TR EN

Dil Seçin

Ara

İtaat Ahlâkı

İnsan davranışlarının altyapısına baktığımızda davranışların eğitim, sosyal çevre, genetik, inanç, kişilik, kişisel değerler sistematiği, statü gibi birçok değişkenin ortak etkisi ile oluştuğunu görürüz. Bu değişkenlerden bazıları bazı davranışlar üzerinde diğerlerine göre daha fazla etkide bulunabilirler. Bu makalede özellikle rasyonel aklı devreden çıkaran, değer sistematiğini etkisiz hâle getiren, kişiyi vicdanı elvermese de istemediği şeyleri yapmakla baş başa bırakan sosyal etki üzerinde duracağım. Bunu yaparken de Yale Üniversitesi psikologlarından Stanley Milgram’ın (1933-1984), yaptığı bir deneysel çalışmayı sizlerle paylaşmak ve sonra da yorumlarımı eklemek istiyorum. Milgram, Yale Üniversitesinde yaptığı bir deneyde, bir araştırmacının emri ile sıradan bir insanın bir başka insana ne kadar acı yükleyebileceğini ortaya çıkarmıştır.*

İnsanlar sosyal etkiye ne dereceye kadar boyun eğerler? Sosyal itaat etme veya başkaldırma nasıl oluşur? Bu sorulara cevap arayan Milgram, tanımadığı birisine zarar verme emri alan bir bireyin bu emre uyup uymayacağını ya da ne dereceye kadar uyacağını laboratuar ortamında yaptığı bir deneyle incelemiştir. Deneyi gerçekleştiren araştırmacı (E), deneye katılan kişiye (S), diğer odada bulunan başka bir denek için (ki bu diğer odadaki kişi deney ekibindendir)(A), tehlikeli voltajda elektrik şoku vermesi yönünde yönerge verir ve katılımcıların çoğu diğer odadaki deneğin merhamet dileyen yalvarışlarına rağmen tehlikeli voltajı vermeye devam ederler.

Bir saatlik bir psikoloji deneyi için denek arandığını bildiren bir ilan görüp ücreti de iyi olduğu için bu deneye katılmaya karar verdiğinizi varsayalım. Deney için tanınmış bir üniversitenin psikoloji laboratuarına geliyorsunuz. Sizi beyaz önlüklü, genç bir adam ve orta yaşlı bir bey karşılıyor. Genç adam kendini araştırmacı olarak takdim ediyor. Yanında duran orta yaşlı bey de sizin gibi araştırmaya katılmak için gelmiş biri olarak takdim ediliyor. Aslında hem genç araştırmacı hem de yanındaki yaşlı bey araştırma ekibinin üyeleri. Burada gözlemlenecek olan sizin deney esnasındaki davranışlarınız.

