TR EN

Dil Seçin

Ara

Yaratılış Mucizeleri

Eskiden çocuklar, Ben nasıl oldum?” gibi bir soru sorduklarında; ya azarlanırlardı, ya da tuhaf cevaplarla atlatılmaya çalışılırlardı:

Eee, seni leylekler getirdi yavrum!”

Annenle birlikte bir dere kenarında dolaşıyorduk ki, taşların arasında seni bulduk! Çok şirindin aldık eve getirdik!”

Tarlada.. Kocaman bir lahananın göbeği içindeydin, çok şirindin...”

Şimdiki çocukların böyle cevaplara itibar edeceğini hiç beklemeyin. Zamanımızın on yaşındaki bir çocuğu, insanın yaratılışı hakkında Aristodan daha çok şey biliyor! Sıradan bir lise öğrencisi, 16 yy embriyologlarından fazla bilgiye sahip!

1677 yılında ilk nesil mikroskoplardan birini kullanarak erkek üreme hücresi olan spermleri inceleyen Hamm ve Leeuwenhoek, incelemeleri sonucunda, her bir sperm hücresinin içinde her şeyiyle tamam bir insan bulunduğunu öne sürdüler. Bu sperm hücresi rahme düşüyor ve orada büyüyerek doğacağı hâle geliyordu onlara göre. Ne tuhaf değil mi? Tek bir sperm hücresinin içinde mikroskobik bir insan var. Eğer bu mikroskobik insan bir erkek ise, onun da sperm hücreleri olmalı. Ve onun spermlerinde de, her şeyiyle tamam birer insan bulunmalı! Tabi, mikroskobik insanın spermlerinde bulunan öteki mikromikroskobik insanların erkek olanlarının spermlerinde de, yine mikromikromikro insanlar bulunuyordu, Hamm ve Leeuwenhoeka göre.

18. yyda kadın yumurtası keşfedildi ve bilim adamları “Yanılmışız!” dediler. O mikro insancıklar, sperm hücrelerinde değil yumurta hücrelerinde bulunuyormuş!”

19. yya geldiğimizde ise insanoğlu nasıl yaratıldığını anlama noktasında önemli bir adım attı ve anne karnındaki yaratılışın safha safha, merhale merhale, aşama aşama olduğunu keşfetti.

Batılı bilim adamları sonsuza kadar uzanıp giden minik insancıklar fikrinden kurtulmanın rahatlığını yaşarken, Müslüman bilim adamları, bir Kur’an mucizesine şahit olmanın heyecanı içindeydiler. Çünkü Allah, rahimlerde olanı’ bin dört yüz yıl kadar önce insanoğluna âyet âyet bildirmişti.

And olsun, Biz insanı çamurun özünden yarattık.

Sonra ona sağlam bir karar yerinde bir nutfe yaptık.

Sonra nutfeyi aleka hâlinde, alekayı mudga hâlinde yarattık. Mudgayı da kemik halinde yarattık; kemiklere ise et giydirdik. Sonra da onu bambaşka bir yaratışla inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah’ın şânı ne yücedir!” —Müminun, 12-14

Ey insanlar! Kıyamet gününde diriltilmekten şüpheniz varsa, şu bir gerçek ki, Biz sizi önce topraktan, sonra bir nutfeden, sonra bir alekadan, sonra kısmen şekillenmiş, kısmen şekillenmemiş bir çiğnem etten yarattık—tâ ki size âyetlerimizi açıklayalım. Dilediğimizi belirlenmiş bir vakte kadar rahimlerde yerleştiririz. Sonra sizi bebek olarak çıkarır, sonra olgunluk çağınıza kadar büyütürüz...” — Hacc, 5

 

BU BİZİM MACERAMIZ

Her birimizin, annelerimizin rahminde olan gelişmemiz, büyümemiz ve orada dünya için hazırlanmamız, çok önceden hazırlanmış bir plânın, programın gerçekleştirilmesinden başka bir şey değildir.

Birbirini hiç tanımayan, bilmeyen ve birbiriyle görüşmemiş iki ayrı insanın vücudunda, bizim bütün programımız hazırlanmaktadır.

