TR EN

Dil Seçin

Ara

Dünyaya “Merhaba” Derken…

Her insan dünyaya gözünü açar açmaz yeni bir âleme geliyor. Yeni bir hayata Merhaba!” diyor. Onun için her şey yenidir. Her şeyle ilk defa tanışıyor. Her şeyle ilk defa karşılaşıyor. Her şeyi ilk defa görüyor ve her şeyi ilk defa yaşıyor.

Bütün bu ilkler onun hayat çizgisini oluşturuyor, geleceğine ışık tutuyor. Önünü açıyor. Nasıl bir insan olacağının, nasıl bir hayat yaşayacağının, nasıl bir şekle gireceğinin işaretlerini veriyor.

Anne-baba ilk olarak ellerine dokundukları, kucaklarına bastırdıkları, oğlum, kızımdiye yüreklerinden bir parça bildikleri, bir anda onunla bütünleştikleri bu yeni misafire bir hayat tercihi yapıyorlar. Kendi hayatlarını onun hayatına katıyorlar, kendi inançlarını onunla paylaşıyorlar, kendi ruhlarını onun ruhuyla buluşturuyorlar. Bir anda baba-oğul, anne-oğul; baba-kız, anne-kızoluveriyorlar.

İlk günle birlikte her şey yeni ve yeniden başlıyor. Anne nasıl sütüyle birlikte çocuğa karakterini ve huyunu veriyorsa, baba da kalbiyle birlikte emeğini sunuyor.

Ama her şeyden önce inanç paylaşımı devreye giriyor. Neye inanıyorsa, ne biliyorsa, nasıl yaşıyorsa, ne gibi bir hayatı tercih etmişse ona göre elindeki bu emanete şekil veriyor.

Bu yeni görevi üstlenirken hareket tarzı çok büyük önem arz ediyor. İlk defa ve öncelikli olarak neler yapılmalı, nasıl davranmalı, nereden başlamalı, nelere dikkat etmeli?

İşte Saadet Asrı’ndan güzel bir örnek:

Hicretin üçüncü yılı Ramazan ayıydı. Hazret-i Fâtımanın bir oğlu dünyaya geldi.

Doğum esnasında orada Sevde binti Misrah hazırdı:

Resulullah (asm) doğum sancısı başlar başlamaz geldi ve kızının hâlini hatırını sordu:

“Çocuk doğunca bana haber vermeden çocuğa birşey yapmayın.” diyerek tembihte bulundu.

Çocuk dünyaya gelince Hz. Sevde göbeğini kesti ve onu sarı renkli bir beze sardı. Resulullah (asm) az sonra geldi, doğumun olup olmadığı hakkında bilgi aldı, kızının hâlini, hatırını sordu.

Hz. Sevdenin: Yâ Resulallah, çocuk doğdu, göbeğini kestim ve sarı bir beze sardım.” demesi üzerine Efendimiz celallendi ve:

Bana âsi oldun!” buyurdu.

Sevde, Allaha ve Resulüne âsi olmaktan Allaha sığınırım yâ Resulallah! Ben onun göbeğini kestim, bunu yapmaya da mecburdum.” diyerek tarziyede bulundu.

Efendimizin, “Çocuğu bana getirin!” demesi üzerine, getirdiler. Çocuğun üzerindeki sarı bezi attı ve beyaz bir beze sardı. Şifa dolu mübarek tükrüğünden de çocuğun ağzına koyarak yutmasını sağladı.

Daha sonraki yıllarda Hazret-i Fâtıma, Resulullahın (asm) Hazret-i Hasan’ın ağzına kendisinin bilmediği birşey koyduğunu, bundan dolayı da Hz. Hasan’ın Hazret-i Hüseyine göre daha bilgili olduğunu söyler.

Efendimiz, çocuğa nasıl bir isim koyduklarını öğrenmek istedi.

Genç baba Hazret-i Ali, harbi ve cihadı seven birisi olduğu için çocuğa ‘Harbismini koymuştu.

Resulullah (asm) geldi. “Çocuğa hangi ismi verdiniz?” diye sordu.

Hazret-i Ali, Harb ismini koydum.” diye cevap verdi.

