Evler ve şehirler kurarken önümüzde iki seçenek var. İlki; hırslar ve hevesler uğruna, çok kat, çok mal, çok para, çok kârlar elde etme temel hedefleriyle inşa edilen, çevreyi ve tabiatı acımasızca tahrip ve yok ederek yapılan apartmanlar, siteler, kuleler ve gökdelenler gibi rant binalarının oluşturduğu bugünkü devasa “dikey şehirler modeli”.
İkincisi ise; insana insanca yaşama imkânı veren, tabiat ile ahenkli, ağaçlar ve çiçekler arasında bahçeli nizam evlerden müteşekkil, az katlı ve müstakil olarak inşa edebileceğimiz “yatay şehirler modeli”.
Günümüzde bilinçsizce birinci modelin uygulanmakta olduğunu, ama bunun insanları mutsuz ettiğini biliyoruz. Fakat gelin görün ki, mesele önemi oranında hiçbir zaman gündeme gelmedi, gelemiyor.
Batı’da olsun, Doğu’da olsun dünyada umumiyetle tercih edilen konut modeli az katlı ve “müstakil ev”ler modelidir. Geçmişte böyle olduğu gibi günümüzde de bu böyledir. Çok katlı apartmanlar bir dönem revaçta olmalarına rağmen yol açtığı problemler yüzünden eski itibarlarını yitirmişlerdir. Batı’da artık yeni apartmanlar inşa edilmemektedir. Az da olsa moda diyebileceğimiz “recidence” türü yeni apartmanların yapıldığı görülse de bunların oranı %1-2’leri geçmiyor.
Avrupa’da şehirlerin bilhassa eski merkezi yerlerinde gördüğümüz apartmanları günümüz apartmanlarıyla karıştırmamak gerekir. Onlar 50-150 yıllık binalar olup “tarihi eser” olarak değerlendirilmektedirler.
Ülkemize gelirsek, Türkiye bir asra yakındır mesken tercihini şu veya bu sebeple apartmanda yana kullanıyor. Açıkça ifade etmem gerekirse, sade bir insan olarak sonra mimar olarak apartman tipi yapılaşmaya karşıyım. Nedenlerine gelince:
1. Apartman inşasında temel hedef insanların mutlu olacağı, huzur duyacağı yuvalar inşa etmek değildir. Çünkü öncelikli hedef insan değildir. Apartman bir yuva etrafında aile olmanın gerektirdiği maddi ve manevi parametreleri karşılamaz. Apartman inşasında temel amaç, orada yaşayacak insanların bir yaşam alanından beklediği asli ihtiyaçlarını karşılayabilecek evler oluşturmaya yönelik bir uğraş olmaktan ziyade, onu inşa edenler için yüksek kârlar elde etme düşüncesidir.
İlk apartmanların inşasına Batı Avrupalı sanayiciler öncü olmuşlardır. İlk sanayiciler büyük menfaat ve hırslarla kapitalizmin temellerini atarlarken giderlerini minimize, kârlarını maksimize etme peşlerine düştüler. Kadınların ve çocukların günde 14 saat düşük ücretlerle çalıştırılmaları, sağlıksız ortam ve beslenme koşulları bu sürecin bilinen özellikleridir.
İşte apartman bu zemin ve şartlarda evvela sermaye ve para sahiplerinin düşüncesinde şekillenmeye başladı. Bu kötücül düşünceler ile çimento ve betonun bulunuşu ve işçilerin fabrika yakınlarında barındırılması fikrinin eşzamanlı ortaya çıkması apartmanların doğuşuna zemin hazırladı. Fabrikatörler, işçilerin mesailerini yollarda harcamaları yerine daha çok çalıştırabilmek için işçi evlerini fabrika yakınlarında çok katlı apartmanlar şeklinde inşa ettirmeye başladılar. Bu ilk apartmanlar küçük, izbe, karanlık, havasız, tuvalet ve mutfakları ortak kullanılan ucuz evlerdi. Bir örnek verirsek 1924 İrlanda/Dublin’de dairelerin %50’si ancak tek-iki hücreli idi. Yine 1930 yılı Paris’inde evlerin sadece %10’u sıhhi donanıma sahipti. Buradan da anlaşılacağı üzere, apartmanın ortaya çıkışında “insan” unsuru hiç olmadı. İnsanın onuru, şerefi, hatırı yerine, hırslar ve menfaatler rol oynadı.
Peki eskiden böyleydi de şimdi değişti mi? Günümüzde apartman yapım felsefesinin temelde değişmediğini görmekteyiz. Hatta hırslar ve hevesler noktasında gökleri yırtarcasına yüksek binalar dikme yarışlarıyla günümüz insanının eskileri daha da geçtiğini söyleyebiliriz. Bu işteki kâr o kadar caziptir ki, fırıncısı, şoförü, muhasebecisinin v.s hemen müteahhitliğe soyunabilmesi buradan ileri gelmektedir.