Araştırmacı, cezanın öğrenmeye etkisi ile ilgili bir deneye katılacağınızı, yaşlı beyle sizin aranızda bir kura çekileceğini, kura sonucuna göre birinizin öğretmen diğerinizin öğrenci olacağını, öğrenci yanlış yaptığında öğretmenin ceza olarak elektrik şoku vereceğini söylüyor. Kurayı siz çekiyorsunuz ve kağıdınızda öğretmen olacağınız çıkıyor. Aslında kuradaki iki kağıtta da öğretmen yazıyor. Öğretmen olduğunuz için rahatlıyorsunuz. Rahatlamanızın bir nedeni de odadaki korkunç görünüşlü jeneratördür. Üzerinde 15 volttan 450 volta kadar şok düğmeleri var. 300 voltluk düğmenin üstünde «çok kuvvetli şok», 450 voltluk düğmenin üstünde ise «tehlike aşırı şok» yazmaktadır. Bu esnada sistemin çalıştığına dair bir şüpheniz kalmaması için sizi elektrodlara bağlar ve elektrik verirler. Bu şok sizi biraz sarsar. Siz bu şokun 75 volt olduğunu zannedersiniz fakat araştırmacı sadece 45 volt olduğunu söyler. Öğrenci elektrik düzeneğinin olduğu odada yalnızdır. Siz ve araştırmacı da elektrik verilmesine yarayan kontrol panellerinin olduğu ayrı bir odada birliktesiniz ve öğrenciyi görmüyor ancak sesini duyabiliyorsunuz. Çalışma esnasında öğrenilmesi gereken kelime çiftleri vardır. Öğrenci, kelimeleri ezberlemek ve çiftlerden biri sorulduğunda diğerini dört seçenek arasından doğru olarak hatırlamalıdır. Yanlış cevaplar karşısında öğretmen gitgide artan şiddette ceza uygulayacaktır. Orta yaşlı adam biraz rahatsız olduğunu söyleyerek araştırmacıya şokun etkisini sorar. Araştırmacı şokun can acıtabileceğini fakat tehlikeli olmadığını söyler. Bundan sonra öğrenci deney odasına götürülür ve sandalyeye bağlanır. Siz de araştırmacıyla birlikte öğrenciyi görmediğiniz kontrol panellerinin olduğu diğer odaya gidersiniz. Öğrenci her yanlış yaptığında önünüzdeki kontrol panelinden gitgide artan miktarda şok verecek düğmelere basarak ceza vermeye başlarsınız. Deney odasına giden öğrenciye aslında sizin düğmeye basmanıza bağlı bir şok verilmez ancak yüksek voltajda şok uygulayacak düğmelere bastığınızda öğrencinin odasındaki bir teypten inilti sesleri gelir. Öğretmen rolüne sokulan bütün deneklere aynı sesler dinletilmektedir.

Öğrenme ilk başlarda güzel gider ancak yanlışlar yapılmaya başlanır ve siz de şok vermeye başlarsınız. 75, 90 ve 105 voltluk şoklarda öğrencinin olduğu odadan inleme sesleri gelir. 120 volttan sonra “öğrenci” araştırmacıya bağırarak şokların acı vermeye başladığını söyler. Siz araştırmacıya dönüp bağırıyor” dediğiniz zaman, araştırmacının cevabı “lütfen devam edin, öğretmen” olur. 135 voltta “öğrenci” acı ile daha çok inler. 150 volttan sonra öğrenci: Araştırmacı, beni buradan çıkarın! Kalbim var, çıkarın! Deneye devam etmeyeceğim!” diye bağırır. Siz araştırmacıya dönüp “çıkmak istiyor, ne yapayım” diye sorunca araştırmacının cevabı kesindir; Araştırma devam etmelidir, öğretmen, lütfen devam edin.”

150 volttan sonra olanlar sırayla şöyledir; 180 voltta “öğrenci,” “acıya dayanamıyorum” diye bağırır. 270 voltta şoka tepkisi, ıstırap çeken bir insan çığlığıdır. 300 volttan sonra çaresizlik içerisinde deneye artık cevap veremeyeceğini 315 volttan sonra müthiş bir çığlıktan sonra artık deneye katılmadığını kızgın bir sesle bildirir. Bundan sonra hiçbir şey söylemez sadece odadan iniltiler gelmeye başlar.

Böyle bir durumda siz olsaydınız ne yapardınız bir düşünün. Devam eder miydiniz? Sizce bu durumda ne kadar denek deneye devam etmiştir? Bu sorular bir grup psikoloji öğrencisine sorulmuştur. Onlar insanların ancak %1inin bu deneye devam edeceğini tahmin etmişlerdir. Bir grup psikiyatristten de tahmin yapmaları istenmiş, onlar da deneklerin çoğunun 150 volttan ileriye geçemeyecekleri yönünde tahminde bulunmuşlardır.

Araştırma ortamı bütün denekler tarafından inandırıcı ve gerçek olarak algılanmıştır. Deneklere, deney sonunda durumdan kuşkulanıp kuşkulanmadıkları sorulmuş ve hiçbiri kuşkulanmadıklarını söylemiştir. Deneklerin “öğrenci”den geldiğini düşündükleri iniltilerden rahatsız olmaları da bu ifadeleri doğrulamaktadır.

