TR EN

Dil Seçin

Ara

Satır Arkası

ÇANAKKALE MAHŞERİ’nin yazarından, GELİBOLU belgeseli hakkında bir çift söz

Yazık oldu Anzaklara!

Profesör bir dostumun, Gelibolu Belgeselini seyreden sekiz yaşındaki oğlumun İngilizlere acıdığını söylemesine çok üzüldüm.” yakınmasını duyunca belgeseli izlemek ihtiyacını duydum. Gerçekten dostumun çocuğu haklı; öyle bir film yapılmış ki, seyreden Yazık oldu Anzaklara!” der. İşin garip tarafı, belgeselde de belirtildiği üzere pek çoğu Çanakkaleye gönüllü gelmişlerdi.

Birileri onları zorla getirseydi, belki belgeselde oluşturulmak istenen atmosfere hak verilebilirdi. Ama belgeseli yapanlar savaşın acı, kaçınılmaz olsa da, insanlıkla bağdaşmayacağını vurgulayarak human bir çizgi sergilemek istemişler; fakat kantarın topuzunu epeyce kaçırmışlar.

Dünyanın en kanlı savaşlarından biri avuç içi kadar kara parçasında cereyan etti. Sonuçları itibarıyla Çanakkale hiçbir savaşla mukayese edilemez. Bu savaşın baş sorumlusu Churchill sonuçlarını şöyle özetliyor:

Yenilmez armadamızın üçte biri sulara gömüldü, üçte biri kullanılmaz hâle geldi. Başarısızlığımız savaşı iki buçuk yıl uzattı; sekiz buçuk milyon Avrupalının ölümüne sebep oldu. Rusyanın yönetimini komünistler ele geçirdi; bu olayda otuz milyon insan öldü. Rusya, Çini komünistleştirirken elli milyon Çinli hayatını kaybetti. Boğazı geçemeyince Müslümanların, diğer Asyalıların, Afrikalıların, Avrupanın ihtişamından şüpheleri başladı. Biz Hindistan, Pakistan, Bangladeş’ten, Arap dünyasından, diğer Avrupalılar da sömürgelerinden çekildi.”

Churchill yaşasaydı, herhalde sonuçlarına şunları da ilâve ederdi: Komünizm Rus milletinin ruhunu boşalttı; onda kurallara canlılık verecek hassa kalmayınca, Sovyet Rusya bir oranda dağıldı; dağılmanın da bu noktada kalmayacağını insanlık görecektir.”

 

— Titiz bir çalışma ve büyük bir emeğin ürünü olan Çanakkale Mahşeri romanının yazarı Mehmed Niyazi, son günlerde çok konuşulan Gelibolu Belgeseli’ni, değerlendirdiği yazısında, gözden kaçan ya da gözardı edilen gerçeklerin olumsuz sonuçlarına dikkat çekerken, savaşın en büyük müsebbiplerinden biri olan Churchill’in, acısı milyonlarca insan tarafından tadılmış itiraflarına da yer veriyor.

 

***

 

Evet savaşlarda zehirli gaz kullanmak yasaktır; Türkler Müslüman’dır, dolayısıyla insan sayılmazlar, zehirli gaz kullanmamızda bir sakınca yoktur.”

— Winston Churchill, Çanakkale’de İslâm ordusuna karşı kimyasal silah kullanma iznini almak için avam kamarasında böyle söylemişti.

 

***

 

Tarihi yanlış yazanlar, tarihi yanlış yapanlardan daha fazla zarar vermiştir.”

— Mehmed Selahattin Şimşek’ten tarih üzerine söz sözleyecek olanlar için, sarsıcı bir ikaz.

 

***

 

Sam Amcanın büyük hayali: ROBOT ASKERLER

Asıl korkunç olan...

New York Times’ın bir haberine göre, ABD yakın bir gelecekte robot askerler kullanmaya başlayacakmış. Maliyeti 127 milyar dolar tutan Geleceğin Savaş Sistemleriadlı bir proje kapsamında sürdürülen araştırmaların en büyük hedefi, yorulmayan, acıkmayan, yaralanmayan, maaş istemeyen, korkmayan, gözü önünde işlenen zulüm ve cinayetler sonucunda isyan etmeyen veyahut delirmeyen robot askerler üretmek. Habere göre, hâlen emekli maaşını ödeyemediği askerlerine 653 milyar dolar borcu bulunan Sam Amca, eğer önümüzdeki otuz yıl içinde gerçekleştirmeyi düşündüğü robot askerlerine kavuşursa, dünya halklarını özgürlüğüne kavuşturma(!) ülküsünü gerçekleştirmek adına büyük bir güç elde etmiş olacak. Ancak yetkilileri şimdiden endişelendiren bir sorun var: Bu robot askerler dostu düşmanı nasıl birbirinden ayıracaklar?” Doğrusu, ABD ordusunun, Size demokrasi getirdik, özgürlük verdik.” diye diye, binlerce masum sivil halkın üzerine bomba yağdırdığı düşünülürse, Gerçekten umrunuzda mı?” diye sormadan edemiyor insan.

