Google, Yeryüzünün En Büyük Kütüphanesi Olma Yolunda...
Google kurucularının aklına on üç yıl önce düşen Dijital Kütüphane Projesi kapsamında yedi milyon kitap taranmış durumda. Birkaç yıl içinde, evinde oturan insanlar, herhangi bir kitabı, yayıma girdikten birkaç dakika sonra okumaya başlayabilecek.
Yeryüzünde bugüne dek yazılmış-çizilmiş-basılmış olan tüm kitapların tuğla büyüklüğünde bir hard diskte depolanabilmesi artık bir hayal değil. Ancak bilgi teknolojilerinin son otuz yıllık süreçteki gelişimiyle gelinen bu noktada, hem tüm çalışanlarıyla birlikte yayıncılık sektörlerinin varlığı tehdit altında, hem de yazar-çizerlerin emeği.
2006 yılında muazzam bir dijital kütüphanenin ilk sinyallerini alan bazı yayınevleri Google’a ateş püskürmeye başlamıştı. Ancak Google’ın yükselişini önlemek mümkün olmadı. İlk kitabını 2002’de tarayan Google, 2008 sonu itibariyle yedi milyon adet kitabı taramış durumdaydı. Yani tüm bu gelişmeler son on üç yıllık süreçte, adeta ışık hızıyla gerçekleşti.
Google, bu amaçla büyük kütüphanelerle anlaşmalar yapıyor. Ve tabii yayınevleriyle de. Telif hakları konusu yerleşik bir hal aldıkça, Google ile yazar arasında bir başka yayıncı kalmayacağı için Google hem yeryüzünün en büyük yayınevi haline de gelecek. Dünyanın bütün büyük ve prestijli kütüphanelerinin hard disklere ve oradan da kişisel bilgisayarlara girivermesiyle bu kütüphanelerin gelecekteki varlıkları ne yönde devam edecek, bu da şimdilik meçhul. Olasılıkla her biri birkaç yıl içinde birer müzeye dönüşecek.
Fakat, madalyonun öbür yüzünde Google’ın bu yükselişi, bilginin tek bir elde toplanması gibi bir sakıncayı da içeriyor. Bilginin üzerinde kurulacak bu devasa tekel, ileride büyük sorunlara da sebep olabilir. En başta, özgür düşünce ve özgür fikir üretimi, bu gelişmeyle ciddi bir tehdit altına girebilir.
***
Namaz, Suçu Engelliyor
Time Dergisi’nin Şubat özel sayısının kapağında ‘İnanç nasıl tedavi eder?’ diye yazıyor. Kapaktaki ‘duanın iyileştirici gücü’ teması, ‘The Secret’ (Sır) filminde de bahsi geçen, ‘Washington Deneyi’ni çağrıştırdı.
Washington Deneyi diye bilinen olay, 1993 yılında ABD Başkenti’nde halka haber vermeksizin yapılan ve sekiz hafta boyunca devam eden bir toplu dua sürecinde şehirde suç oranının yüzde 20 oranında düşmesinin bilimsel kabul görüp kayda geçirilmesiydi.
Şehirde kimse bilmiyor ama birileri, ‘iyilikler güzellikler üzerimize olsun’ şeklinde huzur çağrısı yapıp, bu enerjiye yoğunlaştığında oranın sakinleri bir anda -sanki- daha iyi, insanlar oluyor.
Washington Deneyi doğru ise camilerinde namaz kılınan şehirlerdeki suç oranı namaz kılınmayan şehirlere oranla çok daha düşük olmalı!
Bu gözle bakıldığında, örneğin kişi başına düşen cinayet vakası oranı istatistiklerinde ilk yirmi ülke (binde): 1. Kolombiya (0,61) 2. Güney Afrika (0,49) 3. Jamaika (0,32) 4. Venezuela (0,31) 5. Rusya (0,20) 6. Meksika (0,13) 7. Estonya (0,107) 8. Latvia (0,103) 9. Litvanya (0,102) 10. Belarus (0,098) 11. Ukrayna (0,094) 12. Papua Yeni Gine (0,083) 13. Kırgızistan (0,0802) 14. Tayland (0,800) 15. Moldovya (0,078) 16. Zimbabve (0,074) 17. Seyşel (0,073) 18. Zambia (0,070) 19. Kosta Rika (0,060) 20. Polonya (0,056)
Kırgızistan dışında bu ülkelerin hemen hepsi yüzde yüze yakın oranlarda Hristiyan nüfusa sahip. Nüfusunun yüzde 75’i Müslüman olan (toplam nüfusta Müslüman oranı sıralamasında 38’inci ülke gelen) Kırgızistan tek istisna olarak göze çarpıyor. Ve dünya genelinde bir ülkede namaz kılınıyorsa toplam suç istatistiklerinin hemen hepsinde Müslüman toplumlarda suça eğilim düşük çıkıyor.
