TR EN

Dil Seçin

Ara

Satır Arkası

COLANIN TAHTI SALLANIYOR MU?

Son bir aydır Coca Cola ve Pepsi aleyhine bir boykot hareketi dünyanın değişik bölgelerinde uç vermeye başladı. Hindistandan Letonyaya, İngilterede bir üniversiteden Mısırda El-Ezher Üniversitesine kadar dünyanın değişik noktalarında ortaya çıkan bu boykot, görünüşe göre daha da yayılacağa benziyor. Türkiyede de eski adıyla Myshowland, yeni adıyla İstanbul Gösteri ve Kongre Merkezi bu boykota ilk destek veren kuruluş oldu.

Boykotun Iraktan sonra Lübnanda yaşanan vahşette Coca Cola ve Pepsinin finansal desteğinin olması etkili olsa da, tek sebep bu değil. Boykot cephesinin genişlemesinde bir diğer önemli sebep, içinde zararlı madde olduğu ve insan sağlığına zarar verdiği” iddiası.

Mısır ve İslâm dünyasının önde gelen alimlerinden Prof. Abdülhalim Üveyse göre, Coca Colada alkol muhtevası, Pepsi’de ise domuz muhteviyatı bulunuyor. Bu içeceklerin faydası olmadığı için israf sınıfına girdiğini belirten Üveys, asıl önemlisi bu iki markanın İsrailin en büyük destekçisi olduğunu da ekliyor.

Bizce de, Müslümanların kanının akmasında rol alan bu iki şirket cola değil, beyaz peynir üretse bile boykot edilmesi gerekir. Kaldı ki, cola gibi bilimsel açıdan da vücuda hiçbir faydasının olmadığı, aksine bağımlılık yapıcı özelliğiyle zararlı olduğu kanıtlanmış bir maddenin bunca yıldır hâlâ tüketime sunulması ve yetkililer tarafından bunlara yasak getirilmemiş olması ise son derece düşündürücüdür.

Ama asıl düşündürücü olan, müslüman coğrafyalarda sebep olduğu onca kana rağmen, yaklaşmakta olan Ramazan nedeniyle reklâmlarda iftar sofralarının vazgeçilmez içeceği olarak sunulan bu sıvılara düşkün olan müslümanların hâli. Tamam, şeytan şeytanlığını yapıyor da, müslümanların da biraz müslümanlığını yapması gerekmiyor mu?

 

***

 

Halkın paylaştığı şey, çoğu kere zorla davranışa dönüştürülmüş aptallıklardır.”

— Herman Wouk’un bu sözü en azından kendisini şans oyunu oynamaktan kurtaramayan büyük çoğunluk için doğru gözüküyor. Sizce de öyle değil mi?

 

***

 

PİYANGO MİLYARDERİ: PARA HER ŞEY DEĞİLDİR!”

Geçen günlerde gazetede yer alan bir haber, görenlerin dikkatini çekmiş olmalı: Edirnede 11 yıl önce Milli Piyangodan büyük ikramiyeyi kazanan 40 yaşındaki Ayhan Yalçınkaya, zengin olduktan sonra bıraktığı devlet memurluğuna dönmeye çalışıyor. Parayı bulunca hayatının değiştiğini belirten Ayhan Yalçınkaya huzurunun bozulduğunu, kötü günler geçirdiğini ve Milli Piyango bileti aldığı için pişman olduğunu söyledi.”

Piyango milyarderimiz konuşmasını şöyle sürdürüyor: Eskiden daha güzel bir hayatım vardı. Dostlarımı kaybettim. Devlet memurluğuna devam etseydim param olmayacaktı, ama huzur olacaktı. O zaman çok mutluydum. Şimdi bütün dostlarımı kaybettim. Ticaret hayatından bıktım. Sürekli inişler çıkışlar yaşıyorum. Çalışma bakanlığına dilekçe verdim. Burdan herkese sesleniyorum, para her şey değildir. İnsanın etrafında ne dost ne de tutunacak dal kalıyor. Şimdi hiç şans oyunu oynamıyorum.”

