TR EN

Dil Seçin

Ara

Taşlar Konuşuyor

İnsanoğlu, hoyratça çiğnediği toprağın sırrından binlerce yıl habersiz olarak yaşadı. Bu sırrı, ancak başka âlemleri seyredebilecek kadar terakki etmiş gözler görebiliyor ve onların zikirlerini temaşa ediyordu.

Ve nihayet bilim, dünyanın ve ondaki akıl almaz güzelliğin farkına vardı. Ve her zerrenin, bir âlem kadar sanatlı olduğunu anladı.

Nükleer Manyetik Rezonans dediğimiz “molekül çekirdek sistemleri”nin keşfedilmesinden sonra, ilim adamları moleküllere tamamen farklı bir gözle bakmaya başladılar.

Örneğin, sizleri renkleriyle adeta büyüleyecek olan elektronlara özel aletlerle bakacak olursanız, onların o molekül şehrinin semalarında, bir saniye içinde 100 bin defa dolaştığını görür ve bu küçük âlemdeki akıl almaz ihtişam karşısında vecde gelirsiniz. Elips şeklindeki manyetik alanlarda dönen bu elektron bulutları o molekülün semalarında raks ederken, enerji farkları sebebiyle renkten renge girmekte ve manyetik eğilimlerle değişen titreşimler, ayrı notalar gibi dalgalar hasıl etmektedir. Bu ise duyan kulaklar için olağanüstü bir senfoni niteliğindedir.

O moleküle biraz daha yaklaşırsanız, bu sefer bambaşka bir yapıda olan çekirdekleri göreceksiniz. Onlara bakarken kullandığınız özel güçlendirici aletinizi çekirdeklerdeki titreşimin bir saniye içinde 10 milyara ulaştığını gösterecek ve o tek molekül içindeki akıl almaz sanatın büyüklüğünü ispatlayacaktır.

Evet, saniyede 10 milyar titreyiş. Bu, her bir molekülün, kendisini sevk eden kudretin haşmeti karşısındaki titreyişidir ve bu titreyiş, moleküllerin zikri hükmündedir. Çünkü modern ilim tarafından henüz keşfedilen ve her bir zerrenin bir âlem kadar sanatlı olduğunu ispatlayan bu titreyiş, Rabbimizin kudretine zerreler adedince şehadetten ibarettir.

Acaba şu kâinatın yaratıcısı olan Rabbimiz, zerrelerin zikirleri konusunda ne buyurmaktadır?

İşte Haşr Suresinin ikinci ayetinin meali, “Göklerde ve yerde olanlar O’nu her an tesbih ederler.” Başka âlemleri seyreden ve zerrelerin zikrini görebilen velilerin dışında, belki bu ayetin meali yirminci asra kadar tam anlaşılamadı. Modern bilim, şu kâinatı çevreleyen esrar perdelerini bir bir aşarken, her birinde Kur’an’ın nuru ve hakikati ile karşılaşıyor.

Bir molekül, çok güçlü bir manyetik alan içine konursa, bu sessiz gibi duran titreşimler şiddetlenmekte ve adeta o moleküle ait özel bir beste yapmaktadır.

Bu manyetik alan ne kadar güçlendirilirse, moleküle ait titreşimler de o derece şiddetlenmekte ve manyetik alanın gücü, sanki o besteye hoparlör vazifesi görmektedir.

Modern fizik ve onu takip eden molekül teknolojisi, bu özelliği keşfetmiş ve uygulama safhasına sokmuştur. Artık bugün herhangi bir molekülü, onun titreşiminden, diğer bir ifadeyle, yapmış olduğu zikirden tanıyabiliyoruz.

Kimyada veya tıpta moleküllerin bu titreşimleri, şekiller halinde ekrana yansıtılabilmekte ve bu şekillerden o molekülün cinsi anlaşılabilmektedir. Hatta vücuttaki kanserli bir dokuda bulunan moleküller farklı olacağından, bu metotla kanseri teşhis etmek mümkün olabilmektedir.

Evet her bir molekülü harika olan taş parçaları, böylesine muhteşem yapılarıyla kendilerini yaratan sanatkârı gösterirken, acaba kendilerine “cansız” dediğimiz için bizlere güceniyorlar mı dersiniz?

Taş ve toprak moleküllerinin moleküller dünyasındaki yeri bambaşkadır hakikaten. Çünkü silisyum ve karbondan kurulu molekül şirketlerindeki sanat, bu küçük dünyanın çözülememiş sırlarının başında gelir. Bu maddelerin atomik semalarında yüzen dörtlü elektron bulutları henüz modern bilim tarafından da anlaşılmış değildir. Ve hiçbir madde, bu iki atomun yapısına benzemez.

Evet, taş ve toprak o kadar büyük bir sanatla yaratılmıştır ki, nebatlar ve ağaçlar, incecik kök ve damarlarını hiçbir zorluk görmeden onun derinliklerine gönderir ve rahmet hazinelerinden aldıkları incir, üzüm, nar ve hurma gibi cennet tatlılarını, Allah’ın izniyle bizlere ikram ederler.

O sert kayalar, şu kâinat Hâlıkının emirlerine itaat ederek balmumu gibi yumuşar ve sinesinden ab-ı hayat hükmündeki kaynaklara yol açarlar.

Onun derinliklerine gömdüğünüz kara kuru bir tohum, bin bir türlü renklerle donatılmış olarak onun bağrından fışkırır.

Çiçekler, yine onun sinesinden çıkar ve Allah’ın izniyle aldıkları Cennet kokularını, Cennete namzet olan biz insanlara ulaştırırlar.

Yeraltındaki sessiz zikirlerini sürdüren ve şuursuz gibi görünen o taş ve toprak, Peygamberler Peygamberinin (asm) avucunda, yüksek sesle zikreder.

Ve o mübarek elin attığı taş ve toprağın her bir zerresi, bir top güllesi hükmüne geçerek düşmanı kahreder.

İşte taş ve toprak böyledir. Ve hangi yönüyle bakılırsa bakılsın, zerreleriyle birlikte mucizane bir şekilde çalıştırılır.

Taş zerreleri bile mucize olduktan sonra, zaten geriye ne kalır ki?

Evet taşlar, bütün zerreleriyle zikreder. Ve bu zikri temaşa eden Velîlerin, yere basmaktan dahi çekinir hale gelmiş olmalarındaki sır anlaşılır.

Moleküller âlemindeki gezimize son verdiğimiz şu anda, o taşları kendimize örnek almış olmalı ve Kâinat Hâlıkının emirlerine, onlar gibi itaat etmeliyiz.

Yani o kudrete karşı balmumu gibi yumuşayan ve bütün zerreleriyle titreyen taşlar gibi.

Her bir molekülü harika olan taş parçaları, böylesine muhteşem yapılarıyla kendilerini yaratan sanatkârı gösterirken, acaba kendilerine “cansız” dediğimiz için bizlere güceniyorlar mı dersiniz!