TR EN

Dil Seçin

Ara

Satır Arkası

Satır Arkası

“Şecaatli Ayakkabılar”

Muntazar el Zeydi adlı bir gazeteci, ABD’nin Irak’tan çekilme takvimine dair Güçlerin Statüsü Anlaşması’nın (SOFA) imza töreni sırasında Bush’a önce bir ayakkabısını, sonra da diğerini fırlatacak zamanı ve cesareti bulabildi. Havada uçuşan cisimler, bomba olmadıkları sürece, tek bir şeye işaret ederler: Eğlence doruktadır! Güçlü kuvvetli bir adamın buz tutan kaldırımda kayıp düşmesinin yarattığı manasız gülme hissi nasıl genetik bir miras olarak nesilden nesile geçerse, iktidar sarhoşu bir adama yumurta, pasta, domates, ayakkabı atılması da o denli evrensel, cihanşümul bir mutluluk hissine neden olur. Mutluluğun nedeni, muktedirin oluşturduğu kurgusal ‘saygı’ evreninin bir anlığına kırılması, hiyerarşinin tersyüz olması, absürt bir durumun ortaya çıkmasıdır. Fırlattığı ayakkabılar Bush tarafından profesyonelce savuşturuldu ama sabık Başkan Bush’un irtifa kaybı, Muntazar’ın şecaatli ayakkabıları sayesinde belgelendi, tarihe geçti.

 

***

 

Homo Economicus Krizus!

Görmeli ve kabul etmeliyiz ki; sürekli kriz dünyasında yaşıyoruz artık. ‘Krizsiz olamayacak’ bir dünyada!.. Kriz artık dünyanın tanımına dahil, hamurunun içinde.

Kriz, homo economicus tanımının geldiği son noktayı yurt edindi. “En az çaba ile en yüksek faydayı elde etmeye çalışmak…” tanımının geniş düzlüğüne kurdu hükümranlığını.

“İhtiyaçlar sonsuzdur, imkanlarsa…” diye başlayan bir başka tanım vardı hani. İşte o tanımın metastaz yaparak, arsızca, kontrolsüzce bölünerek, çoğalarak geldiği son aşamanın yerlisi kriz. Çıkarlarımızın, küçülttüğümüz dünyadan büyük hale gelmesinin krizi bu.

 

***

 

Avrupa’da Süper Karınca İstilâsı

Yaklaşık 20 yıl önce keşfedilen bir karınca türü, Avrupa çapında yüzden fazla yeri işgal etmiş durumda. Bulunduğu ortama kısa sürede uyum sağlama ve hızla yayılma özelliği sebebiyle ‘süper karınca’ adı takılan tür, İngiltere ve Kuzey Avrupa’daki park ve bahçelerin çoğunu tahrip edecek sayıya ulaştı.

The Independent gazetesinde yer alan bilgilere göre, rakiplerini hızla yok eden ve siyah bahçe karıncalarını andıran türün sayısı klasik karıncalardan 100 kat fazla. Danimarka Copenhagen Üniversitesi tarafından koordine edilen uluslararası bir grup araştırmacı, beş yıldan uzun bir süre önce ‘Lasius Neglectus’ ismini verdikleri bu karıncaları incelemeye başlamıştı.

İstilacı karıncaların Karadeniz Bölgesi’nde bulunan bir türden geliştiği ve dev büyüklükte koloniler kuracak hale geldiği belirtildi. Ancak bu tür, 1990’da Budapeşte’de bir mahalleyi istila edene kadar çok da ciddiye alınmamıştı. Şimdi ise kara kara düşündürüyor. (Dünya Gündemi)

 

***

Kimyasallar Erkekleri Kadınsılaştırıyor

Erkek cinsi tehlikede. İngiltere’de yapılan bir araştırma erkek cinsinin zayıfladığını hatta geçmişe göre daha kadınsı özellikler taşıdığını ortaya koydu.

Erkeklerin kadınsılaşmasının en önemli nedeni çevre kirliliği ve hayatın her alanına giren kimyasallar. Kimyasallar, üremeyi etkiliyor, erkeklerin çocuk sahibi olma kapasitesini düşürüyor. Gıda ambalajı, kozmetikler, bebek pudraları, mobilya ve elektrikli eşyalar gibi birçok ürün bu kimyasalları içeriyor. Kanada, Rusya ve İtalya’da bu tür kimyasallarla yoğun kız çocuğu doğduğu gözlendi. Amerika Birleşik Devletleri ile Japonya’da ise kız bebek sayısı erkek bebekleri 250 bin geçmiş durumda.

Galiba, hadîs-i şerifte ifade edilen bir kıyamet alâmeti daha bu şekilde gerçeğe dönüşmüş oluyor.

