TR EN

Dil Seçin

Ara

Elektromanyetik Enerji / Ruhsal Gerçeklik Ve Hüve Nüktesi

İnsan beyninin nasıl çalıştığı konusu bilimin şu anda en çok merak ettiği bir alandır. Beynimizde anlam dosyaları var ve dosyalar arasında bilgi ve enerji transferi sürekli gerçekleşiyor.

Beynimizdeki sinyal trafiği ile evrendeki sinyal trafiği arasında bir geziye çıkmak istedim:

Bediüzzaman Hazretleri ‘Sözler’ isimli kitabının, 13. Söz bahsi sonunda üç sayfalık ‘Hüve Nüktesi’ isimli bölümünde:

“Hüve (O)” lafzındaki havada küçücük mikyasta, bütün dünyada mevcut telefonların, telgrafların, radyoların ve hadsiz muhtelif konuşmaların merkezleri, santralları, ahize ve nakileleri (alıcı ve verici) bulunsun...... fikren seyahat ettiğim hava unsurunda her bir parçası hatta her bir zerresi içinde muhtelif binler noktalar, harfler, kelimeler konulduğu ve konulabileceği halde karışmadığını ve bozmadığının; hem ayrı ayrı pek çok vazifeler yaptığı halde hiç şaşırmadığı... bir iş diğer işe mani olmadığı...” diyerek tevhit inancına çok güçlü kanıtlar sunmuştur.

Nanobilimin ve kuantum dinamiğinin temel ilkelerini, bir ilahiyatçının böyle önceden ifadesi bana çok ilginç geldi. Ruhsal gerçeklik ve maddesel gerçeklik arasındaki düşünsel gezime katılmanız dileklerimle...

 

Ruh Nedir?

Modern tıbbın kurucusu olarak bilinen Patolog Rudolf Wirchof, ‘Hayatımda binlerce ceset kestim, ruh denen bir şeye rastlamadım’ demişti. Fakat amacı insanı anlamak olan pek çok bilim adamı, bu yargının ötesine geçerek insandaki bedenden başka, psikolojik terimle ‘self’ şeklinde ifade edebileceğimiz, geleneksel terminolojimizde ise ‘nefs’ diye bilinen ‘kendilik’ yani ‘öz’ün farkına varmıştır. ‘Nefs’ ya da ‘öz’ diye tanımlanan kavramla, spritüel olarak tartışılan ‘ruh’ arasında nasıl bir bağlantı olduğu ve bu kavramların sınırlarının neye dayanarak belirleneceği önemlidir.

Materyalist pozitivizme göre, bütün duygu, düşünce ve davranışlar insan beyninin ürünü olarak düşünüldüğünde, ‘açıklanamayan bilgiler’in kaynağının ne olduğu sorusuna cevap veremeyiz. ‘Sembolik, soyut ya da sanatsal düşünce nasıl ortaya çıkmaktadır?’ ‘Beyin bu kadar mükemmel bir düşünce grubunu nasıl bir araya getirmekte ve tek başına hiçbir aklı olmayan hücreler buluşup, akıllı bir hücreyi nasıl ortaya çıkarmaktadır?’ Bu sorulara pozitif bilimin bilinç kavramıyla açıklama getirmesi, konuyu yeterince aydınlatamamaktadır.

 

Ruh Nasıl Bir Programdır?

İnsanın doğumuyla beraber varlığını gösteren ve yaşanan gerçekler karşısında gelişebilen ruh programı; yaratıcı iradenin insanoğluna ikramıdır. Bilindiği üzere insan dışındaki hiçbir varlık yaratılışına ve sonrasındaki sürece dair sorgulama, hatta itiraz etme özelliklerine sahip değildir. İnsanlık alemi, Hz. Adem’den beri, bu yönüyle Yaratıcıya muhatap olmuştur.