Kısacası, bizleri meydana getiren iki hücre nedir, özellikler nelerdir, nerede ve nasıl yapılmaktadır? Bu iki ayrı vücuttaki iki hücre, birbirlerine nasıl hazırlanmaktadır? Buluşmaları nasıl sağlanmakta, bir araya geldiklerinde yaratılış mucizesi olan bir vücudu, nasıl meydana getirmektedirler?

Bugünkü bilgilerimizin, bilemediklerimiz yanında, denizden bir damla olduğunu dikkate alarak, insan yaratılışında ne derece harika olayların cereyan ettiğini çok daha iyi düşünebiliriz.

 

HAYAT PROGRAMININ KURULDUĞU YER

Anne ve babalarımız, hatta onların anne ve babalarını vücuda getiren spermle yumurta hücresi buluştuklarında, bizim vücut programımız hazırlanmaktaydı. Çünkü bizim vücudumuzun temel taşı olacak sperm ve yumurta hücresinin taslakları, anne ve babamızın cinsiyet organlarına, onlar annelerinin karınlarında altı haftalıkken yerleştirilmeye başlanır. Yani büyük baba ve büyük annelerimiz kendi annelerinin rahimlerinde henüz altı haftalık iken, baba ve annelerimizi meydana getirecek olan hücrelere sahip olurlar.

İşte bu iki hücre, milyonlarca kardeş hücrelerle beraber, bizim vücut inşaatımız başlayıncaya kadar, birbirlerinden tamamen habersiz, anne ve babalarımızın vücudunda muhafaza edilirler. 

 

SPERM HÜCRELERİ

Spermin enine kesitleri incelendiğinde, ortada bir çift ve kenarlarda ise 9 çift boyuna uzanan lifler vardır. Bunları çelik bir halatın ince tellerine benzetebiliriz. Kuyruk bu sayede elastikiyet, esneklik ve hareket kabiliyeti kazanabilmektedir.

Bu şekliyle sperm hücresi, oldukça tehlikeli olan yolculuğa çıkabilecek bir yapıya sahiptir.

Hareket için gerekli enerjinin temini, enerji üretim ünitesinin yerleştirilmesi; hareket organı olan kuyruğun, hücrenin oval yapısı bozularak kendisine verilmesi; yumurta hücresine ulaştığında, içeriye giriş için devamlı tamiratı yapılan bir zarın geçilebilmesini sağlayan eritici enzimlerin baş kısma yerleştirilmesi.. tesadüflerin eseri olabilir mi?

Olgunlaşan sperm hücreleri, eğitim görmek ve depo edilmek üzere her bir testisin arkasında yer alan epididimis”e geçerler. Epididimis”ler sperm hücrelerinin özel eğitim ve bakım gördükleri bir yerdir.

Epididimis, yumurta hücresi ile gerçekleştirilecek olan mucizevî randevunun son hazırlıklarının yapıldığı bir eğitim merkezidir. Sperm hücrelerine yüzme burada öğretilir. Hareket için lüzumlu enerji ile, beslenmede gerekli gıda burada temin edilir. Yumurta hücresi ile karşılaştığında içeri girişi sağlayan enzimler, sperm hücresinin baş kısmına, yine burada paketlenirler.

 

YUMURTA HÜCRELERİ

Doğumdan sonra bebekteki yumurta hücresinin gelişimi bilemediğimiz bir mekanizma ile durdurulur. Yumurta hücrelerinin sınırlılığı sebebiyle olsa gerek ki çok daha itina ile muhafaza edilirler. Özel bir bakıma alınarak gelişmeleri sağlanır.

Yumurta hücresi gelişmesini, ancak bir sperm hücresi tarafından döllenmesiyle tamamlayabilir. Aksi halde, olgunluğa erişemeden körelir, atılır.