Belki bundan sonra birileri Londra, Paris benzeri şehirlerde cami olan bölgedeki suç oranını şehir geneline kıyaslamayı düşünür. Ve tahmin ediyorum, neticesi de herkesi düşündürür.
***
Küresel Kriz Ve Sadaka
Sadaka kelimesini son günler için turnusol kağıdı olarak kullanabiliriz. Fakirlere yardımı diline dolayan medya, yardımın değerini düşürmek için sadaka diyor. Halbuki İslam medeniyetinin mayası sadaka üzerinden kabarır. İnananlar için sadaka, küçümsenip aşağılanacak bir kavram değil, tam tersine bu dünyayı öte dünyaya bağlayan ahiret bilincine “öteki” üzerinden yaklaşılmasıdır.
Sadece İslamiyet’te değil bütün dinlerde fakirler dinin koruması altındadır. Dini ahlak ancak fakirleri görüp gözetenlerin öte dünyayı kazanacağını söyler müminlere.
Fakirliğin tanımı modernite ile değişmeye başlamış ve olumsuz bir muhtevanın zerk edilmesine muhatap olmuştur. Sanayileşme ile beraber işverenler, çalışacak iş gücü bulmakta zorlandıkça, fakirliğin tanımını değiştirici tedbirler alma yoluna gitmişlerdir. Tevekkül sahibi, kısmetine razı fakirleri ancak “suçlu” durumuna düşürerek iş gücü bulabileceklerini keşfetmişlerdir çünkü.
Dünya şimdi yeni yol ayrımında...
Küresel kriz ile birlikte dünyanın dört bir tarafında her hafta binlerce kişinin hayata gözlerini yarın duygusunu yitirmiş bir şekilde açtığını biliyoruz. İşsizliğin yeni boyutu ile mücadele edebilmek için aşırı bireyleşmiş Batı toplumu, insanın kendini “öteki’nden mesul hissedeceği yeni toplumsal projeler oluşturmak için yoğun beyin fırtınaları düzenliyor.
Bizde ne oluyor? Sap ile saman birbirine karışarak “sadaka” üzerinden muhalefet oluşturulmaya çalışılıyor. Oysa sadaka bizim medeniyetimizin yapı taşıdır. Hz. Peygamber sadakayı nasıl tarif ediyor: “İki kişi arasında adalet yapman bir sadakadır. Kişiye hayvanını yüklerken yardım etmen bir sadakadır. Güzel söz sadakadır, namaza gitmek üzere attığın her adım sadakadır. Yoldan rahatsız edici bir şeyi kaldırıp atman sadakadır.”
Başka bir hadis-i şerif de şöyle buyuruyor Efendimiz: “Kardeşine karşı izhar edeceğin tebessümün bir sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yolunu gösterivermen, sadakadır.” O halde, kavramları doğru anlayıp doğru konuşmak zorundayız.
(F. Karabıyık Barbarasoğlu)
***
Dünyanın En Kötü Şirketleri
Bunlar da dünyanın en kötü şirketleri...
1. AIG: American International Group adlı sigorta şirketi. Sorumsuz çalışması sebebiyle geçen yıl patlak veren ekonomik krizin baş sorumlusuydu.
2. Cargill: ABD’li gıda devi. Aşırı kâr yapma dürtüsü ve fakir ülkelere sattığı temel gıda ve tarım ürünlerinin fiyatlarını yukarı çekmesi nedeniyle dünyanın en kötü şirketleri listesindeki yerini aldı. Ayrıca, spekülatif işlemlerle lüks gıda ürünlerine yönelik talebi sürekli tırmandırarak dünya gıda üretimi düzenini alt üst ediyor.
3. Chevron ve Constelltion Energy: Bu enerji şirketleri de enerji sistemini alt üst ediyor, ekolojik kirliliğe sebep oluyor ve asıl önemlisi Ekvator, Burma gibi ülkelerde insanların zehirlenmesine yol açıyorlar.
4. Çin Petrokimya (CNPC): Hakkında yoğun insan hakları ihlali iddiaları var. Özellikle şirket bünyesinde faaliyet gösteren Sinopec, Sudan’daki petrol sahalarının tamamına yakın bir kısmına sahip olduğu için buradaki çatışmaları körüklüyor.
5. Dole ve Del Monte: İşçi hakları ihlalleriyle tanınıyor. Muz ve ananas ticareti yapıyorlar. Bu şirketler yerel halk aleyhine yürüttüğü faaliyetlerle, ticari kârını maksimum düzeye ulaştırmaya çalışıyor.
6. General Electric: Yine bu şirket de, işçi hakları ihlalleri, vergi kaçırma, radyoaktif kirliliğe sebep olma, medya savaşlarını tetikleme ve nükleer silah üretimi nedeniyle en kötü şirketler listesine girmeyi haketti.
7. Imperial Sugar: Şeker üreticisi. İş güvenliği eksikliği nedeniyle geçen yıl bir fabrikasında çıkan yangında şirketin birçok çalışanı hayatını kaybetti.
