Kur’an-ı Kerim, müheymindir!
Bütün sözler eskir. Bütün cümlelerin etkisi zamanla kaybolur. Bütün sözcüklerin anlamı üzerinden an aktıkça deformasyona uğrar. Kur’an’ın sözcükleri ise kat kat açılan basma gibi her dönemde yeni yeni anlamlarını açığa vurur. Bu yönüyle Kur’an, zamanın eskitmesi şöyle dursun çağları arkasından sürükleyen bir hüviyete sahiptir.
Kur’an aynı zamanda “müheymindir”. Yani kendisinden önce gelen kutsal kitapların bütün doğrularını, hak mesajlarını bünyesinde toplamıştır. İncil gibi sadece bir irşad ve ahlâk kitabı değildir. Aynı zamanda Tevrat’ın Tekvin kitabının da varisidir ve onu tashih eder. Bunun nasıl anlaşılması gerektiği sorusuna gelince, Kur’an’ın tek başına hiçbir ilme indirgenemeyeceği, ama onda hepsinden de bir şeyler bulunabileceği ifade edilebilir.
Nitekim, Kur’an’la ilgili yapılan tariflerde onun bir ilim ve fen kitabı olmadığı söylenir, ama bu, Kur’an’ın ilim ve fenden bahsetmediği anlamına gelmez. Aynı şekilde, Kur’an tek başına bir hukuk kitabı da değildir. Ama hukuka dair en temel kaideleri onda bulmak mümkündür.
Gelgelelim, Kur’an’ın bu niteliğini kavrayamayan bazı kişiler, hatta ilahiyatçılar, yanlış ifade ve kavrayışlarını zaman zaman televizyonda ve sair toplantılarda dile getiriyorlar. Bu konuyla ilgili olarak bazı çarpıcı tespitleri aktaralım:
“Maalesef günümüzde kâsır akıllı ve absürt bazı ilahiyatçılar Kur’an-ı Kerim’in ilmî mucize boyutunu zımnen red ve inkâr ediyorlar. Güya Kur’an ilim ve fen kitabı değilmiş. Kur’an-ı Kerim bu konularla ilgilenmezmiş.
Bu ilahiyatçılar Kur’an-ı Kerim’e felsefe gözlüğüyle bakıyorlar. Nasıl ki kimi filozoflar Allah’ı tenzih etmek için onu kâinatın tasarrufundan alıkoymuşlarsa, kimi ilahiyatçılar da Kur’an-ı Kerim’i güya konjonktürel çelişki ve tenakuzlardan korumak için sadece dua ve irşad kitabı sınırlarına hapsetmeye çalışıyorlar.
Yani İncilleştiriyorlar. Halbuki Kur’an bize Big Bang’den yer ile göğün ayrışmasına, maddenin büzülüp genişlemesine kadar pek çok kevnî ayetten söz etmektedir. Bunları görmezden gelmek, Kur’an’ı eksik anlamak olur.”
***
“Kur’an
hem zikirdir,
hem fikirdir,
hem hikmettir,
hem ilimdir,
hem hakikattir,
hem şeriattır,
hem sadırlara şifa,
müminlere hüdâ ve rahmettir.”
— Mesnevi-i Nuriye
***
Dizi Kültürü
Dizilerle birlikte ilginç bir kültür oluşmaya başladı. Soruyorsunuz, Tolstoy’un Harp ve Sulh’unu okudunuz mu? Cevap veriyor: “Hayır ama filmini gördüm.”
Bugünlerde bizim klasikler de bolca filme çekilmeye başlandı. Kitap okumaya nefsini ikna edemeyen, hazırcılığa alışan yeni kuşaklar, Reşat Nuri Güntekin’in Yaprak Dökümü’nü, Halil Ziya Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnu’sunu televizyondan biliyorlar sadece. Geriye kalan eserleri de kitaptan okumaya pek niyetleri yok; filme alınmalarını bekliyorlar!
İyi de, bu diziler acaba bu eserleri ne kadar aktarabiliyor? Görüntünün kitaba göre daima bir indirgeme anlamına geldiğini biliyoruz. Hiçbir görüntü, insanın duygusal durumlarını ve iç konuşmalarını ekrana taşıma kabiliyetine sahip değil. Üstelik, kitap okurken okurun zihin ve imgelem dünyasında sayısız çağrışımlar meydana gelirken; film izlerken beyin atıl bir vaziyete mahkûm oluyor.
Böyle giderse, iç dünyası diziler yüzünden fakirleşmiş, düşünce ve tasavvur mekanizmaları güdük kalmış yeni bir insan tipiyle karşı karşıya kalabiliriz.
