Fizyoloji ve Tıp alanında tanınmış ünlü bilim adamı Kenneth Walker, Doğu Afrika’da çıktığı av sırasında canlılar arasındaki dayanışmaya ilişkin gözlemlerini şu şekilde anlatıyor:
“Yıllarca önce Doğu Afrika’da avlanmaya çıktığımda hayvanlar arasında gözlemlediğim dayanışmanın birçok örneği hâlâ belleğimde canlıdır. Ahti düzlüklerinde değişik zebra ve ceylan sürülerinin tehlikelere karşı birbirlerini uyarmak için belli yerlere nöbetçi koyduklarına tanık oldum. Zebra avlamaya çıkmamıştım; ama ceylan avlamam da hemen hemen olanaksızdı. Çünkü ne zaman birine yaklaşmak istesem, nöbet tutan zebra tehlikeyi fark eder, ceylanları uyarırdı.
Gene zürafalarla filleri de çok kez birlikte bulurduk. Fillerin kocaman kulakları, son derece keskin işitme duyuları vardır; ancak görme duyuları zayıftır. Zürafalar ise adeta gözetleme kulelerine yerleştirilmiş bekçiler gibidir. Güçlerini birleştirdiklerinde görünmeden ya da duyulmadan ne fillere ne de zürafalara yaklaşmaya olanak vardır.
Daha ilginç (daha doğrusu son derece garip) bir işbirliği gergedanlarla, derilerine gömülen kene türünden parazitleri ayıklamak için sırtlarında tırmanıp oturan kuşlar arasında idi. Bu kuşlar her zaman tetikte bekler, yaklaştığımı çok uzaktan fark eder etmez hırçın çığlık ve gagalamalarla konuğu oldukları hayvanı uyarırlardı.
Gergedan kaçmaya koyulduğunda kuşlar bir katardaki yolcular gibi hayvanın sırtına asılıp yerlerinden ayrılmazlardı.”
Kenneth Walker gibi daha pek çok gözlemci, tabiatta canlılar arasındaki dayanışmaya ilişkin bu tarz gözlemlerde bulunmuşlardır.
Fakat, her nedense, sıradan izleyici olarak televizyona baktığımızda, belgesellerde tam aksi bir fotoğrafın resmedildiğini görürüz. Sanki hayvanlar âleminden alınacak tek ders, “hayatın bir mücadeleden ibaret olduğu”dur.
Bu belgesellerin bunca yıl belli felsefî inanışları yansıttığı bir gerçek. Ama yavaş yavaş bu durum değişiyor. Canlılar âleminin bizim onlara yamadığımız basit inanış ve şablonların çok ötesinde derin sırlarla çevrili olduğu giderek daha iyi anlaşılmaya başlandı. Canlılar âleminde görülen sayısız dayanışma örnekleri de, bu bağlamda dikkati çeken önemli başlıklardan bir tanesi.
Dilerseniz, canlılar arasında dayanışmanın nasıl ve ne şekilde gerçekleştiğine ilişkin bazı ara başlıklara göz atalım.
Tehlikelere Karşı Birbirlerini Uyarırlar
Topluluk içinde yaşayan hayvanlardan herhangi biri tehlikeyi sezdiğinde sessizce olay yerinden kaçmak yerine var gücüyle çevresindeki diğer hayvanları da uyarır. Her bir canlı türünün kendine özgü bir uyarı şekli vardır. Örneğin tavşanlar ve bazı geyikler tehlikeyi sezdiklerinde çevrelerindeki hayvanları uyarmak için kuyruklarını dikerler. Ceylanlar ise ilginç bir zıplama dansı yaparlar.
Birçok küçük kuş, düşmanlarını fark ettiklerinde hemen öterek alarm verirler. Sarı asma kuşu gibi türler alarm verirlerken dar frekans aralığı olan ve yüksek perdeden bir ses çıkartırlar. İnsan kulağı bunu ince bir ıslık gibi algılar. Bu sesin en önemli özelliği ise kaynağının yönünün anlaşılmamasıdır.
