TR EN

Dil Seçin

Ara

Artırılmış Gerçeklik / Hayalin İçinden Öyküler

Rüyamda gördüğüm ev, şimdi tam karşımdaydı. 

Yine rüyamda gördüğüm gibi, 01 Ağustos 2023 tarihinde saat 15:00’da bizim oradaki duraktan 104T numaralı toplu taşıma otobüsüne binmiş ve 15:55 de Şirinbahçe durağında inmiştim. Kapıyı çalışım saat 16:00’da gerçekleşecekti. Ev durağın az ilerisinden girilen ilk sokağın başlarında, küçük bir bahçe içerisinde, mimarisi çok hoş, iki katlı müstakil bir evdi. 

Birazdan kapıyı çalacaktım ve büyük bir ihtimalle rüyamda gördüğüm kişi açacaktı. Nasıl bu kadar soğukkanlı olduğuma ben bile şaşırıyordum. Fakat rüyayı bir hafta önce görmüş olmam nedeniyle hem şaşkınlığım azalmış, hem de rüyanın ertesi günü bu yolculuğu yaparak adresin doğruluğunu test etmiştim. Hatta eve kadar gelip kapıyı bile çalmıştım fakat açan olmamıştı. Evin tam karşısındaki mini marketin sahibinden aldığım ayrıntılı bilgilere göre, son kiracı evi yeni boşaltmıştı, çok yaşlı, kısmi felçli ve yatalak olan sahibi ise Almanya’da yaşıyordu ve bu evle bir emlakçı ilgileniyordu. Bahçe kapısında asılı kiralık ilanındaki numaraya ulaşamamıştım. Hatta aradığımda “bu numara kullanılmamaktadır” şeklinde tuhaf bir cevap almıştım.

Gördüğüm rüyanın tuhaflığı yanında bu tuhaflığın lafı bile olmazdı elbette. Bu ev ziyaretinde neler olacağını, neden böyle bir rüya gördüğümü, evin kapısını açan kişinin ve içeride, ölüm döşeğinde son nefeslerini tüketmekte olduğu izlenimi veren yaşlı adamın kim olduğunu merak etmekten, kötü şeyler düşünmemeye çalışmaktan yorulmuştum. 

Rüyamda, kapıyı açan kişi beni içeri buyur ediyordu ve “Hoş geldin. Sen de aynı rüya için geldin sanırım. O da merak içinde seni bekliyor” diyerek yaşlı adamın yatmakta olduğu odaya götürüyordu. Rüya orada bitiyordu. 

Kapıyı açan kişi bu rüyayı gören başka kişilerin de olduğunu kasteden bir şeyler söylemişti. Benden önce başkalarının da gelmiş olması ve aynı rüyayı başka görenlerin de olması bir an tüylerimi ürpertti. Aklıma garip sorular geliyordu. Bu yaşlı adam ev sahibi olmalıydı fakat ev sahibinin yurt dışında yaşayan ve ülkesine dönemeyecek kadar yaşlı, felçli ve yatalak bir hasta olduğu söylenmemiş miydi? Üstelik kiralık ilanı da asılmıştı. Buna rağmen evde yatalak bir hastanın bakılması, insanların hasta ziyaretine gelmeleri neden dikkat çekmiyordu? Bir an “hayalbaz”lığım nüksetti ve aklıma burada olamayacak kadar hasta olan bir insanın şu anda burada olmasını izah edecek bir şeyler geldi. Belki de bu yaşlı adam üstün bir teknolojiyi kullanabilecek bir konumdaydı ve bir Artırılmış Gerçeklik uygulaması ile burada gözüküyor ve buradaymış gibi ziyaretçileri ile konuşabiliyordu. Ya da kapıyı açan adam Hz. Hızır olmalıydı. Hz. Hızır olmalıydı, çünkü böyle bir rüya ile ve böyle bir zaman-mekan değişimi ile uyum sağlayacak olan tek kişi sadece o olabilirdi. Bütün bunlar doğru olsa bile halen havada kalan bir soru vardı: Bu yaşlı adam ile benim alakam neydi?

