TR EN

Dil Seçin

Ara

Varlıkta Sevgi Yansımaları

Kâinatın her tarafında “aşk-ı kimyevî” tabir edilen bir cazibe, bir çekim kanununun varlığı, varlık hamurunda pek cazibeli bir sevgi mayasının göstergesidir. Kozmik hamuru aşk mayasıyla yoğurmak, Yaratıcının seven, sevilen ve sevgiye değer veren bir varlık olduğunun kanıtıdır. Çünkü, sevmeyen, sevilmeyen sevgiden habersiz birinin inşa ettiği evrenin temel harcı olarak sevgi olgusunu kullanması düşünülemez.

 

SEVGİNİN GERÇEK KAYNAĞI

Kâinatta mevcut sevginin gerçek kaynağı, onu var eden Yaratıcının kendisidir. Her sanat üslubu, onu yapan sanatkârın şahsiyetinin bir nevi tezahürüdür. Hem seven hem sevilen anlamına gelen “Vedûd” ismi, bu sevginin kaynağıdır. Aşk ayağıyla seyr-u sulûk eden evliyanın, özellikle bu ismi zikirlerine vird edinmelerinin hikmeti de budur.

Şüphesiz bir sanatın sevilmesi için, onun sevilmeye layık donanımlara sahip olması gerekir. Bu ise, ancak her şeyde hakiki hikmeti gözeten “Hakîm” isminin devreye girmesiyle mümkündür.

Ayrıca o hikmetli sanatın hep güzel olarak yoluna devam etmesi için, onunla yakından ilgilenen, merhametle kucaklayan, sonsuz şefkat sahibi “Rahîm” bir Rabb’a ihtiyaç vardır. İşte kâinatın muktedir hükümdarı olan yüce Yaratıcının, “Vedûd”, “Hakîm” ve “Rahîm” ismi, onu kucakladığı içindir ki, kâinat bu kadar sevimli bir sanat tablosu olarak varlık sahnesinde yer alabilmiştir.

Bediüzzaman’ın da ifade ettiği gibi, Allah’ın en büyük isimlerinden olan Rahîm, Hakîm ve Vedûd isimlerinin—kâinat çapında—birer yansıması olan şefkat dolu eğitim ve terbiye sisteminde, büyük maslahat ve menfaatleri hedefleyen tedbirler, her tarafta izleri görülen ciddi bir ilgi ve güçlü bir sevginin pırıltılarını saçan yardımlar, ikramlar, ihsanlar ve lütuflar söz konusudur. (krş. Mektubat, 284).

Demek ki, Cenab-ı Hakk’ın rahmeti gibi, muhabbeti dahi bütün kâinatı ihata etmiş, kuşatmıştır. (Mektubat, 304-305)

 

SEVGİYİ SEVGİLİ KILAN UNSURLAR

Sevgi olgusunu sevimli kılan unsurların başında kemâl ve cemâl gelir. Çünkü mükemmellik ve güzellik—kusursuz olduklarından—fıtrî birer cazibe merkezidir. Mıknatıs gibi şuurlu varlıkların aklını çeker, gönlünü cezbeder.

Bilindiği üzere, Zât-ı Vâcibü’l Vücudun hadsiz cemâl ve kemâli vardır. Çünkü kâinat çapında parıltıları görülen cemâl ve kemâlin bütün envâı, Onun cemâl ve kemâlinin emareleri, işaretleri, ayetleri ve belgeleridir. İşte, her cemâl ve kemâl sahibi bilbedâhe cemâl ve kemâlini sevdiği gibi, Zât-ı Zülcelâl dahi kemâl ve cemâlini pek çok sever. Hem kendine layık bir muhabbetle sever. Hem kemâl ve cemâlinin birer unvanı olan esmâsını/güzel isimlerini dahi sever. Madem esmâsını sever; elbette esmâsının cemâlini gösteren san’atını da sever.

