toplayıp, Woolsthorpe’daki çiftlik evine dönmek üzere, yola koyuldu.

Bu karanlık tablodan, Newton için, bilimle uğraşmak ve icat yapmak için bulunmaz bir fırsat doğmuş oldu.

Newton, o korkunç veba yılları için anı defterlerine şöyle bir not düşmüştü:

“İcat yapmak için en uygun yaştaydım ve hayatımın hiçbir döneminde olmadığı kadar bilimle meşgul oldum.”

Henüz yirmi üç yaşındaydı...

 

Daldan bir elma düştü ve...

Newton çiftlikte geçirdiği günlerden birinde, kitaplarını da yanına alarak bir elma ağacının altında oturdu. O sırada ağacın dallarının birinden bir elma düştü.

Pek çok insan için—kafalarına düşmediği sürece—sıradan ve önemsiz görünen bu olay, Newton’un zihninde bir takım şimşeklerin çakmasına sebep oldu.

Yıllardır düşünüp durduğu bazı sorulara cevap bulmuştu:

Yer, her şeyi çekmekteydi!

Daha doğrusu, cisimler birbirlerini kütleleriyle ve aralarındaki mesafeyle ilişkili bir şekilde çekmekteydi. Bu, kâinattaki her bir atom ve her bir yıldız için geçerli bir kanundu.

Cisimler birbirine ne kadar yakınsa, çekim kuvveti de o kadar büyüyordu. Ve kütlesi büyük olan cismin çekim gücü de büyük oluyordu.

Kâinat yaratılırken, bu kanunla yaratılmıştı. Hem yeryüzünün, hem de gökyüzünün en büyük sırlarından biriydi bu...

Büyük küçük her şey, görünmez bir iple birbirine bağlıydı sanki.

Böylece, dünya ve öteki gezegenler Güneş’in etrafından ayrılamıyorlardı.

Ay da dünyaya bu görünmez iplerle bağlıydı.

Ve Samanyolu’ndaki bütün yıldızlar, uzaydaki bütün galaksiler hep bu çekim kanunu ile birbirlerine tutturulmuşlardı. Her şeyde böyle bir birlik vardı.

Atomlardan, yıldızlara kadar her şey, Allah’ın aralarına koyduğu çekim kanunu ile durması gereken yerde duruyor, dönmesi gereken yerde dönüyordu...

 

Gelelim yer çekiminin faydalarına

Yer çekimi kanununun keşfedilmesiyle birlikte, insanların dünyanın yuvarlaklığına dair olan inançları arttı. Çünkü, alt taraftaki insanların, denizlerin ve hayvanların nasıl olup da, boşluğa saçılmadığı artık anlaşılır daha doğrusu anlaşılmasa da, kabul edilebilir bir şeydi.

Elbette yer çekiminin faydaları, bunlardan ibaret değil. Onun ne kadar büyük bir nimet olduğunu—tüm öteki önemli şeyler gibi—yitirdiğimizde çok daha iyi anlarız. Uzay istasyonlarında aylarca yaşamak zorunda kalan astronotların, yer çekimsiz ortamda ne tür zorluklar çektiğini biliyor musunuz?

 

Astronotluk zor zanaat!

Herkes biricik yavrusunun ileride astronot olmasını ister. Ancak birazdan okuyacaklarınız bazı anne babaların fikrini değiştirebilir.

• Yer çekiminin etkisinden kurtulur kurtulmaz, vücut sıvısı baş bölgesine doğru hücum eder. Yüz, şişer ve abalak bir görüntü alır. Bu sırada kafatasının içindeki sıvı 1.5 litre kadar artar.

Bu ne demektir? Astronotun beyni uzaya çıktığında bir miktar sulanıyor demektir!

• Astronotlar için yatıp uyumak, gerçekten çok zordur. Çünkü kendilerini yatağa bağlamak zorundadırlar. Yoksa, tavana yapışırlar. Ancak asıl felâket, yorgan ağırlığını hissedememektir.

• Yer çekimsiz ortamda çok daha kolay atmaya başlayan kalp, bu tembelliğe alışırsa, yerde çabuk tekleyiverir. Bu yüzden astronotlar her daim egzersiz yapmalıdırlar.

Ancak, yer çekimsiz yerde, ağırlık kaldırmanın bir anlamı olmadığı için, bu egzersizleri çekmeli bırakmalı yaylı sazlar ile yapmak zorundadırlar.

• Bağırsaklar da bu yer çekimsiz ortamda kendilerini koyverirler. Böylece bir kabızlık problemi baş gösterir.

• Yer çekimsiz yerde yemek yemek, gazoz içmek de ayrı bir derttir. Lokmalar insanın ağzından boğazına doğru dünyadaki gibi kolayca kayıp inmez.

Özellikle su içmek çok zor olur. Ağzı dolu iken konuşmaya kalkanın, ağzındaki bütün lokmalar ortalığa saçılır!

• Yer çekimsiz ortamların bir de iyi tarafı vardır. Omurga üzerindeki çekim kuvveti kalktığı için insanın boyu 5 cm. kadar uzayıverir. Ama kısa boylu arkadaşlar boşuna heveslenmesinler! Astronot, dünyaya geri döndüğünde yine çeker kısalır ve eski bodur haline döner!

 

İyi ki yer çekimi var!

Güzel mavi dünyamızın üzerindeki hayat, çekim kanununun son derece hassas bir ölçü ile yaratılmasına bağlıdır. Bu ölçü şimdikinden biraz daha fazla olsaydı, sevgili dünyamız üzerindekilerle birlikte, güneşe yapışıverirdi. Eğer bu çekim biraz azalacak olsaydı, durumumuz yine çok dramatik olurdu. Güneşten hızla uzaklaşmaya başlardık. Uzayın karanlık ve soğuk denizlerinde kaybolur giderdik.

Atomlardan gezegenlere kadar her şey gibi, adına yer çekimi dediğimiz şey de, varlığından şüphe bile etmediğimiz ama nasıl bir şey olduğu konusunda hiçbir fikrimizin olmadığı bir mucizedir.

Allah, kâinattaki her varlığı bu görünmez bağ ile birbirine bağlamıştır.

Yer çekimi olmasaydı şu olurdu bu olurdu diye uzun uzun konuşacağımıza, “İyiki yer çekimi var” ve “Şükür ki yer çekiminin ölçüsü böyle ince hesaplara göre ayarlanmış!” diyerek; yeri bizler için böyle “çekici” bir yuva olarak yaratan Allah’a şükretmeliyiz!