Yumurta hücresi yumurtalıklardaki gelişimini tamamladıktan sonra, sperm hücresi ile buluşmak üzere yerinden çıkarılarak karın boşluğuna bırakılır. Bu, yumurta hücresi için çok riskli bir hadisedir. Çünkü karın boşluğunda iken sperm hücresi ile karşılaşması, karşılaşsa bile döllenebilme şansı oldukça zayıftır. Ancak yumurta hücresini bu tehlikeli durumdan kurtaran yardım eli” derhal yetişir. Rahimden yumurtalıklara uzanan 15-20 cm uzunluğunda iki adet tüp (fallopian tüp, tuba uterina) yumurta hücresini gayet nazik bir şekilde yakalayıp içine alır.

 

MUCİZEVİ TEMEL ATMA TÖRENİ

Büyük bir itina ve gayet hassas sistemlerle yaratılan bu iki hücre, bir insanın yaratılmasında, temel taşı olabilme maksadına yöneliktir. Bu maksadın gerçekleşmesi  için bir araya getirilmediği takdirde, yalnız başlarına bir kıymet ifade etmezler. Ondandır ki, bu iki hücrenin bir araya gelerek harika bir sarayın temelini atma hadisesi yanında, şu âna kadar anlattığımız fevkalâde ilgi çekici hadiseler bile sönük kalmaktadır.

Yaratılıp, geliştirilerek olgunlaştırılan sperm ve yumurta hücrelerinin yerlerinden alınıp, çetin bir yolculuktan sonra birleşmelerine “döllenme” (fertilizasyon) veya ilkah” diyoruz. Her iki hücrenin, yerlerinden ayrıldığı andan itibaren, birleşinceye kadar yapılan seyahat içerisinde birbirinden harika olaylarla karşılaşırız.

Yumurta hücresi ile yapılacak randevu için, 200-300 milyonluk bir sperm ordusu yolculuğa başlar. Bu büyük ordudan büyük çoğunluğu yolculuk esnasında hayatını kaybeder. Yumurtaya ulaşabilen sperm hücresi 500 ile 1000 civarındadır. Yumurta hücresi ise bunlardan ancak bir tanesi ile döllenecektir. Hangisi ile? Yumurta hücresine en erken ulaşanla mı, en son gelenle mi, en kuvvetli ve sağlam olanla mı, en zayıfı ile mi; hangisi ile döllenecektir?

Bu arada, kendisini bekleyen yumurta hücresi, her ne kadar emin bir yerde muhafaza ediliyorsa da, döllenmek için 24 saati vardır. Bu süre içinde döllenme gerçekleşmezse, kabiliyetini yitirir ve işe yaramaz hale gelir.

Acaba ilk defa karşılaşacağı sperm hücresi, nerede ve hangi tehlikelerle mücadele etmektedir?

Sperm hücrelerini oldukça uzun ve pek çok tehlikelerle dolu bir yolculuk beklemektedir. Zira hazne ortamı yüksek denebilecek derecede asit karakterlidir. Bu asitlik derecesi ise sperm hücreleri için öldürücüdür. Ancak, bu tehlikeye karşı tedbirler, sperm hücreleri henüz hazneye gelmeden alınmış durumdadır. Spermleri asitli ortamdan korumak için, üç bezden gelen sıvı etraflarını çevirmiştir. Ayrıca sperm hücreleri, âdeta bir dayanışma göstererek, birbirlerine iyice yaklaşırlar. Yollarına toplu halde devam ederler. Ne tarafa gidileceği de belli değildir. Çünkü yumurta hücresinin, mevcut iki yumurta kanalından hangisinde olduğu bilinmemektedir. Yumurta hücresi, kendilerinden yaklaşık 20 cm uzaktadır. Bu mesafe, boylarının yaklaşık 3000 katıdır ki, başka bir ifadeyle, 170 cm boyundaki bir insanın 5000 myi yüzerek geçmesi demektir.

Yön tayini konusunda bir görüşe göre, yumurta kanalından hazneye doğru akan sıvının spermler tarafından takip edilerek yumurtaya ulaştıkları ifade edilir. Bu, tıpkı nehirdeki balıkların yukarı doğru yüzmelerine benzemektedir. Böylece spermler ve yumurta hücresinin buluşma hadisesi fevkalâde bir ustalık ve maharetle gerçekleşmektedir.

