TR EN

Dil Seçin

Ara

Taşlar Bize Ne Söyler?

Kalplerin katılaşmasından bahsederken çağrışım yapan ilk kelime o oluyor: “Taş!” Öyle ya, taş gibi kalbi olmalı diyorsunuz başkalarının acısını hissetmeyen duyarsız insanlar için. Hani taş çarptığı yeri zedeler, kırar döker de hiçbir şey olmamış gibi bir yana düşüverir. Kaskatı ve yekpare olarak. Sen insan ol, içinde bir yürek taşı ve hissetme; olacak şey değil! Demek ki taş kalplisin. Bunun başka izahı olamaz.

Peki taşlara sorsak kabul ederler mi acaba kendileri için söylenenleri? Biz insanlıktan uzak düşmüşlüğümüzü ifade sadedinde taşlar üzerinden teşbihlerde bulunurken onlara haksızlık yapıyor olmayalım sakın? Allah’ın yüzlerde bahşettiği bir çift gözle bakmakla yetinmeyip gönül gözüyle görenler bize ufuk açıyorlar bu noktada. Mesela tarih sayfalarını her çevirişimizde yüreğimizi acıyla titreten bir Taif seferi geliyor akla. Âlemlere Rahmet Efendimiz’in yaptığı iki dünya saadeti daveti yankı bulmuyor Taif halkında. Neden? Kalpleri taş kesilmiş olduğu için! Allah Rasulü biliyor ki davetin reddi ebedi ateşlerini kendi elleriyle tutuşturmaları anlamına geliyor. Ama onlar bilmiyorlar. “Bilseler yapmazlardı” derken, bu yüzden son derece mustarip Fahr-i Âlem Efendimiz. Bu eziyet yetmezmiş gibi Taif’in masum taşları da cürümlerine ortak ediliyor cehalet karanlığında boğulanların. Yerde ve göklerde olan her şey gibi kendileri de Allah’ı tesbih etmekte olan taşlara sorulsa halbuki kutlu Nebi’ye atılıp ona zarar vermektense, akletmeyen ve zulmeden o zavallıların başlarına çalınmak isteyeceklerdi. Olur da akılları başlarına gelir diye... Bazı taşlar da Efendimiz’in mübarek ayaklarından kan sızmasına sebep olmaktansa, un ufak olup toprağa karışmayı tercih edecekti muhtemelen, sırf O’nun ayak izine karışanlardan olmak için.

Tarihten bir sayfa daha çevirince İslâm’ın ilk müezzini Habeşli Bilâl çıkıyor karşımıza. Yine, insanlıktan nasibini almayanlar, yine eziyet, yine taşlar... Kızgın kumlar üzerinde yatırılmış ama insanlığıyla, kendiyle buluşmanın sevincini ve heyecanını “Ehad!” haykırışlarıyla ilan eden bir kulun iradesine dayanamayanlar, bir kaya parçasıyla hınçlarını almaya çalışıyorlar. Oysa, kendi kalpleri zulümlerine aracı kıldıkları taştan daha katı. Bunun farkında değiller ki, dışarıdan taşların en büyüğünü, en ağırını seçip işkence etmeyi marifet saymışlar. Dursun Ali Erzincanlı’nın coşkulu ifadesiyle “Bir taş pamuk kadar hafif olmayı hiç bu kadar istememişti!” Evet, onlar sadece Bilâl’e eziyet ettiklerini sanıyorlardı. Ancak zulme alet edilen taş dahi eziyetten payını alıyordu.

Eskiden, çocukluğun daha sade ve oyuncakların fiyat biçilmeden yaşandığı günlerde taşlar oyun aracıydı kapı önünde oynayan çocukların. Beş küçük taş yeterdi mesela grup oyunu kurmanıza. Avucunuzdaki beş taştan birini havaya fırlatıp diğerlerini yere bıraktığınız ve ikinci bir hamlede yerdeki tüm taşları eksiksiz toparlayabildiğiniz takdirde küçük bir başarı öyküsüne imza atmış olurdunuz. Kariyer ve başarı planlaması yapmadan mutlu olabildiğimiz günlerdi onlar. Beş taşla oyun oynayıp mutlu olabilen dünün çocukları, şimdilerde “tek taş tek aşk” ve “beş taş alana bir taş bedava” sloganlarıyla farklı bir değerlilik ve mutluluk anlayışına davet ediliyorlar. Sevgilerin ifadesi için tahsis edilen günlerde tüketimin körüklenmesine hizmet eden bu anlayışa kapılanların olmazsa olmazı haline gelebiliyor bu taşlar. Yükte hafif pahada ağır halleriyle gözleri kamaştıran taşlar geleceğe borçlanarak hayat kavgasını sürdürmeyi göze almaya sevk ediyor insanları. Yeter ki “şu anda” mutlu olsunlar!

Anneler günü bahanesiyle kredi kartlarıyla çok yüksek meblağlarda alışveriş yapıldığına dair rakamların açıklandığı günlerde, yakın coğrafyamızdan “60 yıl etkinlikleri” haberleri geliyordu. Bir tarafın “kuruluş” dediği, ancak Filistin halkı tarafından “en-Nekbe: Büyük Felaket” olarak adlandırılan bir yıldönümü. İşgal, evinden yurdundan sürülme, horlanma, katliamlara maruz kalma, nesiller boyu mülteci olarak hayata tutunmanın sebep olduğu zorluklar... Daha da acısı vurdumduymaz bir dünya... İnsanlıktan uzak düşmüşlüğün had safhada yaşandığı bu çağda, taşlar yine sahnede. Yaşanmamış çocukluk ve gençlik yıllarını işgal şartlarında geride bırakanların topraklarını vatan yapma yolunda çabalarının bir sembolü intifada. Kelimenin Arapça “silkinme” kökünden türemiş olması da manidar. Son teknolojiyle donatılmış profesyonel bir orduya karşı sapan taşlarıyla mücadele edenler aslında zulüm ve haksızlık karşısında susan dünyanın silkinip kendine gelmesi gerektiği dersini veriyorlar. Reklam bombardımanları altında pahalı taşlar üzerinden suni bir hayat kavgasının içine çekilenler şöyle bir silkinip kendilerine gelmeliler ki, bildiğimiz türden basit taşlarla kendi vatanında özgürce var olma mücadelesi veren insanların derdi yüreklerde yankı bulabilsin. İşte o zaman hak, adalet ve barış üzere bir hayatın inşa edileceği yarınlar için ümitvar olmak mümkün hale gelecektir.

Taş deyip geçmemeli vesselam.