***
Diyet Modası ve Yeni Irkçılık
Bizim bildiğimiz Eski Yunan’dan beri insan bedeni yüceltiliyor. Çıplak insan figürleri bu yüceltmenin göstergesiyse, olimpiyatlar da şöleni. Bugünlerde ise bedene yönelik yüceltme, çok daha değişik biçimlerde tezahür ediyor. “Diyet modası” şeklinde!
Hemen ne alakası var demeyin. Özellikle bayanların beden siluetinde en ufak bir kusurun bile neredeyse “hatalı üretim” değerlendirmesine maruz kaldığı bir dünya, bedeni yüceltmiyor da ne yapıyor?
Konuyla ilgili Haşmet Babaoğlu Sabah Gazetesi’nde gerçekten ilginç ve ilginç olduğu kadar da doğru yorumlara yer vermiş:
“Diyet modaları ve şişmanlık korkusu alttan alta yeni tür bir ırkçılık üretmeye başladı. Göbeği bir parça çıkık, kalçası bir parça geniş, kilosu biraz fazla olan her kadın ‘eyvah, beni de aşağı ve çirkin ırktan sayacaklar!’ diye korkudan ölüyor.
Küçücük kızlar beş yıl öncesinin trendlerine göre ‘dümdüz’ sayılacak göbeklerini ‘çok fazla’ bulup sabah akşam buna ağlıyor.
Burada ‘sağlıklı yaşam arayışı’ndan falan söz etmek feci bir yanlış olur. Çünkü karşımızdaki şey bir tür ırkçılık!
Ama önümüzde başka bir problem var: Medyanın insanların diyet çılgınlığını kışkırtmaktan, sözünü ettiğim yeni ırkçılığın değirmenine su taşımaktan ve birkaç kiloyu korkunç bir obezite gibi göstermekten vazgeçeceğine inanan var mı aramızda, söyleyin!
Düşünüyorum da… Bir zamanlar…
Her kültürde, her toplumda ‘orta yol’ övülür, tavsiye edilirdi.
Aşırılığa karşı insanlar uyarılırdı.
Ayrıca bilinirdi ki, perhiz beden için yararlı olsa bile, asıl ruh içindi!
Sağlık bir yarış ve kibir vesilesi değildi.
***
Medyaya karşı nasıl korunacağız?
Medya gücünün Türkiye’de öteden beri hoyratça kullanıldığını biliyoruz. Objektifin önündeki küçücük çöpü büyüterek iğrençleştirebilen bir kısım medya, nedense objektifin gerisindeki kendi kirliliğine dair en küçük bir eleştiri getirmiyor. Medya patronlarının çıkarları doğrultusunda başlatılan karalama kampanyaları artık o kadar iğrenç bir hâl aldı ki, medyanın “özgür haber” iddiaları havada kalmaya başladı. Kendisi özgür olmayan bir medyanın özgürlük talep etmesi, işte bu yüzden kendi içinde büyük bir çelişkiye dönüştü.
Konuyla ilgili Prof. Dr. Atilla Yayla’nın makalesi, gerçekten pek çok doğruyu bir araya getiriyor:
“Siz (medya) ne zamandır özgürlükten yanasınız? Öğrencilerime ilk fırsatta şunu söyleyeceğim derslerimde: Yalan yazan, kişilik haklarına saygı göstermeyen, gazeteleri siyasetçilere ve sıradan vatandaşlara karşı tehdit ve şantaj aracı olarak kullanan, basın özgürlüğünden dem vurup linç kampanyaları açan veya linç kampanyalarını destekleyen gazeteleri satın almayın diye. Ne yanlış var bunda? Bir vatandaş olarak buna hakkım yok mu? Gazeteler ve gazetecilik kutsal mı? Basın özgürlüğüne saygı göstermek demek gazetelere hiç karşı çıkmamak, onlara asla itiraz etmemek, ne yaparlarsa yapsınlar sineye çekmek demek midir?
İnsan şeref ve haysiyetine, insan hak ve özgürlüklerine değer veren, demokratik sisteme ve gücün denetlenmesi gerektiğine inanan herkes ahlâksız ve ilkesiz medya organlarına karşı dikkatli olmalıdır. En azından bu tür medya organlarına satın almamak ve seyretmemek yoluyla tepki göstermeli ve bunu yapmak için siyasilerin çağrısını beklememelidir.”
***
Türkiye’de evlilik yaşı 40’a dayandı
Her genç kız ve erkeğin rüyasıdır mutlu bir yuva kurmak. Pembe panjurlu bir evde bu mutluluğu çocuklarla daha da pekiştirmek. Ancak yıllar geçtikçe değişen toplumla birlikte 25 yaş öncesi genç evlilikler görmek hayal oldu, evlilik yaşı 40’a dayandı.