Ancak yumurtaya ulaşmak onu döllemek için kâfi değildir. Çok sağlam bir yapıya sahip yumurta zarının delinip, içeriye girilmesi gerekmektedir.

Zarla karşı karşıya kalan sperm hücresinin baş kısmındaki akrozom derhal çatlar ve içindeki enzimler zona pellusidayı eritir. Spermin içeri girmesiyle kuyruk kopar, dışarıda kalır—tıpkı görevini yapan uzay aracının yakıt tankı gibi. Yumurta hücresini saran zar, derhal kendisini yenilemeye başlar ve asla ikinci bir sperm hücresinin içeriye girmesine müsaade etmez. Ancak, bu değişme hadisesinin nasıl bir mekanizma ile yürütüldüğü bilinmemektedir. 

 

TOPLU İĞNE UCU KADAR BİR ŞEY

Yumurta hücresinin sperm tarafından döllenmesiyle, bir insanın ana rahmindeki hayatı başlamış olmaktadır.

Zigot, yumurtanın sperm tarafından döllenmesiyle başlayıp 16 adet hücre oluncaya kadar geçen zaman (3 gün) içindeki hâlidir.

Zigotta embriyonal hayata açılacak olan insanın bütün bir programı şifrelenmiştir. Bütün bu genetik (ırsî ve kalıtımla ilgili) özellikler kromozomların ancak %15ini teşkil eden DNA moleküllerinde şifrelenmiştir.

 

ESRARLI FAALİYET

Bugün insan vücudunda en az 200 çeşit farklılaşmış hücre bulunduğu bilinmektedir. Bunların hepsi tek bir hücreden (zigot) oluşmaktadır. Embriyolojinin en zor, fakat en cazip konularından birini oluşturan hücrelerin farklılaşması hadisesi hemen hemen tamamen meçhuldür.

Bu sahadaki sorular âdeta cevaplarından daha caziptir. Meselâ, Zigot neden çoğalıyor, onun çoğalmasını etkileyen faktör nedir?” “Mekanizması nasıldır?” “Çoğalırken hep aynı olması beklenen hücreler nasıl bir sistemle ikaz edilip değişmeye başlıyorlar?” “Değişmede belirlenen hedefi nereden biliyorlar?” “Tanımadıkları beyin, akciğer, mide, rahim, göz ve kulak gibi organların ihtiyacı olan farklı hücreleri nasıl belirliyorlar?..” tarzındaki sorular henüz cevapsız kalan binlerce sorudan yalnızca birkaçıdır.

Kullanılmayan veya kullanılmaması gereken genler ise ömür boyu bloke edilip pasif halde muhafaza edilirler.

Burada da yine karşımıza, cevabını bulamadığımız bir yığın soru çıkmaktadır. Komşu kardeş hücrenin hangi genlerini aktif tutması ve hangilerini de bloke edip çalıştırmaması gerektiği, hangi sistemle tayin edilmektedir?..” Bu gibi sorularla birlikle, ceninin teşekkülüne baktığımızda, genlerin anne rahmi hayatında idrakimizi aşacak bir mükemmellikte faaliyet gösterdiğini görürüz. Hücre değişikliği tamamlanınca da artık o genler tamamen bloke olup bir daha çalışmamaktadır.

Hücreler bilmedikleri dünya şartlarına göre değişikliğe uğramaktadırlar. Böylece ışığa karşı hassas göz hücresini; acıyı, tatlıyı, sancıyı, sıcağı, soğuğu alacak sinir hücrelerini; ses titreşimlerini hissedecek kulak hücrelerini ve gıdaları sindirecek sindirim sistemi hücrelerini yapıyorlar. Bütün bilinmeyenlere rağmen rahimde daima düzenli faaliyetler nasıl cereyan etmektedir? Buna en güzel cevabı veren, şüphesiz, kâinatın ezelî tercümesidir:

Rahimlerde olanı Allah bilir.” (Lokman suresi, 34)

“Şimdi gördünüz mü rahimlerde döktüğünüz meniyi? Onu insan biçiminde siz mi yaratıyorsunuz, yoksa Biz miyiz yaratan?” (Vakıa suresi, 58-59)

Hücre değişikliği hadisesi henüz izah edilmekten çok ötelerde bulunurken, karşımıza bir de organ teşekkülü çıkmaktadır. Ancak, burada da yine birçok soru ile karşı karşıya kalıyoruz.

