TR EN

Dil Seçin

Ara

Dinde Zorlama Var Mıdır?

Din ve zorlama ifadeleri mantıken bir arada düşünülemez. Zira zorla kabul ettirilen bir şeye din denmez, inanç denmez. Bir kişiye inançlı denilebilmesi için onun, bu inancını kendi iradesiyle kabul etmiş olması şarttır.

 

Bilindiği gibi insanda sergilenen fiiller ikiye ayrılıyor: Izdırarî ve ihtiyarî fiiller.

Izdırarî fiiller, kişinin kendi iradesi dışında, İlâhî iradeyle tercih edilen ve yine İlâhî kudretle yaratılan fiillerdir. Boyumuz, rengimiz, ırkımız, cinsiyetimiz bu gruba girerler.

Bunların hiç birinin din kavramıyla doğrudan ilgisi yoktur. Bunlar, ne cenneti netice verirler, ne de cehennemi. Zira bunları kişi kendi iradesiyle tercih etmiş değildir.

Bir insana bir işi zorla yaptırdığınızda da durum aynıdır. Mesela, oruçlu bir kişinin elini kolunu bağlayıp, ağzını zorla açtırıp su içirseniz orucu bozulmaz.

Oruçluya zorla bir şeyler yedirmek orucu bozmadığı gibi, inançsız birisini zorla aç bırakmak da onu oruçlu yapmaz.

Dinin bütün şubeleri, ibadetler, helâl yahut haram işler, doğru veya sapık inançlar, hep insan iradesinin şöyle veya böyle kullanılması sonucu ortaya çıkan müspet ya da menfi neticeleridir.

İhtiyarî fiillere gelince, bunlar kişinin kendi iradesini kullanarak, hiçbir baskıya maruz kalmaksızın kendi fikri, zevki, inancı doğrultusunda icra ettiği işlerdir.

Canlı türleri içinde sadece ikisi, ebedî saadet imtihanına tabi tutulmuşlardır; insanlar ve cinler. Bu iki türün ortak tarafı, her ikisine de kendi cüzi iradeleriyle hayrı yahut şerri seçme hakkının verilmiş olmasıdır.

Zorla kabul ettirilen düşüncelere fikir denmez. Fikir, insanın kendi aklının müstakil çalışması sonucu ortaya koyduğu manevi bir neticedir.

İnanç ve fikir hürriyetleri üzerine konulan bütün baskıları ortadan kaldırmanın en kısa ve öz reçetesi şu ayet-i kerime ile bizlere ders veriliyor:

“Dinde ikrah (zorlama) yoktur.” (Bakara Suresi, 256) 

Bu ayetin nüzul sebebine bakıldığında, ayet-i kerimede Hıristiyanlara ve Yahudilere İslam dinini kabul etmeleri konusunda bir baskı yapılamayacağı bildiriliyor. Bununla birlikte, müfessirlerimiz bu ayetin her çeşit baskı için de geçerli olduğunu önemle vurguluyorlar ve “Dinde zorlama yoktur” ayet-i kerimesini, “zorlamanın her çeşidinin dinde yeri olmadığı” şeklinde yorumluyorlar.

Bunlardan sadece ikisini takdim ediyorum: 

“İslamiyet’i kabul etmesi için kimseye cebredilmez ve din-i İslam hiçbir muamele hakkında ikrahı tecviz etmez. Gerek din hususunda, gerek başka hususlarda ikrah cihetine gidilmez.” (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s. 267)

“Aslı mana “ikrah, dinde yoktur” demek olur. Yani sade dine değil, her neye olursa olsun cins-i ikrah din-i hak olan İslam’da mevcut değildir. Dinin mevzuu ef’al-i ızdırariye değil, ef’al-i ihtiyariyedir.” (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, s. 860)

Elmalılı, konunun devamında şu önemli noktaya da dikkat çeker:

“İkrah ile vaki olan amelde, dinin vaat ettiği sevap bulunmaz.” (a.g.e., s. 861) 

Âlimlerimiz bu ayeti tefsir ederken, bir kaideyi de önemle hatırlatarak bu ayet-i kerime ile zorlamanın her çeşidinin yasaklandığına vurgu yaparlar. Kaide şudur:

“Nüzul sebebinin hususiyeti hükmün umumiyetine zarar vermez.”

Ruhu’l-Beyan tefsirinde şöyle buyrulur:

Bu ayet kitap ehli olan Yahudi ve Hıristiyanlar hakkında nazil olmuştur. Çünkü cizye ancak bunlardan kabul edilip alınır. Bunlar zor kullanılarak İslam’a sokulmazlar. Onlar Arap müşrikleriyle aynı düzeyde tutulmazlar. Çünkü müşriklerden cizye kabul edilmez.” (s. 444) 

Bu ayet ile Yahudi ve Hıristiyanlara inanç konusunda baskı yapılamayacağı beyan edilmiştir. Ancak, Arap yarımadasındaki müşrikler hakkında hüküm çok farklıdır. Bu müşrikler cizye vermekle harpten kurtulamazlar. Onlar için sadece iki yol söz konusudur; inanmak yahut Müslümanlarla savaşmaya devam etmek. 

“Onlarla ya savaşırsınız, yahut onlar Müslüman olurlar.” (Fetih, 16)

İnanmayan ve Müslümanları güçlü görerek onlarla harp etmeyi de istemeyen müşrikler için geriye sadece hicret etme şıkkı kalmaktadır.

Bu noktada Arap müşrikleri ehl-i kitaptan farklı oldukları gibi, başka diyarlarda yaşayan müşriklerden de farklıdırlar. Zira, Arap müşriklerinin yegâne gayesi Müslümanları yok etmek, tevhit inancına fırsat vermemektir.

Henüz çekirdek halinde bulunan İslam nurunun sönmemesi için bu düşmanların mutlaka ortadan kaldırılması gerekmektedir.

Gerçek bu iken, bazı Batılı yazarlar kasıtlı olarak bu ayet-i kerimeyi İslam’ın bütün dinlere karşı savaş açtığı şeklinde yorumlamaya zorlanıyorlar. Hâlbuki çok iyi biliyorlar ki, tâ asr-ı saadetten günümüze kadar ehl-i kitap hakkındaki hüküm aynı kalmış, değişmemiştir. Bu hüküm ise şudur:

“Kâfir eğer zimmî olsa, dahilde olsa cizye verse, hariçte olsa musalaha etse İslamiyet’çe hakkı mahfuzdur.” 

Buna göre, hariçteki gayr-ı Müslimlerle bir anlaşma yapılmışsa, dâhildekiler de cizye denilen vergilerini veriyorlarsa bütün hakları koruma altındadır.

Bu gerçeği bildikleri halde aksini savunanların temel hedefleri, İslamiyet’in kılıç zoruyla ve baskı uygulanarak yayıldığını zihinlere yerleştirmektir.

Hıristiyan âleminde kendi hür iradeleriyle İslam’ı seçen bilim adamları böyle bir iddianın tutarsızlığının en büyük şahitleridirler.