TR EN

Dil Seçin

Ara

Satır Arkası

Satır Arkası

Avrupa’nın ‘İnancı’ Artıyor!

Alman filozof Nietzsche yıllar önce “Tanrı öldü” dedi, Karl Marx, dini halkın afyonu, Sigmund Freud ise bir “sinir hastalığı” olarak yorumladı. Ancak 2009’a gelindiğinde bu tahminlerin büyük bölümü tutmadı. AB’de kiliseye gidenler ve Tanrı’ya inananların oranı yükseldi.

Economist dergisinin baş editörlerinden John Micklethwait ve derginin Washington bürosunun başındaki Adrian Wooldridge, “God Is Back” isimli kitaplarında dünya çapında dinin günlük yaşama büyük bir geri dönüş yaptığını savunuyor. Yazarlara göre teknoloji, demokrasi ve seçme özgürlüğü insanların kendi seçimlerini yapmasına imkan sağlayarak dini güçlendirdi. Dünya nüfusunun yüzde 80’i yüzyılın ortasına kadar ana dinlerden birine üye olacak ve bu trend Avrupa’da da yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başladı.

2005’te yapılan bir araştırmaya göre Avrupalıların yüzde 41’i kendi kişisel Tanrı’larına inandığını söylüyordu. Yüzde 33 ise bir tür ruh ya da yaşam gücüne inanıyordu. 2009’da yapılan bir araştırma ise AB vatandaşlarının yüzde 52’sinin Tanrı’nın varlığına inandığını, yüzde 27’nin ruhsal bir varlığa inandığını ortaya koydu. Yüzde 18 ateist olduğunu söylüyor.

 

“Bir ağacın yaprakları kızgın güneşin altında saatlerce bekler, güneşten aldığı gıdalarla ağaç beslenir. Eğer yapraklar “neden ben güneşin altında yanıyorum”, kökler “neden ben toprakta yatıyorum” dese, yani ağacın kısımları arasında sen-ben kavgası başlasa ağaç meyve veremez. Meyve vermeyen ağacı da keserler. Aynen öyle de aileden beklenenler elde edilmezse, o ailenin fertleri ateşe düşmüş gibi yanar.”

— Hekimoğlu İsmail

 

 

TBMM Bir Osmanlı Meclisi miydi?

TBMM, aslında yeni bir meclis değil, İstanbul’daki Meclisin devamıydı. Burada tarihsel kronolojiyi tekrar hatırlamak gerekiyor:

12 Ocak 1920’de İstanbul’da Meclis-i Mebusan açılır. 28 Ocak’ta Misak-ı Millî ilan edilince işgal kuvvetleri öfkelenir. 4 Mart’ta Celaleddin Arif, Meclis başkanlığına seçilir. 16 Mart’ta İstanbul resmen işgal edilir. 2 gün sonra Meclis son olarak toplanıp tatile girer. 2 Nisan’da Salih Paşa kabinesi istifa eder. Artık İstanbul’da yapacak iş kalmamıştır. 9 Nisan’da birçok milletvekili gibi Meclis Başkanı Celaleddin Arif, Ankara’ya gelir ve 10 Nisan’da bir bildiri yayımlayarak milletvekillerini Ankara’da toplanmaya davet eder. Ertesi gün Sultan Vahdettin Meclis’i feshettiğini bildiren iradeyi yayımlar. 21 Nisan’da Mustafa Kemal Paşa, Meclis’in 2 gün sonra açılacağını ilan eder. Ve 23 Nisan.

Olaylar zincirini bu şekilde okuyunca İstanbul-Ankara sürekliliği daha net kavranabiliyor ve tarih kitaplarımızdaki saptırmalardan sıyrılabiliyoruz. Ancak yine sabrınızı istirham ederek olaylar zincirini 10 gün daha sürdürmek istiyorum.

24 Nisan’da M. Kemal Paşa Meclis Başkanı seçilir, C. Arif Bey ise 2. başkandır. Aynı gün ilk kanun çıkar. Ne kanunu bu, biliyor musunuz? “Ağnam”, yani koyun, keçi vs. vergisi kanunu. İşin ilginç yanı şu ki, bu kanun, İstanbul Meclisi’nin son görüştüğü kanundur.

Başkan aynı, gündem aynı, milletvekillerinin çoğu aynı, daha da çarpıcı olanı, mantık aynı. Evet, bu düpedüz bir ‘Osmanlı’ meclisidir.

— Mustafa Armağan

 

 

Hayatın Dibindeki Delik

Nihayet sektörün içinden biri dramatik gerçeği gördü ve uyarısını yaptı. İnternetin meşhur arama motoru “google”ın CEO’su Eric Schmidt, dikkatleri şimdiye kadar çoktan çekilmesi gereken yere çekti ve “Bilgisayarlarınızı kapatın insan olun” dedi. Schmidt’e göre, “teknolojinin gelişimi ve internet nedeniyle insan ilişkileri her geçen gün sekteye uğruyor”du. Kesinlikle aynı fikirdeyim, belli ölçülerde de olsa bu dolambacın içinde olan biri olarak konuya tam da bu noktadan bakılması gerektiğini düşünüyorum. Bunu söyleyenin, sektörün bu işten bizim gibilerin aklının ermeyeceği çoklukta para kazanan bir üyesi olması da çok önemli. İşler yolunda olabilir, tekno-pazarda malı olanların kazançları kasalara sığmıyor da olabilir, ama nihayetinde hepimiz aynı gemideyiz ve hayatın dibindeki delik büyüyor. Tam da Schmidt’in Pennsylvania Üniversitesi’nde söylediği gibi, sanal dünyadan biraz uzaklaşıp bir an önce gerçek insan ilişkilerine yönelmez isek, yakın gelecekte artık gemiyi su üstünde tutmak zorlaşacak.

— Gökhan Özcan

 

 

Batı ile Doğu arasındaki sanat anlayışındaki kırılma noktası, “hayırlı”lık bağlamında yaşanır. Mademki sanat, aklı terbiye edip merhameti tatmin etmekle yükümlüdür, o halde ahlâkî değerlere ters düşerek maksadından sapmamalıdır. Aksi takdirde amacının sanat olduğunu söyleyen herkes rezalet vadisinde başıboş dolaşır, kutsal olan şeyleri ayaklar altına alabilir.

— İskender Pala