TR EN

Dil Seçin

Ara

Sebep-Sonuç İlişkisi

Sebeplerin sonuçlara olan yakınlığı ya da öyle algılamamız bazen yanlış çıkarımlara sebebiyet verebiliyor. Hatta farkında olmayarak zaman zaman itikatımızı sarsacak cümleler sarf edebiliyoruz. Hepimiz bakabiliyoruz ama bir kısmımız görebiliyoruz. Bir kısmımızda gördüklerimizi idrak ediyor, tefekkür pencerelerini aralayabiliyoruz.

Gençlik yıllarımda üniversitede ihtisas yaparken Radyoloji Profesörü ile MR raporları yazıyorduk. Beyin bölgesinden ayak bileğine kadar birçok bölgenin filmlerini raporlayıp eğitimimizi tamamlaya çalışıyorduk.

Bir gün beyin hipofiz bölgesinde tümörü olan bir hastanın filmlerini yanlışlıkla normal olarak raporlamışız. Klinisyenler hastadaki rahatsızlıkların normal bulgularla uyuşmadığını tespit ettiklerinden sadece hipofiz bölgesine yönelik tekrar MR filmi istediler. İkinci kez baktığımızda hastadaki kanserli bölgeyi tespit etmiştik. Ancak hocamız o an çok farklı bir yorumda bulunmuştu; “Bakın çocuklar ben ve dört asistan yani beş kişi, on göz baktığımız halde beyindeki lezyonu (hastalıklı bölgeyi) atlamışız. Ne kadar bakarsak bakalım göstermeyen Allah göstermiyor” demişti.

Ben de “Hocam bizim dikkatsizliğimizde haşa Allah’ın ne kabahati var” diye sitemde bulunmuştum. Bu sefer hoca “Mustafa sen ne kadar yanlış düşünüyorsun, gösteren de göstermeyen de Allah” demişti. Ben biraz sıkılarak; “Hocam, gösteren de göstermeyen de Allah ama görürsek Allah’tan deyip kibirlenmeyerek şükür edeceğiz. Göremezsek nefsimizden ve bizim yetersizliğimizden diye hatayı kendimizden bilip af dileyeceğiz” diye tatlı bir polemik yaşamıştık. Gerçekten ne demekti, iyilikleri Allah’tan, kötülükleri nefsinden bilmek? Sanki iyiliği de kötülüğü de biz yapıyoruz gibi.

Herhangi bir iyiliğin bir güzelliğin oluşması için bütün şartların bir araya gelip güçlü bir iradenin hükmetmesi gerekiyor. Fakat bir şerrin, bir çirkinliğin meydana gelmesi için ise bir şartın terk edilmesi, bir vazifenin yapılmaması yeterli olabiliyor.

Örneğin; bir domatesin yetişebilmesi için toprağın sürülmesi, gübrenin saçılması, güneşin, havanın müsait olması, suyun verilmesi gibi birçok şartın bir araya gelmesi ve bir iradenin yaratmaya hükmetmesi gerekiyor. Ancak kuruması için sadece bizim suyu vermememiz ya da unutmamız yetebiliyor. O zaman “domatesi yetiştiren benim” diyemeyiz çünkü bütün sebeplere hükmedip bir araya getirdikten sonra, sebeplerle alakası olmayan domatesin hayata merhaba demesi bizim gücümüzün çok ötesinde bir faaliyet. Bize düşen sadece teşekkür etmek, afiyetle yiyip şükür etmek.

Fakat, “o domatesin kurumasına sebebiyet veren benim” diyebiliriz. Hatta, “Benim ihmalimden kaynaklandı, çünkü su vermeyi unuttum. Ürün alamama cezasına müstahakım” deyip af dilemeliyiz.

Aslında bütün şartların bir araya gelmesiyle domatesin hayat bulması arasında da bir bağ yok. Çünkü bazen şartlar tamam olduğu halde istenilen netice meydana gelmiyor.

Herhangi bir sebebin, istenilen bir sonucu meydana getirmesi için, sebeplerin sonuçtan çok daha kuvvetli olması gerekmektedir. Örneğin; “dağdaki taşlar sular ile omuz omuza verip Selimiye Camii’ni yaptı” desek herkes “lütfen komik olma, vaktimi de boşa harcama der” ama Selimiye Camii’ni Mimar Sinan’a padişah altın ihsan edip, emrine de birçok işçiyi verdikten sonra şu kadar sürede yaptırdı dersek “bak şimdi oldu, bu izah akla uygun” der.

Çünkü sonuç mükemmel ise, sebebin sonuçtan daha büyük ve mükemmel olması gerekir. Zayıf sebeplerden kuvvetli sonuçlar elde etmek hiç de olası değil.

Aynen öyle de, çevremize baktığımızda, sanki, kuvvetli sonuçların zayıf sebeplerden meydana geldiğini görüyoruz. Sonuca bakıyoruz elma, sebebe bakıyoruz ağaç; yani odun. Sonuca bakıyoruz nar, sebebe bakıyoruz odun. Sebebe bakıyoruz odun, sonuçlara bakıyoruz binler çeşit meyve. Hatta sebebe bakıyoruz odun ve odunsu yapılar, sonuca bakıyoruz dört bin çeşit nebatat ordusu.

Odunun yani ağacın gıdasına bakıyoruz gübre, verdiğine bakıyoruz nar şerbeti, portakal suyu... Sebebe bakıyoruz zehirli böcek, sonuca bakıyoruz bal. Sebebe bakıyoruz elsiz kolsuz böcek, sonuca bakıyoruz ipek.

Yani sebepler nerede sonuçlar nerede... Aralarında yerle gök arası kadar mesafe var. Sadece uzaktan bakınca ufuk gibi bitişik gözükmekte. Halbuki sebeplerle sonuçlar arasında yerle gök arasına sığmayacak kadar farklar var. İşte burada Esma-ül Hüsna’nın tecellisi var. Yeter ki bakarken görmesini bilelim, tefekkür pencerelerini sonuna kadar aralayalım. Her bir varlığa Allah tarafından gönderilen bir hediye, okunması gereken bir kaside olarak bakalım. Sebeplerin sadece bir ambalaj ya da bir postacı olduğunu bilelim. Ambalaja, postacıya takılıp, asıl hediyeyi göndereni, yani mal sahibini unutmayalım. Sadece eşya için değil; eşyaya Allah için bakalım. Elmayı elma olduğu için değil; elmanın üstünde onu gönderenin lütuf elini gördüğümüz için sevelim.