 

***

 

Her Gün Kur’an Okuyorum

İngiltere’nin eski Başbakanı Tony Blair, Alman Die Zeit dergisinden Jan Ross und Patrick Schwarz’a verdiği bir röportajda, “Düzenli olarak Kur’an okuyorum, aslında her gün okuyorum.” dedi. 55 yaşındaki politikacı, Hz. Muhammed (asm) ile ilgili olarak da “O çok uygar bir liderdi.” dedi.

Hristiyan ve Müslümanlar arasındaki önyargıları değerlendirirken Blair şöyle konuştu:

“Hristiyanlar hemen, ‘Ama onlar bizden nefret ediyor.’ diyor. Ancak Kur’an’da Hz. İsa ile ilgili olup da, derinden saygılı olmayan bir gönderme yok.”

Blair başbakanlığı döneminde inancı hakkında konuşmayı pek tercih etmeyen bir liderdi. “İnanç her şeydir. Size güç verir.” diyen 55 yaşındaki politikacı, “Başka şeyler de var tabii bunu sağlayan, ama inanç değerlere sadık kalma gücü verir.” demeyi de ihmal etmiyor.

 

***

 

Mevlânâ’sına Kavuştu

Mevlânâ hayranı olan ve Müslüman olduktan sonra Konya’ya gömülmek istediğini vasiyet eden Fransız profesör Eve De Vitray Meyerovitch’in cenazesi, uçakla Konya’ya getirilerek Sultan Selim Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Mevlânâ Müzesi karşısındaki Üçler Mezarlığı’na defnedildi.

Müslüman olduktan sonra “Havva” adını alan ve 24 Temmuz 1999 tarihinde vefat eden ünlü Fransız yazar Prof. Dr. Eva De Vitray Meyerovitch’in, 26 Mayıs 1998’de Konya’da düzenlenen sempozyumda yaptığı “Mevlânâ ve Psikoloji” konulu konuşmasının sonunda, “Benim gibi yaşlı bünyesi, hasta kalbiyle kilometreler katetmek bile Hz. Mevlânâ’nın huzurunda yorgunluk değil, mutluluk verir. Onun mâneviyatının gölgesinde kıyamete kadar kalabilmek için beni Konya’ya gömün.” dediği biliniyor.

Demek arayan, Mevlâsını da buluyor, Mevlânâsını da.

 

***

 

Yalnızlık Allah’a Mahsustur

Etrafta bir “yalnızlık” lafıdır gidiyor. Etmeyin eylemeyin kardeşim. Bizim inancımıza göre “Yalnızlık Allah’a mahsustur.”, kul kısmı yalnız kalmaz, kalamaz. Peki nereden çıkıyor bu yalnızlık şarkısı?

Modern hayatın zihniyeti geleneği dışlıyor. Cemaatı küçümsüyor, horluyor, baskıcı buluyor; kişinin özgürlüğünü kısıtladığını iddia ediyor. Oysa bizim cemaat anlayışımız böyle değildir. Bizim cemaat anlayışımız ferdi cemaata ezdirmez, tek tip insan hedeflemez, şahsiyetin gelişmesine hizmet eder, bu yolda ferdi kısıtlamak bir yana onun önünü açar. Karşılığında ferdin cemaata tahakkümünü engeller. Böylece baskıcı bir toplum yapısının önünü keser.

Cemaat bir yana modern hayat aileye düşmandır. Aileyi bir “evlilik şirketi” olarak tarif eder, aile ilişkilerinin özgürlüğü kısıtladığını öne sürer. Bu böyle olunca pek tabii olarak akrabalık hapı yutar. Akraba ilişkileri “göstermelik” hale gelir, kısa merasimlerden oluşur.

Fert şöyle demektedir: “Beni rahat bırakın, kendi hayatımı yaşamak istiyorum.” İyi, peki, hayatını yaşa. Ama madem yanında kimseyi görmek istemiyorsun o zaman “yalnızım, yalnız” diye salya sümük ağlama. Hayır ağlamıyorum. Benim arkadaşlarım, dostlarım, sevgililerim, seviyeli ilişkilerim var. Ama görüyoruz ki onlar da “üfürükten tayyare”. En küçük bir sarsıntıda “tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna”. Böylece gel-geç ilişkiler, savrulmalar—eh hepimiz insanız yani—ıstıraplar, gerçekten yalnızlıklar yaşanmaya başlar.

Demek ki yalnızlık bahsinde ferdin şikâyete hakkı yok. Sen putunu yap, sonra ona tap; put su koyuverince ağlamaya başla, bir dert ortağı, bir dost, bir yuva ara. Olmadı işte. Bu olmadı.

— Mustafa Kutlu

 

***

 

“Kim dünyayı elde etmeye çalışırsa; o, ondan kaybolup gider.

Kim de onu istemezse o ayağına gelir...

Kim de dünyaya ibretle bakarsa; o, onun gözü olur, olayları ise kendine ibret olur; kim de ona hasretle bakarsa; o, onu kör eder.”