8. Philip Morris: ABD’li sigara üreticisi. Sigara tüketimini artıracak bir dizi yeni çalışmayı uygulamaya koyduğu için listedeki yerini aldı.
***
İşsizliğin Ve Krizin İlacı
Adam memur, zar zor geçiniyor; yine de hastalık var, sağlık var diyerek dişinden tırnağından artırdığı üç beş kuruşu yastık altında tutuyor. Medya bütün haşmetiyle yükleniyor adama: Araba al diye. Karısı, çocukları, akrabaları, komşuları yükleniyor; “herkesin var bizim yok” diye. Surat asıp ağlaşıyorlar. Adamın dayanma gücü bir yere kadar, o üç-beş kuruşu alıyor, üstüne borç-harç, banka kredisi falan arabayı kapının önüne çekiyor ama, depoya benzin koyacak para yok. İşte bu yorgandan ayağı dışarı çıkarmaktır, kanaatsizliktir. ABD de, dünya da tüketim çılgınlığının baskısı altında ayağı yorgandan iki metre dışarı saldı, sonuç malum.
İşsizlik aldı yürüdü. Artık büyük şehrin taşı toprağı altın değil. Ama Anadolu’da terkedilip bırakılan binlerce kilometrekarelik topraklar boş yatıyor. Efendim verimsizmiş, halkı beslemezmiş vb. Bunlar boş laf. Ne kadar verimsiz olsa da köyde adam aç kalmaz. Bir inek, dört tavuk, iki evlek sebze, biraz meyve, bir iki tarla da tahıl ekti mi aç kalmazsın. Ha böyle dananın kuyruğu gibi ne uzayıp ne kısalacak hep aynı mı kalacaksın. Hayır. Yönetim burada devreye girecek, senin mahsulünü hem verimli hale getirecek, hem alın terinin hakkını verecek.
Beyler şu efsaneden kurtulalım artık. Zengin olmanın yolu illa sanayiden geçmiyor. Sanayinin zapt u rapt altına alınması zaten mümkün değil. Dünyayı berbat ettiler, şimdi ne olacak diye kara kara düşünüyorlar.
Tarım hem insan fıtratına, hem tabiata, hem kurda kuşa lazım olan ekolojik bir uğraştır. Onu da kimyasallar ile kirletmeyelim. Şunu bilelim ki artık çelik satmakla çilek satmak arasında bir fark yok.
(Mustafa Kutlu)
***
Beyin, Allah’a İnanmak İçin Programlanmış
İnsan beyni üzerine yapılan bir araştırma çarpıcı sonuçları ortaya çıkardı. Yale Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre insan beyni “Allah’a inanmak için programlanmış.”
Bebekler ve çocuklar arasında yapılan araştırma sonuçları, insan beyninin doğasında bir yaratıcıya inanmanın olduğunu gösterdi.
New Scientist dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, hiçbir din eğitimi almamış 6-7 yaşında çocuklar bile dünyadaki her şeyin bir nedeni olduğuna inanıyor. Taşların, nehirlerin veya kuşların yaratılmasının bir nedeni olduğunu düşünüyor. Uzmanlara göre “inanmaya ihtiyaç duymak veya inanmak” genlerimize işlemiş durumda.
***
Amerika, İçerden Müslüman Oluyor
Obama’nın başa gelmesiyle birlikte ABD’de esen değişim rüzgarları aslında çok güçlü olarak başka bir yerde, çok daha ‘içerden’ esiyor. Yolu hapishaneye düşen yüzlerce ABD’li ‘içerden’ Müslüman olarak çıkıyor.
Amerikan hapishanelerinde (örneğin Pensilvanya’da) her dört kişiden biri Müslüman. Sürekli Müslüman oranı artıyor.
‘Bu nasıl oluyor?’ derseniz, hapishanelerde görevli gayretli imamlar sayesinde. Bu imamlar Cuma namazlarını kıldırıyor, hutbe okuyor. Hücre ziyaretleri yapıyor, mahkumların sıkıntılarını paylaşıyor. Yakınları vefat ettiği zaman psikolojik destek veriyor. Hatta akide, Kur’an ve hadis dersleri bile yapıyor.
Bu imamların ifadesine göre, içerdekilerin İslam’ı seçmesinde, İslam’ın fıtrat dini olması büyük rol oynuyor. İslam’ın mesajı cazip geliyor onlara. Vicdanlarıyla başbaşa kalan bu insanlar bu mesajı gayet iyi algılıyorlar. Tutsak da olsalar, dışarıdaki toplum zindanına nazaran ruhen daha özgürler. Ayrıca, İslam’ın pratik bir din olması onları cezbediyor.
Öte yandan, cezaevi yönetimleri de Müslümanlara karşı çok saygılı davranıyorlar. Onların oruç tutabilmeleri için sahurluk paket hazırlıyorlar.
***
“Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm’a açar;
kimi de saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır.
Allah inanmayanların üstüne işte böyle murdarlık verir.”
(En’am Suresi, 125)