2. Yaratılmışlar arasında en şerefli varlık insandır. Yüce Yaratıcı o insan için en güzel gezegeni, en güzel çevre ve tabiatı, en güzel sayısız nimetleri yaratmışken, apartmanlar iptidai ve sağlıksız yapısıyla insanın şerefine yakışmamaktadır. İnsan bilmem kaç katlı bir apartmanın bilmem kaç numaralı dairesine mecbur bırakılacak kadar alelâde kıymetsiz bir varlık değildir.
3. İnsan kâinatta her bir şeyle yakından alâkadardır. Hava, su, toprak, bitki, hayvan, çiçek gibi kâinatın diğer varlıklarına muhtaç ve onlarla birlikte yaşamaya göre programlanmıştır. Apartman hayatı, insanı bu tabiat unsurlarından yalıtıyor ve uzaklaştırıyor. İnsana adeta plastik ve mekanik bir hayat sunuyor. Çocuklar ağacı da, çiçekleri de tanımadan büyüyor. Yaşlılar ise bir ağaç gölgesinde yaşıtlarıyla sohbet etmeye muhtaç olarak ömürlerini tamamlıyorlar.
Oysa Batı’da iki nesildir apartman hayatına ilişkin ciddi şikâyetler dile getirilmeye başladı. Batılı ülkeler apartmanın bu negatif sonuçlarını almaya başladıktan sonra konut politikalarını az katlı, bağımsız ve bahçeli nizam evlere göre revize etmekte gecikmediler. Gerçi, haksızlık etmeyelim, bizde de, 1993 yılında Devlet Planlama Teşkilatı’nın yaptırdığı araştırmaya göre, Türk halkının %93’ünün bahçeli ve müstakil evlerde oturmak istediği raporlaştırıldı. Ama ne yazık ki, Türk halkının bu isteği ne o gün ne de bugün dikkate alınıyor.
İnsanın tabiata yakın olmayı istemesinin bir göstergesi de şu ki, apartmanda oturan insanlar mesken konusunda mutlaka yeni arayışlara girmektedir. Apartman dairesiyle kimse yetinmiyor. Tabiattan uzaklaştırılan ve tabiatın bu unsurlarından koparılan insan bunaldığı apartman yaşamından hiç olmazsa bir süreliğine kopmak için yazlık ev, dağ evi gibi tercihleri kovalıyor. Yurdumuzda yılın sadece bir iki ay kullanılan bu şekilde 3 milyonu aşkın yazlık ev olduğu tahmin edilmektedir.
İkinci bir yazlık evi olmayan dar gelirliler ise hafta sonlarında bir soluk almak, bir ağaç kenarında piknik yapmak için 60-70 km yol almak zorunda kalıyorlar. Tüm bunlar ne için? Bir yeşillik bulmak, toprağa ayak basmak, bir kuş sesi duymak için.
4. Meseleye “insan hakları” açısından da bakmamız gerekiyor. Örneğin, Hz. Peygamberin “yeni yapılacak bir evin bitişik komşu evin açıklık ve rüzgârını kesemeyeceğini, aksi takdirde komşu hakkı zedelenmiş olacağı”na dair sözlerini bu bağlamda hatırlamalıyız. Yine birçok ülkenin anayasasında haklar ve hürriyetler vazedilirken “konut ve sağlıklı bir çevre edinme hakkı” da güvence altına alınmak istenmiştir. Bu minvalden baktığımızda apartman tipi yapılaşmaların birçok “insan hakları”nı ihlal ettiğini açıkça gözlemlemekteyiz. Bugünün apartmanları insanları hava, güneş, toprak, rüzgâr, ağaç, çimen gibi birçok tabiat unsurundan koparmaktadır.
Söyler misiniz hiç güneş girmeyen ev olur mu? Hiç bahçesiz bir yaşam alanına ev diyebilir miyiz? Duyarlı şairimiz Mevlânâ İdris’in bir şiirinde konuşturduğu çocuk sâfiyeti gibi, “Anneciğim hiç evlerin boyu ağaçlardan uzun olur mu?” sorusunu, ne yazık ki hissizleşmiş büyükler soramıyor. Çocukları sokaklardan, bahçelerden koparmak, onları eşyalarla dolu bir apartman dairesine mahkûm etmek en basitinden “çocuk hakları” ihlali değil midir? Emekli yaşlılarımızı bir bahçeden mahrum etmek bir “insan hakları” ihlali değil midir?