Öyleyse, cemâl ve kemâlinin aynası ve harikalar harikası maharetinin birer yansıması olan sanatlı yaratıklarını dahi sever. Madem cemâl ve kemâlini gösteren aynaları sever; elbette güzel isimlerinin cemâl ve kemâline işaret eden mahlûkatının güzelliklerini de sever.

Bu beş nevi muhabbete, Kur’an-ı Hakîm, ayetleriyle işaret ediyor. Yeri gelince şunu da belirtelim ki, yaratıklar içinde en mükerrem, yaratıcısını candan seven ve onun tarafından sevilen, insan nevidir. Özellikle o hadsiz mahbuplar/sevgililer içindeki mezkûr beş veçhinin her bir veçhinde en yüksek makam, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâma mahsustur ki, “Habîbullah” unvanı ona verilmiştir. (krş. Mektubat, 304-305)

 

GERÇEK SEVGİNİN ÖLÇÜSÜ

Sevginin zayıf veya güçlü olması, sevdalı olduğunu iddia edenin samimiyeti ile doğru orantılıdır. Gerçek sevginin ölçüsü, onun barındırdığı dinamik enerji, pozitif sinerji ve potansiyel gücüdür.

Hakiki sevgi, Hak ismine dayandığı, hak ve hakkaniyet din olan İslâm’la yansıtıldığı için, “İslâm/hak daima üstündür, alt edilemez” (Buharî, cenaiz, 79) melindeki hadis-i şerifin işaret ettiği güçlü bir konuma sahiptir. Sarp dağların engel olamadığı Ferhatların aslanlar gibi yürüyüşü, vahşi kurak çöllerin acımasız tavrı karşısında hiç istifini bozmayan Mecnunların bu akıl almaz duruşu, ancak bir aşkın gücü ile izah edilebilir.

Kur’an-ı Hakîm’in ifadelerinden, Züleyha’nın nefsânî/mecazî aşkı ile, Hz. Yusuf’un Rabbânî/hakiki olan aşkının farkını anlamak mümkündür:

“Yusuf’un aşkı, bağrını yakmış” (Yusuf, 12/30) kadın olarak ün yapmış Züleyha’nın nefsânî aşkının zayıflığı; “İkisi de kapıya doğru koştular. Kadın Yusuf’un gömleğini arkadan (çekerek) yırttı. Kapıda kadının kocası ile karşılaştılar. Kadın, kocasına dedi ki: ‘Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmak veya can yakıcı bir azaptan başka ne olabilir?’” (12/25) mealindeki cümleden anlaşılabilir. Bir anda,—ilan-ı aşk ettiği—sevgilisinin aleyhine dönmesi, aşkının nefsânî ve zayıf olduğunun göstergesidir.

Buna mukabil, Hz. Yusuf’un Rabbânî olan aşkının gücünü; “Rabbim! Bana dünyada saltanat verdin, özel bir ilim ve bilgiyi lütfederek olayların arka planlarıyla ilgili isabetli yorumlar öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Dünyada da ahirette de benim dostum sensin, ne olur, artık Müslüman olarak canımı al ve salih kimselerin arasına kat!” (12/101) mealindeki ifadesinde bulabiliriz.

 

SEVGİNİN YAN ETKİLERİ

İnsanoğlu geçici de olsa, dikkat ettiği bir konu/bir nesne hakkında duygularını yoğunlaştırmaya başlar. Duyguların yoğunlaştığı konu etrafında bir benimseme temayülü ortaya çıkar. Bu temayülün bahis mevzuu olduğu konuya tekrar tekrar bakma meyli doğar. Bu mükerrer bakıştan bir ünsiyet, bir ülfet, bir yakınlık hissi meydana gelir. Yakınlık hissinden bir tanışıklık ve alışkanlık husule gelir. Bu alışkanlıktan şiddetli/güçlü bir meyil, bundan da sevgi doğar.