Bu düşünceler birkaç saniyede geçmişti aklımdan. Derin bir nefes aldım. Bahçe kapısının mandalını açtım ve altı-yedi adımlık mesafeyi yürüyüp evin kapısının ziline bastım. Soğukkanlılığım gitmiş, yerine, ilk gündeki heyecanım geri gelmişti. Evet, kapıyı gerçekten de beklediğim kişi açmıştı. Aynı şeyleri söyleyerek yaşlı adamın yanına götürdü beni ve onun çok yakınındaki sandalyeye oturttu. Kendisi de tam karşımdakine oturarak:

-Benim adım Mustafa. Dedi. Mustafa Altıntoprak. Bu mahallede 40 yıldır emlakçılık yaparım. Senin ismin nedir? Kimin oğlusun. Ne iş yapardı baban?

-Ben de Ahmet Yaslıtay. Babamı, Kınalı Berber lakabı ile tanırlardı. İsmi Remzi idi. Berber dükkanı vardı. Rahmetli olalı 10 yıl oldu. Babamın bir de araba alıp sattığı çok olmuştur.

Memnun oldum dedi Mustafa Bey ve devam etti:

-Bu beyefendi de Abdullah Bey. Bu evin sahibidir ve benim çocukluğumdan beri nerede ise 50 yıldır tanıdığım ve çok sevdiğim bir büyüğümdür. Akraba değiliz fakat akrabadan ötedir. Çok iyiliğini gördüm. Şimdi çoluk çocuğa karışmış bir çocuğum var benim. 30 yıl kadar önce doktorların ölümünü beklediği bu çocuğumun asla karşılayamayacağım ameliyat masraflarını o karşıladı. Sadece benim değil tanıdığım tanımadığım daha birçok kişinin imdadına yetişmiştir. İnfak etmekte onun üstüne tanımadım. Kendisi çok uzun yıllardır Almanya’da yaşıyor. Bu ev için bana süresiz vekalet vermişti. Ben de hep onun hakkını gözeterek yürüttüm işlemleri ve onun belirttiği bir yardım kurumunun hesabına aktardım kiraları. Bundan bir ay önce evi yeniden kiraya vermek için son kontrolleri yapmak amacıyla eve girdiğimde Abdullah Beyi burada yatar halde buldum. Çocukları getirip bırakmış olmalı diye düşündüm. Kimse görmemiş. Bana da uğramadılar. Bu olanlara akıl erdiremedim senin anlayacağın. Ziyarete bir aydır onlarca kişi geldi. Çoğu yaşı kemale ermiş olanlardı. Bazıları da gelemeyecek durumda olanların çocuklarıydılar. Başka şehirlerden gelenler de vardı. Hep onun helalleşmek istediği kişilermiş. Onlar da çok şaşkındılar. Bazıları tanıdı, bazıları hatırlayamadı. Fakat Abdullah Bey biraz bahsedince gerçekten de hepsi helalleşmeyi gerektirecek konularmış. Bu arada Abdullah Beyin hafızası maşallah zehir gibi. Evvelki günü hatırlamıyor fakat 30-40 yıl önceyi ayrıntılarıyla hatırlıyor.

Bunu söylerken yaşlı adama baktı Mustafa Bey. Bakışları sevgi ve şefkat yüklüydü. Ve sesinin tonunu biraz yükselterek sordu ona:

-Abdullah Bey, bakın bu arkadaşın ismi Ahmet Yaslıtay. Rahmetli babasının ismi Remziymiş. Berber dükkanı varmış. Kınalı Berber lakabı ile tanınırmış. Araba alıp sattığı da çok olmuş.