— Hz. Ali (ra)

 

***

 

Bilgisayar Çalışanlarına 20-20 Uyarısı

Bilgisayar başında uzun saatler çalıştıktan sonra gözlerinizde yorgunluk hissi, yanma, batma, kızarıklık, bulanık görme ve baş ağrısı gibi şikayetler ortaya çıkıyor mu?

Eğer çıkıyorsa, çözümü var:

“Bilgisayarda 20 dakika çalıştıktan sonra, gözleri kapatarak ya da uzağa bakarak 20 saniye dinlenmek.”

Doç. Dr. Özlem Evren, günde 6 saatten fazla bilgisayar başında çalışanların yüzde 75’inde, zaman içinde gözlerde bu tür şikayetler görüldüğünü hatırlatarak şöyle konuştu:

“Kitap okurken gözler aşağıya doğru baktığı için, yakına bakmak ve gözün uyum sağlaması daha kolaydır. Gözleri yormaz. Oysa, bilgisayar ekranı karşısında yazıları, gözlerimiz düz karşıya bakarken okuruz. Bu, gözleri zorlayan bir durumdur. Ayrıca, bilgisayar ekranına düz baktığımız için göz kapaklarımız daha aralıktır. Bu durum, gözyaşının daha çok buharlaşmasına ve gözün kurumasına neden olur.”

 

***

 

Vahdettin’in Desteği Belgelendi

Mustafa Armağan, Son Padişah Vahdettin’in Kuvayı Milliye’ye verdiği desteği, belgeleri ile ortaya koydu.

Milli Mücadele’nin Sivas’ta çıkan ilk yayın organı ‘İrâde-i Milliye’ gazetesinde yer alan telgrafı, “Üçüncü Ordu Müfettişi, Yaver-i Hazret-i Şehriyarileri Mustafa Kemal”, “Zat-ı Şahane” yani Sultan Vahdettin’e çekmiş. Çekildiği yer Havza. Tarih 14 Haziran 1919.

Burada Mustafa Kemal’e göre, Vahdettin son hatt-ı hümayunuyla bütün milletin azim ve mücadele gücünü uyandırdığını belirtiyor. Peki kime karşıymış bu mücadele? Cevabını telgraf sahibi veriyor zaten:

“Milletin beka ve varlığına düşman olanlara karşı.” Yani İngilizlere ve İngilizlere yaltaklanmayı meslek edinen zayıf karakterlilere karşı.

Şimdi düşünelim:

Beni Anadolu’ya ikna ettiniz diyen kim? Atatürk. Anadolu’ya geçmeden önce milletin bu kadar uyanık ve mücadeleye hazır olacağını hayal bile edemezdim diyen kim? Yine Atatürk.

Padişah Vahdettin, daha ne desin?

 

***

 

Açgözlüler Sorumlu

BM Genel Kurulu başkanı Miguel D’Escoto 2009’da bir milyarı geçmesi beklenen açların sayısındaki artışın sorumlusu olarak ‘zenginlerin’ açgözlülüğünü gösterdi.

D’Escoto “Afrika, Asya, Latin Amerika ve Karayipler’de dünyanın en büyük problemi olan açlığın nedeni zengin ulusların bencilliği ve açgözlülüğüdür.” dedi.

Mesajda, “Yıllardır imparatorluk hayalleriniz, hastalık derecesine varan bencilliğiniz, küresel ısınma ve açlık karşısında sağır numarası yapan kulaklarınız ile dünyayı yalnız bıraktınız. Savaşlarınızın, insanlık suçu ambargolarınızın, Guantanamolarınızın, nükleer silahlarınızın, emperyalist hayallerinizin olmadığı bir dünyada yaşama imkânımız vardır. Dünyayı açgözlülüğünüze son vermeniz halinde yaşanabilir bir yer yapabiliriz.” denildi.

BM raporuna göre 2008 yılını 963 milyon kişi aç olarak geçirdi.

 

***

 

‘Medeniyetler Çatışması’nın Mimarı Öldü

23 yaşında Harvard’da hoca olan Samuel Huntington, 1996 yılında yayınladığı “Medeniyetler çatışması” teziyle uluslararası üne kavuşmuştu.

Huntington, aralarında Türkçe’nin de bulunduğu 39 dile tercüme edilen kitabında, soğuk savaştan sonraki dünyada büyük savaşların, ulus-devletleri değil, medeniyetler arasındaki kültür ve din farklılıklarını karşı karşıya getireceği tezini işliyor, küreselleşme sürecinde Müslümanlar ile Müslüman olmayanlar arasındaki çatışmaların artacağı öngörüsünde bulunuyordu.

Kitap, özellikle 11 Eylül 2011 saldırılarından sonra Amerikan dış politikasının şekillenmesinde önemli bir meşruiyet zemini olarak iş görmüştü.

Gelgelelim, bugünlerde medeniyetler, kendi aralarında çatışmak şöyle dursun, önlerindeki ekonomik krizi nasıl aşacaklarını düşünüyorlar.