Böylece şiddetli temayülden sevgi, şiddetli sevgiden aşk ortaya çıkar. Aşk ise, özelliği itibariyle, korumacıdır, maşukuna toz kondurmaz; tekelcidir, sevgilisini kıskanır, başkalarla var olan ortak yönlerinden ziyade temayüz eden farklı yönlerini, güzel yanlarını görmek ister.

Aşk aynı zamanda kördür; sevdiğinin kusurlarını görmezlikten gelir. Aşk ve sevginin bu özelliklerinden ötürüdür ki, her âşık kendi maşukunun bendesi, hayal ettiği güzelliğinin esiri, var saydığı eşsizliğinin kulu-kölesi olur. Bütün dünya toplansa sevgilisini gözünde çirkin gösteremez. Bu yapısıyla sevda, gerçekte manevî pek çok yaralara merhem, birçok hastalığa ilaç, birçok zehire panzehir olmakla, hakikat yolcusunun gücüne güç katmakla beraber, yanlış kullanımından doğan yan etkileri oldukça zararlıdır.

Bunun en açık delili şudur ki;—aşkın şekli ne olursa olsun—âşık olan nice kimselerin gözünde, en çirkin bir sima, sevgi ile cilalandığı zaman ay yüzlü bir güzel olup çıkar. En tutarsız bir düşünce, sevgi ortamına girdiğinden itibaren, en tutarlı bir görünüm kazanır. En yanlış bir ideoloji, sevgi rotasına girdiğinde en doğru bir endam ile boy göstermeye başlar. En mantıksız bir fikir, sevdalısının yanında bağları kopmaz, halkaları kenetlenmiş mantık zinciri görünümünde olur. En değersiz bir gaye, aşk potasında eridiği zaman, eşsiz bir değer kazanır.

Tarih, bu kör olası sevgi yüzünden basiret gözünü kaybeden, rotasını şaşıran, yanlışı doğru, bâtılı hak olarak gören nice mecnunlara şahitlik etmiştir.

 

BU YANLIŞLARDAN KURTULMANIN YOLU

Şaşmaz bir rehber olan Kur’an gibi ilâhî bir mesajın ışığında basiretinin gözüne sihirli ‘hak sürmesi’ni çekmek, aklın gözüne mantık cilasını sürmek, gönül gözüne beka gözlüğünü takmak, onunla fani maşuklara bedel, baki-i hakiki olan Allah’ı ve saadet-i ebediye olan ahiret diyarını aşkının yegâne hedefi haline getirmektir.

Her birimiz mecazî aşkı hakiki aşka dönüştürmeli, yanlış sevgilileri bırakıp doğru maşukları seçmeli, Hz. İbrahim gibi bekaya yönelik hakiki aşkı ilan etmeli ve şöyle demeliyiz:

“Bir an var olup ardından hemen yok olmaya mahkûm olan sevgilileri istemem..”

Çünkü güzel değildir batmakla kaybolan sevgili.

Çünkü zevale mahkûm hakiki güzel olamaz ve aşk-ı ebedî için yaratılmış kalp ile sevilmez ve sevilmemeli.

Bilakis vicdanın ta derin vadisinden kopup gelen şu feryatlara kulak verilmelidir:

     Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem.

     Ruhumu Rahman’a teslim eyledim, gayrı istemem. İsterim, fakat bir yâr-ı bâkî isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim.

     (Bkz. Sözler, 213-218).

Evet isterim; gerçek sevgilinin yolunu gösteren, onun sevgisine sevgi katan, beni ona götüren bütün varlıkları isterim.. İsterim ki, sevdalı gönlüme gözlük, aklıma süzgeç, vicdanıma ayna olsunlar. Her şey sihirli bir ayna olsun ki, bana Rabbimi göstersin.

Evet, her güzelin güzelliği O’nun cemâlinden; her mükemmelin kemâlâtı da O’nun kemâlinden haber vermektedir. İfadeleri farklı da olsa, işaret ettikleri güzellik ve mükemmellik O’na aittir.