Ruhu somut olarak bilgisayar programlarına benzetebiliriz; bilgisayar programları, bilgisayara içi boş olarak yüklenir ve biz ona kendi ilgi alanlarımız, zevklerimiz, yeteneklerimiz doğrultusunda programlar kaydedip; yine bunlara uygun dosyaları arşivleyerek genişletiriz. Programı ne kadar çok kullanırsak, o kadar zenginleşip geliştiğini de fark ederiz. İnsan da ruhunu ne ölçüde geliştirirse, ona bu ruhu verenle arasında o kadar güçlü bir ilişki kurulacaktır.

 

Radyoya İlham Veren Ruh Programı

Bilgisayarın yazılım ve donanım özelliklerinin yanı sıra üçüncü bir özelliği de ‘bağlanabilir’ olmasıdır. Hesap makinesiyle internete girme imkânı yoktur ancak bir bilgisayar, bağlantı kurduğunda, internete girerek pek çok bilgi kaynağına ulaşabilir. İnsandaki ruh programının da ‘bağlanabilirlik’ özelliği vardır. Bu vasıf, belli bir salınım ve titreşim gerektirir. İnsanda titreşimi sağlayan unsur, duyguların gerektiği şekilde yaşanması ve bu yolla ruhun inceliklerinin keşfedilmesidir.

Yapılan araştırmalar, insanda üç çeşit temel duyunun olduğunu tespit etmiştir. Bunlardan birincisi dokunmak, fiziksel temas, ışık gibi mekanik duyular; İkincisi, tat, koku gibi kimyasal duyular; üçüncüsü ise, manyetik duyulardır. ‘Manyetik duyu’ hayvanlarda da vardır. ‘Altıncı his’ gibi ifadelerle anlatmaya çalıştığımız bu duyu, olacakları hissedebilme yetisinin hayvanlarda da olduğunu göstermektedir.

Bu arada şu soru da akıllardan uzak tutulamaz: Manyetik duyuların insandaki yüksek duyguların kapısı, onların algılama kısmı olup olamayacağına dair sorulması muhtemel soruyu bir duyumuzu modelleyerek cevaplandırabiliriz:

Ses titreşimini mekanik kulakta algılarız; iç kulağımızda ‘quartz kristalleri’ vardır. Titreşimler, ‘piezo-elektrik’ denilen bir olayla, kulağımızdaki ses enerjisini elektrik enerjisine dönüştürür. İşitme duyusu olarak kulak, işitme enerjisini elektrik enerjisine dönüştürmekle görevlidir. İşte insanda da sevgi, nefret, öfke gibi duygular mevcuttur. Bu duygular, beyindeki elektrik enerjisini radyo enerjisine çevirir. Yahut da çevreden gelen sevgi gibi manyetik enerjiyi beynimizin bir bölgesi elektrik enerjisi haline getirerek, beynin algılamasını sağlar. Manyetik duyguyu, duyu ve enerjiye çeviren beyin, onu kimyasal ve elektriksel olarak ‘proses’ eder ve biz de bu yolla algılamaya başlarız. Bu durum, henüz kanıtlanmış olmasa da aklî veriler ışığında beynimizdeki manyetik enerjiyi elektrik enerjisine dönüştüren mekanizmanın varlığını ve kablosuz bağlantılarımızın gerçekleşme halini göstermektedir.

 

Sevgi, Foton Enerjisi Gibidir

İnsanı kendi içinde bir radyo istasyonuna benzetirsek, elektrik enerjisinde saklı olan egosunu görebiliriz. Bu radyo istasyonunun içinde teybe kaydedilmiş olanlara benzer bilgiler yer almakta ve bu da insana yetmektedir. Ancak bağlanabilirlik özelliğinin aktif olması için, üzerindeki ‘açma’ tuşunun anahtarıyla oynanması gerekir. Aksi halde insan, içindeki mevcut bilgilerle yaşadığında bir hesap makinesinin sınırlarında yaşamış olacaktır. Fakat içinde televizyon kartı da bulunan bir bilgisayarımız olduğunda; internete bağlanmak bir yana dünyadaki diğer kanalları da izleyeceğimiz bir güce kavuşuruz.