Hiç el, kalp ve beyin görmemiş hücreler nasıl olur da el, göz, kalp ve beyin yapar?” “Nasıl olur da dünyanın şartlarından haberdar olmayan hücreler onun şartlarına göre gerekli olan organları belirler ve yaparlar?”

Organların teşekkülü hadisesinde, dört önemli hususla karşılaşmaktayız. Bunlar, sebep-netice sistemi içerisinde izah edilememektedir. 1) Sayıları nasıl belirleniyor? 2) Vücutta en uygun yerlerini nasıl alıyorlar? 3) Şekillerini ve yapılarını bir kalıptan çıkmışçasına, fakat kalıp olmaksızın nasıl alıyorlar? 4) Görev ve faaliyetlerini nasıl belirliyorlar?..

Gerçekten de cenindeki hücreler kullanılarak ihtiyaç duyulan bütün organlar, bir anatomiste ders verecek mükemmellikte belirlenmektedir. Bunu hücreler nasıl bilecekler?

Organların adedinin belirlenmesinde görülen önemli nokta da, bir grup hücre bir organı yapmaya başladığında, başka bir grup hücrenin aynı organdan ikinciyi yapmamasıdır. Tabii ki, ceninde görülen bu haberleşme sisteminin esası da bilinmemektedir.

Bütün bunları, vücuttaki organları, sayıları itibarıyla nazara aldığımızda fevkalâde bir ilim ve hikmet içerisinde belirlendikleri anlaşılır.

Embriyonal hayatta iken organların tayin edildikleri yerlerde gelişmeleri de fevkalade ince hesaplara dayanır. Beyin en iyi muhafaza edileceği kafatası içine yerleştirilir. Gayet hassas sinir ağının temelini teşkil eden omuriliğin bulunduğu yer kafatasından daha az harika değildir. Dilimizin, gözlerimizin, kulak, burun, el, ayak ve daha yüzlerce organımızın da uygun yerlere konduğunu görmekteyiz.

Meselâ, embriyonal hayatta ilk basit barsak, boru şeklinde oluşur. Sonra bu borunun belirli yerlerinde bazı hücreler, başka bir hedefe yönelik olarak faaliyet göstermeye başlar. Mideyi yapacak hücreler o bölgede çoğalarak ona torba şeklini verirler. Midenin hemen alt kısmında iki çıkıntı görülür. Bunlardan birisi pankreası, diğeri ise karaciğeri yapar. Mideye uzanan yemek borusundan bir çıkıntı kök gibi uzamaya başlar; hedefi, 80 metrekarelik bir alana sahip akciğerleri yapmaktır. Başlangıç itibarıyla aynı olan bu hücreler, bir ikaz, bir emir alarak, tanımadıkları bu organları yaparlar!..

Ceninde organlar gelişirken, vücut denen bir bütünün ihtiyacına cevap verecek tarzda görev taksimi ve iş bölümü yapılır. Yapılacak işler ve gelişmeler dünyanın şartlarına göre belirlenir. Orada kullanılmayan gözler dünyadaki ışık şiddetine, kulaklar da dünyadaki seslerin özelliklerine göre inşa edilir. Aynı şekilde, mide ve diğer sindirim organları dünyadaki besin maddeleriyle uygun çalışabilecek bir fizyolojik sistemle donatılır.

Organların teşekkülü başlı başına bir mucizedir. Cenin bu yönüyle plânlı ve programlı bir şekilde; bir yaratılıştan diğerine dönüşmektedir. Kâinat kitabını bize okuyan Kur’an bu hakikati şöyle ifade ediyor:

Rahimlerde size dilediği gibi bir şekil veren Odur. Ondan başka ilâh yoktur; O her şeyin mutlak galibi ve sonsuz hikmet sahibidir.”

— Âl-i İmrân, 6