Kariyer, eğitim ya da özgürlük gibi çeşitli sebepler, ‘pembe rüya’yı hep başka bahara erteliyor. Resmî verilere göre Türkiye’de son 7 yılda 30-44 yaş arası evlilikler yüzde 70 arttı. Psikologlara göre geç kurulan yuvalar, huzur ve mutluluk yerine sıkıntı getiriyor. İstatistikler de bunu kanıtlıyor: 30 yaş üstü evliliklerde boşanma oranı daha yüksek. 28 yaştan sonra kadında doğurganlık oranının düştüğüne dikkat çeken uzmanlar, erkeklerin de üreme hücrelerinde sorun çıkabildiğini vurguluyor.
Bu tablo da gösteriyor ki, ülkemizde evlenememek ciddi bir sorun haline gelmeye başladı. Ama sanki gerçek tablo bu değilmiş gibi televizyona yansıyan bazı reklam kampanyaları ve tv dizileri, özellikle kız çocuklarının olabildiğince geç yaşta evlenmeleri yönünde topluma mesaj veriyorlar. Öteden beri, çağdaş düşüncenin olmazsa olmazı gibi gösterilen bu seçenek, en sonunda bırakın genç yaşı, geç yaşta evlenmeleri dahi bitme noktasına getirebilir.
Neticede evlilik denen kurum, belli bir yaştan sonra çok daha zor şartlarda kurulabiliyor. Kendine göre belli bir yaşam tarzına alışan bireyler, yaşı 40’a yaklaştıktan sonra hayatını başka birisiyle paylaşmaya kapılarını kapatabiliyor.
Acaba bu gerçeği ne zaman göreceğiz? Ne zaman kâğıt üstündeki saplantılı düşüncelerimizi bırakıp, ortada duran vak’ayı görüp ona göre hareket edeceğiz?
***
“Evleniniz, çoğalınız.
Çünkü ben Kıyamet gününde
sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim.”
— Hz. Peygamber (asm)
***
“Sözüm doğru olsun da, isterse odun gibi olsun!”
Yazının ilk şartının ihlâs ve içtenlik olduğuna şüphe yoktur. Güzel yazının esas vasıflarından birisi ise, bildirdiği düşüncelerin doğru ve gerçeklerin ifadesi olmasıdır. Ciddiye alınacak şeyler söyleyeceksiniz. Eğer söylenmeye değer fikirleriniz varsa ancak yazacaksınız. Beyan etmeye değecek bir düşünceniz yoksa yahut henüz ne diyeceğinizi tespit edememişseniz kalemi elinize almayacaksınız. Bazı yazılar, duygu yahut heyecan ağırlıklıdır. İfade edeceğiniz duyguların; yerinde isabetli, makul evsafta olması, yazının temel güçlerinden birisini oluşturur. Onu şöyle de anlatalım: kaydetmeğe teşebbüs ettiğiniz fikirler ve duygular; güçlü, kuvvetli ve haklı olacaktır. Bu sıfatları taşımazsa, onları anlatmak için ne kadar güzel, süslü; zengin cümleler kullanırsanız kullanınız, yazınıza istediğiniz güzelliği veremezsiniz. Burada “en güçlü edebiyat, edebiyatsızlıktır” yahut “dileğini düz söyle” gibi sade, basit yazı prensipleri ve Mehmet Akif’in “sözüm doğru olsun da, isterse odun gibi olsun” mealindeki satırlarını hatırlamakta fayda vardır.
Yani yazmak için bilmek, söylenecek şeyi olmak lazımdır. Güzel yazının temel şartlarından birisi budur. Bunun için de biraz dolmak ve olmak lazımdır. Fikir, bilgi ve tecrübe biriktirmek lazımdır. En azından yazı yazdığınız sahada! (Osman Akkuşak)
***
2010’da Web’de yer kalmayacak!
İnternetin babası olarak bilinen Vint Cerf, 2010 yılı itibarıyla internet protokolü olarak bilinen IP adreslerinin kapasitesinin dolacağını ve yeni web sitesi ismi alınırken sıkıntı yaşanacağını dile getirdi. Sistemin değiştirilmesi gerektiği uyarısında bulunan Cerf, aksi halde internet kullanıcılarının sevdikleri sitelere girmelerinin zorlaşacağını dile getirdi. 1977 yılında devreye giren ve şu anda kullanılmakta olan internet protokolüne (IPv4) göre toplam 4.2 milyar adet internet adresi bulunuyor. Bu sisteme göre her IP adresi 32 haneli rakamlarla ifade ediliyor. Kullanılan bu sistem, bilgisayarların birbirleriyle kolayca iletişim kurmasına olanak sağlıyor.