İnsan gibi düşünen ve hareket eden makineler yapma fikri insanların zihinlerini çeşitli amaçlar doğrultusunda uzun bir zamandır meşgul ediyor aslında. Bu temayı ele alan yüzlerce bilim-kurgu filmi de yapıldı ve hemen hepsinde, yapay zekâlar, birer ölüm makinesi olarak iş görüyordu. Ancak, yaşananları ve insanların insanlara ettiklerini gördükçe, Küçük Prensin efsanevi yazarı Exupérynin sözlerini hatırlamak ve üzerinde uzun uzun düşünmek icap ediyor:

Asıl korkmamız gereken şey, makinelerin insanlaşması değildir; asıl korkunç olan insanların makineleşmesidir.”

İşte bunu çoktan becerdi ABD. Yoksa, o tonlarca bomba, çocukların, annelerin; uyuyan, sofrasında yemeğini yiyen, su içen, ibadet eden insanların üzerlerine, bir başka insan tarafından bu kadar kolayca bırakılabilir miydi?...

 

***

 

“İnsanların güvenini kaybetmektense, para kaybetmeyi tercih ederim.”

— Dünyaca ünlü BOSCH firmasının kurucusu Robert Bosch’dan (1861-1942) değerli bir prensip.

 

***

 

Bir Haber: 

“Sahte rakı 30 kişiyi öldürdü…” 

Ya gerçeği?..

 

***

 

Bak şu arıların yaptığına!”

Geçen ay hem gazetelerde hem de televizyonlarda gündeme getirilen ilginç bir haber vardı. Bu habere göre, Türkiyenin Kuşadası, Dilek Yarımadası’nda tam on yıldır arıcılık yapmak yasakmış. Buna sebep olarak da, arıcıların orman yangınlarına sebep olma ihtimalleri ve arıların turistleri sokup kaçırmalarının imkân dahilinde olmasıymış.

Hâl böyle olunca, dünyada eşi benzeri olmayan güzellikte ve zenginlikte bir bitki örtüsüne sahip olan bu güzel yarımada da hiç bal üreticisi kalmamış. Ancak, yarımadanın yaklaşık 1.5 km. uzağında bulunan Yunanistana ait Sisam Adası’nda arıcılık serbestmiş, üstelik devlet tarafından da destekleniyormuş. İşte komşunun kovanlarına bal taşıyan arılar, ne hava sahası ne sınır çizgisi tanımadıkları için, sınır ihlali yaparak, bizim bu cennet ülkemizin bağ ve bahçelerine doluşuyorlarmış.

İş o kadarla da kalsa iyi, çiçeklerimizin polenlerini toplayarak komşunun kovanına kaçıyorlarmış. Yetkili merciilerin yaptığı açıklamalara göre bu hırsız arılar(!) işlerini o kadar iyi yapıyorlarmış ki, Sisamda 10 yıl önce sadece 833 kovan bulunurken bugün, sayı 14 bine çıkmış. Eskiden kovan başına 6 kilo bal toplayan komşu arıcılar, bizim çiçekler sayesinde her bir kovandan 34 kilo bal çıkarmaya başlamışlar. Anlaşılan arıların siyasi sınır, hava sahanlığı filan dinledikleri yok. Allah’ın arıları, Allah’ın mülkünde kanatlarının elverdiği ve ilhamının bildirdiği yerlerde gezip dolaşıyor ve Allah’ın yarattığı çiçeklerden serbestçe polen toplayıp, kendileri için kurulan kovanlara şifalı balı biriktiriyorlar. Kovanını kuran da, balı topluyor! Yani Allah çalışana çalıştığının karşılığını veriyor.

Söz baldan açılmışken, konuyla ilgili aynı tarihlerde bir başka haber daha göze çarpıyor: Sahte Bal ihraç ettik, uyarıldık!”

Bu habere göre ise, Avrupa’ya ihraç ettiğimiz ballar arasında sahte olanlar tespit edilmiş.

2003 yılında bal üretiminde sıkıntı yaşayan Türkiye, Avrupaya çok miktarda bal ihraç etti. Almanya, yapılan ihracatta gerçek bal yerine mısır şurubu, glikoz ve bal enziminden oluşan sahte bal tespit edince 18 Ocak 2005 tarihinde ABye müracaat ederek Türkiyeden bal alınmaması uyarısı yaptı. AB, bu gelişme üzerine Türkiyeyi uyardı. Daha sonraki günlerde de, ihraç edilen tüm balları geri gönderilmesine karar verdi.

Türkiyede 153 bin 662 aile, 4 milyon 160 bin adet kovan ile arıcılık yapıyor. Yıllık 74 bin 500 ton bal üretiliyor ve 300 trilyon lira elde ediliyor. Türkiye, arı varlığı bakımından dünyada ilk beşe girerken, verimsizlikten dolayı bal üretiminde ancak %5lik söz sahibi.

 

***

 

Allah ile aranıza mesafe koyarsanız, orayı başka şeyler doldurur.”

— Varoluşçu felsefenin öncüsü Danimarkalı düşünür Kierkegaard, bir kul olarak insanı, Rabbine yakın olmaya çağırıyor.