Ayhan Yalçınkayanın bu bahtsızlığı, şans oyunu oynayan veya oynamak isteyen insanların heveslerini kursaklarına tıkayacak türden. Düşünsenize; milyonlarca insan mutlu bir hayat düşüyle bilet alıyor, içlerinden bir iki kişi ikramiyeyi kazanıyor. O kişi de yıllar sonra çıkıp düşlediği hayatın zerresine kavuşamadığını söylüyor.

Hayret doğrusu!

Hayret; çünkü piyango gibi şans oyunlarının en büyük sermayesi, insanlara çok az kişinin gerçekten tecrübe edebileceği bir pembe düş”ü pazarlıyor olması. Halbuki gerçek hayat bu düşü hiç de doğrulamıyor, tıpkı Ahmet Yalçınkayada olduğu gibi. Fakat o pembe düş balonu o kadar büyük ki, Yalçınkaya gibi bir iki kişinin iğnesiyle söneceğe hiç benzemiyor!

 

***

 

MEHMET AURELIO VE TÜRKLÜK TARTIŞMASI”

Aslında geçmişimizde devşirme” geleneğine sahip olan bir milletiz. Ama nedense, Mehmet Aurelionun Türk olması ve bu yetmezmiş gibi bir de futbol milli takımında ilk maçına çıkması, çoğu kişi tarafından içe sindirilemedi. Belki de Deniz Gökçenin deyişiyle, futbol ülkemizde erkekliğin ispatı” olarak sayıldığı için maço ruhlara bir yabancı” “zenci” ve gavurun katılması kör milliyetçi ve maço his taşıyanları perişan etti. Oysa diğer spor dallarında bu devşirme çalışmaları, çoktandır yapılmaktaydı. Atletizm, basketbol, voleybol, halter ve güreşte birçok kimse kestirme vatandaşlık veya hülle evlilik ile takımlarda ve milli takımda oynatılmaya başlamıştı. Meselâ basketbolcu Mirsad veya atlet Elvan hızla Türk olup milli formayı kapanlardan sadece ikisi. Daha bunlara katılabilecek yüzlerce örnek var.

Bu konunun yol açtığı en ilginç tartışma ise bir televizyon kanalında Fatih Terim ile Merkez Hakem Kurulu Başkanı Mustafa Çulcu arasında yaşandı. Çulcu programda Aurelionun ay yıldızlı formayı giymesini içine sindiremediğini söylemesinden sonra Terim canlı yayına bağlandı. Terimin telefondaki ilk sözü “Anlat bakalım Mustafa, nasıl içine sindiremiyorsun?” deyince Çulcu oldukça ilginç bir gerekçe öne sürdü: Hocam ben Aurelionun milli takıma alınmasını içime sindiremiyorum. Asker kökenli olduğum için milli duygularım hassas!” Terimin cevabı daha ilgi çekiciydi: Asker kökenli olman benden daha Türk olduğunu mu gösteriyor? Ben de uzun yıllar ay yıldızlı formayı taşıdım, fakat sen taşımadın. Ben senden daha mı Türk oluyorum?”

Yıllardır maçoluğuyla ünlü Terimden bu sözleri duymak güzel. Çünkü olgunlaştığına işaret ediyor. Henüz olgunlaşmamış kişileri Terim vesilesiyle doğru düşünmeye sevk etmesi de, kaderin garip bir cilvesi olsa gerek!

 

***

 

Aksiyonu olmayan vizyon sadece rüyadır, vizyonu olmayan aksiyon kayıp zamandır; aksiyonla birleşen vizyon ise, dünyayı değiştirebilir.”