5. Apartmanlar yüksekliği ve büyüklüğüyle psikolojik olarak insanı âdeta ezmektedir. Mesela 10 katlı/40 daireli bir apartman hacimsel olarak bir insanın 200.000 katı büyüklüğe sahiptir. Bir gökdelende ise büyüklük farkı 1 milyon kata kadar çıkmaktadır. Tabi insan böyle devâsa kütleler karşısında kendisini önemsiz bir varlık olarak hissetmekte, ben neyim, ne önemim var duygusu şuuraltına yerleşmektedir.
Psikologlar saldırganlık ve şiddete meylin en büyük sebebinin kişinin kendisini değersiz sayma duygusuyla paralellik arz ettiğini ve insanı mutsuz ettiğini ifade ediyorlar. Halbuki dünya hatta kâinat bile insan için varken, her şey insanın hizmetine verilmişken böyle insanı ezen, üzen her tavır, iyi sonuçlar doğurmamaktadır.
6. Apartmanlar, dinamik ve akışkan olan hayatın bu dinamik ve akışkanlığına cevap veremeyecek derecede statik ve durağan binalardır. Teknoloji ve kültürler, toplumsal alışkanlıklar ve görenekler yani kısaca hayat zamanla değişmektedir. Üstelik günümüzde iletişim ve ulaşım imkânlarının artmasıyla kültürel alışverişler artmış, değişim süreleri bir hayli kısalmıştır. Bir nesil kendi zamanında dahi bu farklı yaşam biçimlerini görür hale gelmiştir. Tabi bu değişimlerin ev yaşamına yansıması da kaçınılmaz hale gelmektedir. Fakat bu ihtiyaca mukabil apartmanların değişimlere ayak uydurabilecek nitelikte esnek yapılar olmadığını görüyoruz.
Apartmanlar gerek hukuki, gerek teknik ve diğer benzeri sebeplerle değişime kapalı binalardır, ek almazlar, parça azaltılıp artırılmasına müsaade etmezler. Diyelim ki dairenize bir yaşlı yakını yaşamaya başlayacak, ona bir oda ve bir banyo temin etme ihtiyacı doğdu. Nasıl ve nereden tesisat geçireceksiniz, mümkün değildir. Bir balkon önünün kapatılmasına bile imar durumları, belediye, site yönetimi müsaade etmemektedir ki daha fazlası nasıl mümkün olsun? Bugün bir apartman dairesi yapmakla orada yaşayacak en az 3 neslin hayatını dondurmuş oluyorsunuz.
7. Apartman, toplumumuzda yeni bir ahlâksızlık tipi doğurmuştur. Şöyle ki, apartman tipi yapılaşmanın bizzat kendisi rant oluşturarak birçok hukuksuzluğa, haksız ve emeksiz kazançlara sebep olmuştur. Bilhassa 1955 yılından sonra yapılan şehir planları, gerek mevcut ev parsellerinde gerekse boş arsa parsellerinde apartman tipi yapılaşmayı neredeyse mecbur hale getirmiştir. Bazı yerlerde 4, 8, 12, hatta 20 kata müsaade getiren imar planları onaylanmıştır. Şimdi evine ve arsasına böyle yoğun yapılaşma hakkı verilen bu insanları apartman dikmekten kim alıkoyabilir, kim durdurabilirdi?
Farz edelim kendi durdu, bir şekilde duygusal nedenlerle ata yadigârı evinin yıkılmasını istemedi, peki varislerini kim durduracak?
İşte 55’ten sonra ülkemiz büyük bir betonlaşma, tahrip, yıkım ve talan hadisesine bu şekilde sahne olmuştur. Kendisine yüksek irtifa olarak verilen hakların bir an önce kata-paraya-ranta döndürülmesi hadisesi halkımızın hedefteki temel meselesi haline gelmiştir. Böylece üreterek, çalışarak kazanç temin etme yerine arsa ve evini yapsatçılara kat karşılığı vererek emeksiz ve alın tersiz kazançlar tercih edilmeye başladı. “Evimi yıktırıp arsamı müteahhide verirsem kısa zamanda beş, on, yirmi daireye sahip olurum, birinde kendim oturur, diğerlerini de kiraya veririm, ömür boyu çalışmadan keyfime bakarım.” düşüncesi herkesin rüyasını süsledi.
Bu rüya, öte yandan, pek çok insanın emlak ve taahhüt işine girmesine sebep oldu. Belediyelerde imar komisyon üyeliği yığılmalar ve üşüşmeler sebebiyle neredeyse bakanlık azametinde bir makam haline geldi.
Saydığım tüm bu sebeplerle, apartmanın hayatımıza türlü zararları dokunduğunu ifade etmek zorundayım. Ve işte bu sebepler yüzünden apartmanı ve hayatımıza kattıklarını yeniden değerlendirelim diyorum.
(Mimar Semih Akşeker)