Abdullah Bey gülümseyen çehresi ile birkaç saniye gezdirdi gözlerini bizim üzerimizde ve mırıldanır gibi, tane tane sıraladı kelimeleri:  

-Hoş geldin evladım. Tanıdım ben seni. Babana çok benziyorsun. Demek baban vefat etti. Allah rahmeti ile muamele eylesin. İlk arabasını bana satmıştı. İçinde 30 gramlık 24 ayar bir bilezik olan bir kutu sıkışmış koltuklardan birinin altına. Öyle bir sıkışmış ki kolay kolay bulunmaz. Baban da bu arabayı düğününü yapmak için satıyordu. Demek ki takı için alınmıştı o bilezik. O da nerede kaybettiğini sandı kim bilir. Birkaç gün sonra, benim o zaman 15’inde olan oğlum arabada düşürdüğü bir şeyi ararken bulmuş onu. O sırada Türkiye’deyiz daha. Bozdurmuş, har vurup harman savurmuş. Fakat bana, daha geçenlerde itiraf etti. Aradan geçen 40 yılda hep içinde saklamış bu sırrı. Fakat onun da 15 yaşındaki oğlu, Alman arkadaşlarıyla birlikte eğlencesine çaldıkları arabayla kaza yapınca, anlatmak zorunda hissetmiş. Bu olayda benim pek suçum yokmuş gibi gözükebilir, hatta bugüne kadar helalleştiklerim içinde bu hikaye benim en masum olduğum hikaye. Fakat arabayı babandan ben satın almıştım ve bunu yapan da benim oğlumdu. Dedesi koruk yer, torununun dişi kamaşır diye bir söz var. Belki de torunumu bile etkileyen bir olaydı bu. Bunu öğrendiğimden beri ağlamadık günüm yok. Çünkü masum olmadığım hikayeler de vardı mutlaka. Ben kimin ya da kimlerin hakkına girdim diye sorgulamaya başladım. Başıma gelen hastalıkları hiç böyle yormamış, bu halde ölmekten, huzura bu halde çıkmaktan hiç bu kadar korkmamıştım. O günden sonra hayatımı, tanıdıklarımı, alım satım yaptıklarımı, hatıralarımı gözden geçirdim, hep dua ettim, ölmeden önce kimin bende hakkı varsa, bu dünyadayken helalleşmeyi diledim. 

Duyduklarım, gördüklerim ve hissettiklerim, tarifi imkansız şeylerdi. Bu nasıl bir iman, bu nasıl bir kalp, bu nasıl bir hassasiyetti. Büyük davalar peşinde koşanlar, bu güzel insanın idrak ettiği gibi, asıl davanın kimsenin hakkına girmeden bu dünyadan gidebilmek olduğunu düşünmüşler midir acaba? Ben de böyle bir rüya görmeye layık biri değildim aslında. Şimdi anlıyordum ki bu yaşlı adamın bu ulvi davası içindi tüm bunlar. Üstüne üstlük hakkın tam karşılanamayacağı korkusu ile aynı değerde iki adet bilezik tutuşturuldu elime ve hem hediye olarak kabul etmem hem hakkım kaldı ise helal etmem istendi. 

Evden ayrılırken bu bileziğin kaybediliş öyküsünü annemden defalarca dinlediğim aklıma geldi. Nerede kaybedildiğini bilmemek ayrı bir gizem katıyordu konuya. Babam rahmetli, geçmişe takılmayan birisiydi. Fazla bahsetmezdi. “Annene bir kez anlatma gafletinde bulundum işte” diye latife yapardı. Ben ailemin tek çocuğuyum. Üstelik 9 yıl sonra olmuşum. Nasıl bir tevafuktur ki, bu olay da benim uzun süredir nişanlı olduğum ve artık düğün hazırlıklarını hızlandırmam gereken bir döneme denk geldi. 

Çok zor olsa da bir ara anneme bunları anlatmayı düşündüm, fakat birkaç gün sonra içimde dinmeyen bir merakla aynı eve tekrar gidince bundan vazgeçtim. Çünkü o evin yerinde boş bir arsa, karşısındaki mini marketin yerinde ise küçük bir otopark vardı. Tüylerim diken diken olmuş ve ürkmüş bir halde kendi evime dönerken yolda, bileziklerin de aynı şekilde yok olacağını düşünmeden edemedim. Fakat eve döndüğümde gördüm ki, onlar benim gördüğüm o rüyadan ve bu yaşadıklarımdan bile daha gerçektiler.