— Nelson Mandela

 

***

 

BİLİNÇALTINA İŞLEYEN REKLAMLAR

Bilinçaltı çoğumuzun bildiği ya da duyduğu bir kavram. Bu kavram, bilincimizin farkında olmadığı ama davranışlarımızın yönlendirilmesinde önemli rol oynayan bir yapıyı belirtiyor. Bilinçaltının en önemli özelliği ise bilincimizin farkına varmadığı olayları, sesleri, resimleri kaydetmesi. Siz beş katlı bir binaya çıkarken merdivenleri saymıyorsunuz ama bilinçaltınızda bu sayı biliniyor ve kaydediliyor. Aynı şekilde bebekliğimize dair anıları bilinçaltı kayıtlarının arasında bulmak pekala mümkün.

Bunlar nasıl mı gerçekleşiyor?

Gözde bilimsel adıyla fovea hareketleri” olarak isimlendirilen hareketler bulunuyor. Bu hareketler sayesinde göz devamlı çevremizi tarıyor ve aldığı bilgileri bilinçaltına atıyor. Bizler bu bilinçaltına gönderilen verilerin çok ama çok az bir kısmını hatırlayabiliyoruz. Burada önemli olan nokta bilinçaltına gönderilen verilerin karar verme ya da eyleme geçme aşamasında fikirlerimizi ve davranışlarımızı direkt olarak etkilemesi.

İşin korkunç yanı, bilinçaltının tüm görüntü, ses, resimleri kaydetme özelliği 1900lerden beri insanları yönlendirmek için kullanılıyor. Nasıl mı?

1900lü yıllarda Knight Dunlap adında Amerikalı bir psikoloji profesörü illüzyon gösterisi yaparken bilincin farkında olmadığı “hissedilemez gölge”ler kullanarak aynı uzunluktaki iki çizgiyi seyircilerin farklı algılamasını sağlamıştı.

1957 yılında market araştırmacısı James Vicary sinema ekranında çok hızlı bir şekilde parlayan mesajların insanların gıda üzerindeki tercihlerini etkilediğini belirtti. Ve ilk olarak bilinçaltı reklam” tanımlamasını kullandı. Vicary, yaptığı araştırmada takistoskop adı verilen cihazla filmlerin arasına Coco Cola İç” “Patlamış Mısır Ye” mesajları yerleştirdi. Bu mesajlar saniyenin 1/3000 kadar kısa bir sürede görünüyor ve her 5 saniyede bir tekrarlanıyordu. Bu filmin arkasından New Jerseydeki Cola satışlarının %18.1 ile %57.5 arasında arttığı gözlemlendi.

Bugün bilinçaltı reklam ve yönlendirme” filmlerde, reklamlarda ve dergilerde sık sık kullanılıyor. Ülkemizde tüketicilerin korunması adına RTÜK bilinçaltı reklamı yasaklayan düzenlemeler getirdiyse de, reklam ve filmlerin bilinçaltı mesaj içerip içermediğini denetleyebilecek bir yapı kurulabilmiş değil henüz.

İşin üzücü yanı, çocuklarımıza izlettirdiğimiz dizi ve filmlerde her türlü bilinçaltı yöntemiyle seks ve cinsellik temalarının kazınmasıdır. Özellikle Disney yaptığı çizgi filmlerde cinsellik temasını yıllardır çocuklarımızın bilinçaltına kazıyor. Meselâ Kurtarıcı (Rescuer) adlı çizgi filmde bir anda yanıp sönen çıplak kadın resimleri ekrana yansıtılıyor. Yine Alaaddin, Aslan Kral, Jessica Rabbit, Küçük Denizkızı adlı çizgi filmlerde de değişik bilinçaltı cinsellik mesajları veriliyor.

Büyüklerimiz şeytanın insanı aldatmak için onun damarlarında dolaştığını söylerlerdi. Herhalde şeytan uzun zamandır emekliliğin tadını sürüyor olmalı. Çünkü şeytanın izindeki insanlar reklâm ve film yoluyla bilinçaltımıza yaptıkları müdahalelerle uzun süreden beri onlara iş düşürmüyorlarmış meğer!

 

***

 

Bilim kurgu devrindeyiz. İmajları kim kontrol ederse, kültürü de o kontrol eder.”