Resulullah (asm), Hayır, o Hasandır.” buyurdu.

Aradan birkaç gün geçmemişti. Hazret-i Fâtıma, Yâ Resulallah! Oğlum için akika kurbanı olarak bir deve mi keseyim, yoksa iki koç mu keseyim?” diyerek babasının fikrine müracaat etti.

Resulullah (asm):

Hayır Sen onun saçını kes, saçının ağırlığınca gümüşü yoksullara sadaka olarak dağıt.” buyurdu.

Hz. Hasan’ın doğumunun yedinci günü iki koç kesildi. Kesilen saçının ağırlığınca gümüş sadaka olarak dağıtıldı. Bu sırada çocuk sünnet de edildi.

Resulullah (asm), akika kurbanından ebeye bir but gönderilmesini, kalanın da kemikleri kırılmaksızın yenmesini ve başkalarına da ikram edilmesini tavsiye etti.

Hazret-i Hasan’ın doğumundan elli gün sonra Hazret-i Fâtıma validemiz Hazret-i Hüseyin’e hamile kaldı. Hicretin dördüncü yılı Şaban ayında Hazret-i Hüseyin dünyaya geldi.

Doğumunun yedinci gününde Resulullah (asm) torunu Hazret-i Hüseyin için akika kurbanı kestirdi. Kulağına ezan ve kamet okuyarak ismini koydu.

Resul-i Ekrem Efendimiz, başta kendi torunları olmak üzere sahabe çocukları huzuruna getirildiği zaman hurmayı çiğner, mübarek ağzının suyunu ağızlarına akıtır, hurma ezmesini de damaklarına sürerdi.

Hazret-i Âişe Validemiz diyor ki:

Yeni doğan çocuklar Resulullaha (asm) getirilirdi. O da bunlara mübarek olmaları için dua eder ve ağzında yumuşattığı hurmanın suyunu çocuğun ağzına sıkardı.”

Bu konuda çok canlı bir hatırayı Hazret-i Ebu Bekirin kızı ve aynı zamanda Aşere-i Mübeşşereden Zübeyr bin Avvam’ın eşi Esma annemiz anlatıyor:

Ben hamilelik süremi tamamlamış olarak Mekkeden yola çıktım, muhacir olarak Medineye geldim ve Kubâya indim, Abdullah’ı orada dünyaya getirdim.

Sonra çocuğumu Resulullaha (asm) götürdüm, kucağına koydum. Bir hurma istedi, onu çiğneyip ezdikten sonra çocuğun ağzına koydu. Bu suretle oğlumun midesine giren ilk şey, Resulullahın (asm) mübarek ağız suyu oldu. Ardından hurma çiğnemi ile çocuğun damağını ovdu.

Sonra mübarek eliyle çocuğu sıvazladı ona hayır dua etti ve Abdullah ismini verdi.”

Abdullah bin Zübeyr hicretten sonra Medinede muhacir aileleri içinde ilk doğan çocuktu. Müslümanlar Abdullah’ın doğumu ile çok büyük bir sevinç duydular. Çünkü Müslümanlara, Yahudiler size büyü yaptılar, artık sizin çocuğunuz olmaz.denilmişti.”

Yeni dünyaya gelen çocuğa yapılacakların en önemlileri belli bu işler, bizzat Efendimizin fiili sünnetinde yer alan bu âdetlerdir.

Bütün bunlarla birlikte çocuğun beynine, kalbine ve ruhuna verilecek bilgiler geliyor. İlk ve öncelikli bilgi şüphesiz iman bilgisi, Tevhid telkinidir.

“Çocuklarınıza ilk olarak Lâ ilâhe illâllahkelime-i tevhidini öğretiniz, ölüm ânında da onlara Lâ ilâhe illâllahsözünü telkin ediniz. Çünkü kimin son sözü, Lâ ilâhe illallah cümlesi olursa, o kişi cennete girer.” gerçeğini dile getiren Peygamberimiz (asm) iman telkininin ve eğitiminin ilk günlerde verilmesini tavsiye eder.

Bediüzzaman’ın da tesbitiyle, Bir çocuk, küçüklüğünde bir ders-i imanî (iman dersi) almazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkanlarını ruhuna alabilir.”