Hayvanlar, insanlardan farklı olarak tıpkı bir radyo ya da teyp gibi, elektrik olduğu sürece çalışan ve içine kaydedilmiş bilgileri kullanan bir yapıdadır; yiyip içerler, cinselliklerini yaşarlar ve temel ihtiyaçlarını karşılarlar. Ama evrendeki bilgiyi alabilecek bir FM bantları yoktur. Oysa insan, megahertz üzerinden gelen titreşimle RF (Radyo Frekansı) dalgaları ile ilahi radyoya bağlanır. Bu bağı oluşturan sevgidir. Sevgi gönlün enerjisi, kalbin özüdür. Buradaki kalpten kasıt, bir uzuvdan öte gönül boyutudur. Tıpkı foton ışınları gibi...

Elektronlar, kütlesi olan ışınlardır ve elektrik bu ışınlardan üretilir. Fotonlar da ışık benzeri her tarafa yayılabilen kütlesiz ışınlardır. Sevgi, foton enerjisinden oluşmuş gibidir. Hatta son yıllarda ışık hızından daha hızlı bir enerji parçacığından söz edilmekte ve ismine ‘psikon’ denilmektedir. Vücudumuzdaki elektrik devrelerini çalıştıran elektron özellikli bir enerjiyken; sevgi, foton özellikli kütlesiz bir enerjidir. Kalp ise bir ‘baz istasyonu’ gibi vericilerle bağlantı kurar. İçindeki duyguları ve fikirleri gönderir; yahut dışarıdan gelen bilgileri alır. Bu özelliği ile uyduya çıkma imkânı doğar.

Hayvanlar sadece elektronik bir alete benzerken; insan bilinçli belleği olan, elektromanyetik bir cihaz gibidir. Çünkü hayvanlar içlerindeki programa birebir uysalar da, onlarla ‘Online’ bağlantı kuramazlar. Zira onların yaratılışları ancak bu kadarına izin vermiştir.

İnsanda biri sabit, biri değişken olmak üzere iki program vardır. Hayvanlarda ve diğer canlılarda geliştirilme özelliği bulunan ikinci bir programdan söz edilemez. İnsanın ayrıcalığı, beyninde doğuştan var olan işletim sistemindeki bu programın, yüklenebilir halde bulunmasıdır. Bu durum diğer canlıların yoksun oldukları, kabiliyetleri ve sınırları çok geniş bir işletim sisteminin, insan beyninde mevcut olduğuna işarettir.

İnsanın yeteneklerini keşfederek kendini geliştirmeye çalışması, onun Yaratıcı ile muhatap olma melekesini ilerletir. Zaten insanı insan yapan özelliklerin başında; kendisini, hayatı, yaratılanları sorgulayabilme ve cevaba ulaşma özelliği vardır. Mesela, psikiyatri alanında çalışan hekimler olarak beyindeki hücreleri birbirine bağlayan elektronik devreleri inceleyip, bu devrelerdeki arızaları düzeltmeye uğraşırken; insandaki sabit programın varlığı ve buna yeni programlar ekleme özelliğimizin olduğu gerçeğiyle tekrar tekrar karşılaşmamız söz konusudur.

‘İnsan bilgisayarına neden ruh programı yüklenmiştir ve daha da önemlisi ruhu yükleyen dış güç kimdir?’ sorusu, İlahiyat alanının cevaplayacağı bir sorudur. Pozitif bilimler ise, mevcut işleyişin nasıl vücuda geldiğini ve ne şekilde çalıştığını’ izlemeye yoğunlaşır.

 

Ruh ve Güneş İlişkisi

Ruh insanda bir özellik olarak görülen, kütlesiz bir enerjidir. Güneş ışığı dünyaya, sekiz dakikada, saniyede 300.000 km hızla gelir. Onun dışındaki farklı bir enerji türü de ruhtur. Ruh, zaman ve mekân kavramından uzaktır. Güneş bu anlamda yarı nurani diyebileceğimiz bir özelliğe sahipken ruh, tam anlamıyla nuranidir; hiçbir maddesel kayda-zaman kaydı da dahil-tabii değildir. Oysa foton enerjisi, kütlesi olmasa da ve çok minimal düzeyde kalsa da, güneş, zaman ve mekândan kopuk değildir.