— Allen Ginsberg’in bu sözü, imajlara zekice yerleştirilmiş bilinçaltı reklâmcılığıyla birlikte düşünüldüğünde, insanı dehşete düşürüyor.

 

***

 

ANLAŞILIR VE KOLAY OKUNUR YAZI YAZMA FORMÜLÜ

Yabancı dilde okunabilirlik ve anlaşılabilirlik üzerine 1800lerden beri çalışma yapılıyor olsa da geliştirilmiş en ünlü formül Flesche aittir. 1940lı yıllarda ortaya attığı formülde Flesch, cümlelerin ortalama uzunluğu, sözcüklerin harf sayısı ve kişisel sözcük sayısı bağlamındaki hesaplamaları belirli katsayılarla çarpmış ve gösterge niteliği taşıyan okunabilirlik ve anlaşılabilirlik” değerlerine ulaşmıştır.

Buna göre, bir metindeki her 100 sözcükteki harf sayısı 200e yaklaşıyorsa okunabilirlik “çok zor” kategorisindedir. 150ler ve altında ise kolay okunabilir”; cümlelerin kelime sayısı olarak uzunluğu 25 ve üzerinde ise zor okunur”, 29 ve üzeri ise “çok zor okunabilir”, 21 kelime ve altı ise kolay okunabilir” nitelikte yazılar olarak değerlendirilebilir.

Öte yandan 29 ve üzeri kelime sayısına sahip cümlelerin can sıkıcı”, 21 ve altında kelimeye sahip olanların da heyecanlandırıcı” kategorisinde yer aldığını belirtelim. Kişisel sözcüklerin ve kişisel ifadeli cümlelerin fazla kullanılması da okumayı kolaylaştırmakta ve ilgi çekiciliği artırabilmektedir.

Bu formüller ne kadar doğruyu ifade ediyor tartışılır ama kolay okunur ve anlaşılabilir bir yazı yazma konusunda verilebilecek en iyi tavsiyenin kısa kelime ve cümleler” olduğunda kuşku yok. Özellikle de yazı yazmaya yeni başlayanlar için.

 

***

 

Ben eserlerimle ölümsüz olmak istemiyorum; ölmeyerek ölümsüz olmak istiyorum.”

— Woody Allen, dünyalı ideolojilerin “eserle ölümsüz olmak” önerisini zekice reddederken, insanlara teselli vereceği düşünülen önemli bir miti de parçalamış oluyor.

 

***

 

AFFETMEYİ YENİDEN DÜŞÜNMEK

Affetmenin anlamını yeniden düşündüğünüzde, başkalarının neden olduğu acı ve sıkıntılardan kurtulacaksınız. Aksi takdirde nefret, öfke ve kin sizi tüketebilir. Bu duygular her şeyden şüphe duymanıza, çevrenize duvarlar örmenize neden olabilir. Buna izin vermeyin.

Ben, tek kaçış yolunun affetmek olduğunu düşünüyorum. Bir ilişkide olumsuz duygulardan kurtulmanın tek yolu, sizi inciten kişiyi affetmenizdir. Onları yargılayacak kişi siz değilsiniz; bunu çok daha büyük bir güç, bir gün yapacak.

Hayatınızdaki biri tarafından yaralanmaktan daha kötü şey, bu yarayı canlı tutmaktır. Bunu başka bir güne ertelemeyin. Size zararı dokunan kişileri affedebilirsiniz. Bunu onlar için de değil, kendiniz için yapın. Siz, acılardan ve yaralardan kurtulmanızı sağlayacak her şeye değersiniz.

Eğer karşınızdaki kişi, sizin onu affetmeniz sonucunda ödüllendirilmiş oluyorsa bırakın öyle olsun. Kurtarılacak kişi sizsiniz. Duygu hapishanesinden kurtulması gereken kişi sizsiniz. Affetmenin gücü, sizi nefret, kin ve öfke duygularından kurtarmasında gizlidir.

— Dr. Philip C. Mcgraw (Yaşam Stratejileri adlı kitabından)