Koloniler halinde yaşayan böceklerde de, tehlikeyi ilk sezen böcek bütün koloniyi uyarır. Ancak, tehlikeyi haber veren böceğin salgıladığı alarm kokusu düşmanın da dikkatini çeker. Dolayısıyla kolonisini tehlikeye karşı uyaran böcek ölümü de göze almış olur.
Fakat bu örnekler içinde asıl ilginç olanı, gergedanların üzerlerinde yaşayan kuşların attığı çığlıkların tehlikeyi haber verdiğini anlamalarıdır. Bu da gösteriyor ki, hayvanlar sadece kendi türleri arasında değil, diğer hayvanlarla da anlaşabiliyorlar.
Tehlikelere Birlikte Karşı Koyarlar
Sürü halinde yaşayan hayvanlar tehlike anında birbirlerini uyarmanın yanı sıra tehlikeye de birlikte karşı koyarlar. Örneğin küçük kuşlar, doğan veya baykuş gibi yırtıcı kuşlar bölgelerine girdiklerinde topluca bu hayvanların çevresini sararlar. Bu arada çevredeki diğer kuşları da bölgeye çekmek için özel bir ses çıkartırlar. Küçük kuşların topluca gösterdikleri saldırgan hareketler, yırtıcı kuşları genellikle bölgeden uzaklaştırır.
Öte yandan, genel olarak bir zebra sürüsü saldırıya uğradığında sürünün lideri olan zebra geride kalır ve dişiler ile taylar önde koşarlar. Erkek zebra arkada zigzaglar çizerek koşar, çifteler atar, hatta geri dönüp saldırgan hayvanları kovaladığı bile olur.
Yunuslar da hep grup halinde gezerler ve en büyük düşmanları olan köpekbalıklarına karşı grupça karşı koyarlar. Yunuslar, köpekbalıkları yavrularını tehdit edecek şekilde yaklaştıklarında iki yetişkin yunus gruptan ayrılarak köpekbalığının dikkatini kendi üzerlerine çekerler. Köpekbalığının dikkati başka yöndeyken diğer grup elemanları bir anda köpekbalığının çevresini sararlar ve hepsi birden köpekbalığına darbeler indirmeye başlarlar.
Misk sığırları da bir saldırganla karşılaştıklarında kaçmak yerine kendilerine bir güvenlik çemberi oluştururlar. Tüm grup üyeleri düşmana arkalarını dönmeden geri geri giderek bir daire haline gelirler. Yavrular bu dairenin merkezindedirler ve annelerinin uzun tüylerinin altında saklanırlar. Yetişkinler yavruların çevresini kuşatarak onları tam bir koruma altına alırlar. Saldırganların üzerine atılan bir misk sığırı saldırıdan sonra yavruları koruyan dairenin dağılmaması için yerine geri döner.
Hayvanların tehlike durumları dışında, avlanma sırasında gösterdikleri işbirliği konusunda da oldukça çarpıcı örnekler bulunmaktadır. Örneğin pelikanlar balık avlamaya daima kalabalık bir sürü halinde giderler. Uygun bir koy seçtiklerinde ise, sahile karşı yarım bir daire oluştururlar ve sığ suda gezinerek bu daireyi daraltırlar. Bu dairenin içine giren tüm balıkları yakalarlar. Canlılar âleminde daha bunun gibi pek çok örneğe rastlanabilir.
Doğum Sırasında Yardımlaşam Hayvanlar
Tabi, canlılar arasında yardımlaşma konusu bu kadarla sınırlı değil. Bir de hayvanların doğum sırasında birbirleriyle yardımlaşmaları söz konusu. Özellikle memeli hayvanlar doğumları esnasında tehlikeye son derece açık bir durumdadırlar. Hem anne hem de yeni doğan yavrular avcı hayvanlar için kolay birer avdırlar. Ancak genellikle bu canlılar doğum yaparlarken yanlarında sürülerinden biri yardımcı olarak bulunur.
Örneğin, dişi antilop yavrulayacağı zaman, sürünün dışında çalılıkların arasında bir mekânı tercih eder. Doğum esnasında ise yalnız değildir. Yanında sürüde bulunan bir başka dişi ona yardım etmek için hazır bulunmaktadır. Doğum esnasında yardımlaşmalarıyla ünlü olan diğer canlılar ise yunuslardır. Yunus yavrularının doğar doğmaz su yüzeyine çıkmaları gerekir. Bu nedenle dişi yunus doğum esnasında yavruya yardım ederek onu burnuyla su yüzeyine doğru iter.