İnsan beynindeki bir bölge, evrendeki dalgalarla etkileşen bir özellik göstermektedir. Her enstrümanın bağımsız olduğu bir orkestrada orkestra şefinin bulunması halinde bütün enstrümanlar, şefin komutlarıyla çalar. Mesela, üç ayrı gitar çalınıp, üçü de aynı sesi verdiğinde bu üçünün osilasyonu birbiriyle örtüşür ve büyük bir ses ortaya çıkar. Ama gitarlardan birisi farklı bir ses verdiği zaman orkestradaki ahenge uymadığı için onun sesi, diğerlerinin arasında sırıtacaktır. İnsan beyninde de evrendeki salınım ve titreşim vardır. O titreşimle buluştuğumuzda, beynimiz adeta Yaratıcıya ulaşır. Hayatın anlamını kavramaya çalışan insanın beyinde Yaratıcının beklentisine uygun olan osilasyon üretimini başarmak için, evrendeki akılla ortak bir etkileşime girmesi gerekir. Dindar insanlar, bunu başarmışlardır. Beyinde evrendeki dalgalarla etkileşen bölge, aslında ruh denilen akıllı bir enerjinin, evrendeki akılla etkileşime girmesi sonucunda, bir anlamda otonom yani kendi başına çalışan, yemek, içmek, üremek ve korunmak için yaşayan bir varlığın ötesine geçerek, bir bütünün parçasına dönüştüğünü gösterir. Bu, insanın kendisini güvende ve rahat hissetmesine yardımcı olur.

İnsan, yaratıcıyla etkileşime girmediği ve beyin bölgesi Onu hissedemediği takdirde kendisini yalnız hisseder. Yalnız bu noktada şu soru bir tartışma konusu olmuştur: İnsandaki bu güven duygusu mu beyindeki o bölgeyi aktif hale getirmektedir, yoksa evrendeki enerji ile etkileşime girdiği zaman mı beyin bu duyguyu aktif kılar?

Bu bilimsel tartışma konusu, ne derece sebep sonuç ilişkisiyle değerlendirilir bilinmez ama insan beyninin bir bölgesi harekete geçtiği zaman, kişinin kendisini mutlu ve güvende hissettiği açık bir gerçektir. Bunu başarabilmek için akıl, duygu ve ruh arasındaki tanımlamaları iyi bilmek gerekir. Ruh, insandaki iç gerçeği araştırırken, akıl daha çok dış gerçeklerle uğraşır. Ruh, insanın içinden gelen duygu ve heyecanlara karşı daha duyarlıdır. Sonuçta insana yaşama sevinci veren şey, bu üç melekenin ortak sonucudur.

Şimdi, bak küçücük bir cisme, meselâ bal arısına. Hayat, ona girdiği anda, bütün kâinatla öyle münâsebet tesis eder ki, bütün kâinatla, hususan zeminin çiçekleriyle ve nebâtâtları ile öyle bir ticaret akd eder ki; diyebilir, “Şu arz benim bahçemdir, ticârethânemdir.” İşte, zîhayattaki meşhur havâss-ı zâhire ve bâtına duygularından başka, gayr-i meş’ur sâlka ve şâika histeriyle beraber, o arı, dünyanın ekser envaıyla ihtisas ve ünsiyet ve mübâdele ve tasarrufa sahip olur.

İşte, en küçük zîhayatta, hayat böyle tesirini gösterse, elbette hayat, tabaka-i insaniye olan en yüksek mertebeye çıktıkça öyle bir inbisat ve inkişaf ve tenevvür eder ki, hayatın ziyâsı olan şuur ile, akıl ile bir insan kendi hânesindeki odalarda gezdiği gibi, o zîhayat kendi aklı ile avâlim-i ulviyede ve ruhiyede ve cismâniyede gezer. Yani, o zîşuur ve zîhayat, mânen o âlemlere misafir gittiği gibi, o âlemler dahi o zîşuurun mir’at-ı ruhuna misafir olup, irtisâm ve temessül ile geliyorlar.

(Bediüzzaman, Sözler, 29. Söz)