Doğumdan hemen önce, anne yunusun hareketleri ağırlaşır. Bu nedenle doğum anında dişi yunusun yanında, ona doğumda yardımcı olmak üzere topluluktaki iki dişi yunus daha bulunur. Yardımcı yunuslar, doğumdan önce ona bir zarar gelmemesi için anne yunusun iki yanında yüzerler. Görevleri, doğumdan önce hareketleri ağırlaşan ve bu nedenle herhangi bir tehlikeye karşı koyabilecek bir güce sahip olmayan anneyi korumaktır.
Anne file de doğum öncesinde yardımcı olmak üzere her zaman için topluluktaki diğer dişi fillerden biri hazır bulunur. Sık çalılık ve ağaçların arasında ustalıkla saklanan anne ve ona doğumda yardımcı olacak olan dişi fil, yavru fili yıllar boyu korumaya devam ederler. Dişi fil, yanında yavrusu varken çok daha saldırgan ve tetiktedir.
Koloni Halinde Yaşayan Canlıların Fedakârlığı
Özellikle karıncalar, arılar ve termitler disiplin, itaat, iş bölümü, dayanışma ve fedakârlık üzerine kurulu bir organizasyon içerisinde yaşarlar. Bu minik canlılar, kendi hayatlarını hiçe sayarak, larvadan çıktıkları andan ölene kadar bütün enerjilerini larvalarını ve kolonilerini korumak ve beslemek için kullanırlar. Birbirleriyle yiyeceklerini paylaşırlar, bulundukları ortamı temizlerler ve hatta gerektiğinde diğerleri için canlarını verirler.
Herkes ne iş yapması gerektiğini çok iyi bilir ve onu kusursuzca yerine getirir. Her biri için kolonisindeki diğer canlılar ve özellikle savunmasız larvalar birinci plandadır. Arıların, termitlerin ve karıncaların arasında bir tek bencil harekete rastlamak mümkün değildir. Bu yüzden de koloni halinde yaşayan bu canlılar kusursuz bir düzen içinde hayat sürerler ve büyük başarılar elde ederler.
Peter Kropotkin, kitabında karıncaların ve termitlerin karşılıklı yardımlaşma sonucunda ne kadar büyük bir başarı kazandıklarıyla ilgili bir tespitini şöyle dile getirmektedir:
“Termit ve karıncaların muhteşem yuva ve binalarının, şayet insanlarınki ile aynı ölçülerde olsaydı, çok daha üstün olduğu görülecekti. Asfaltlanmış yolları ve yer üstü tonozlanmış galerileri, geniş holleri ve tahıl ambarları, tahıl alanları, hasat etme işlemleri, yumurta ve larvalarının bakımındaki akılcı metodları… ve son olarak cesaretleri ve üstün akılları, tüm bunlar, yoğun ve yorucu yaşamlarının her aşamasında uyguladıkları karşılıklı yardımlaşmanın doğal bir sonucudur.”
Tabi burda Kropotkin’in göremediği nokta, söz konusu akılcı metodların ve üstün akıl tezahürlerinin hayvanların kendi aklî yeteneklerinden kaynaklanmadığı.
Hayvanlarda görülen tüm bu üstün meziyetler, canlıların birbirleriyle bu derece iç içe yaşam sürmeleri, birbirlerini kollamaları, birlikte hareket etmeleri, ancak insanın refleks hareketlerine benzer şekilde otomatik mekanizmalar sayesinde gerçekleşmektedir.
Dolayısıyla, canlıların üstün akılları yerine, onlara bu hareketleri ilham eden Varlığın akıl ve şuurunun yüceliğinden bahsetmek çok daha doğru olur.
Şu kadarı var ki, ortada apaçık duran gerçek, canlılar âleminin evrimcilerin varsaydığı gibi salt çatışmaya dayalı ve kendi kendine gelişme gösterdiği bir âlem olmadığı. Her şeyde O’nun tecellileri görünüyor.