Bu deneye katılan 40 kişiden hiçbiri, 300 volttan önce durmamıştır. 5 denek 300 volttan sonra, 4 denek 315 volttan sonra, diğer bir 5 denek de daha sonraları durarak araştırmaya devam etmemiştir. Geriye kalan 26 denek, deneklerin %65i, sonuna kadar devam ederek 450 voltu da “öğrenci”ye vermiştir. Bu sonuçlar kamuoyunda büyük yankılar uyandırmış, psikologlar dahi bu duruma şaşırmıştır.

40 deneğin hemen hepsinin otoriteye uyup bireye acı çektirmelerini, onların kişisel özellikleri ya da sadist eğilimleri ile açıklamak isteyenler olabilir. Ancak aynı araştırma farklı kişilerle pek çok defa tekrarlanmıştır. Sonuçlar ilk araştırmalardan hiç de farklı olmamıştır ve “öğrenci”ye 450 volta kadar şok verenlerin oranı %50nin üstünde olmuştur. Aynca deneklerin çoğunluğunun şokları “öğrenciye” verirken terlemek, kekelemek, titremek, dudaklarını ısırmak, inlemek ve tırnaklarını ellerine batırmak gibi sinirlilik halleri gösterdikleri tespit edilmiştir.

Bu şaşırtıcı ve ürpertici sonuçlardan, zaman zaman karşılaştığımız bazı olaylardan sonra; Bir insan nasıl olur da bunu yapar?, Hiç mi vicdan taşımıyor? gibi sorularınızın çoğunun cevabına yaklaşacağımızı tahmin ediyorum. Nasıl olur da bir insan milyonlarca insanı çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek ayrımı yapmadan nesiller boyu etkileyecek bir bombayı ateşleyebilir?, Nasıl olur da soykırım yapar?, Üzerindeki bombaları nasıl olur bir kalabalığın ortasında patlatıverir?, Nasıl olur fırınlarda insanları yakar?, Nasıl olur da insanlara hunharca işkence yapar?, Nasıl cana kast eder?, Nasıl? Nasıl? Nasıl? Yüzlerce soruyu ard arda siz sorun. Cevabı: İtaat Ahlâkı. Emirleri uyguladım” ya da otorite böyle buyuruyor” gibi mazeretlerin arkasına kaçma...! Nasıl genç nesilleri uyuşturucu tuzağına düşürür?, Nasıl organ ticareti yapar?, Nasıl çocuk ticareti yapar?, Sahip olduğu statü ve güç ile nasıl gençliği dejenere eder?, Miras almak için annesini-babasını nasıl öldürür? vb. sorularınızın karşılığını itâat ahlâkı da veremez. Onların otorite merkezine oturttukları şey belki de ahlâksızlık, değersizlik, “ Bel Hüm Edal” (hayvandan da daha aşağı) diye bahsedilen özel bir türe ait dürtüler. Ama bu konumuz dışı olduğundan değinip geçiyorum.

Şimdi bu deneyi günlük yaşamımıza uyarlayalım. Araştırmacı yani otorite, size neyi, nasıl, nerede, ne zaman tüketeceğinizi, tatilinizi değerlendirme şeklinizi, iş hayatınızda alacağınız kararları, eş seçimindeki tercihinizi, eşyaya ve hayvanlara karşı yaklaşımınızı belirleyen her şey olsun. Öğrenci, otoritenin size buyurduğu davranışları sonuçlarına aldırmadan uygulamanız sonucu, sonuçlardan etkilenen diğer insanlar, hayvanlar, tabiat ve tabii ki denek de sizsiniz. Eğer otorite makamına nefsinizi, dünyevîleşmeyi, vicdandan soyutlanmış aklı koyarsanız, sonuçları ne olursa olsun yaptıklarınızın sorumluluğunu otoriteye devreder ve aradan çekilirsiniz. Oysa nihayetinde bir hesapla karşılaşacak olduğuna inanan insanın cevaplaması gereken önemli bir soru vardır. Senin gerçek otoriten kim? Davranışlarını gerçekleştirirken hangi kriterlere vuruyorsun? Otorite sana neyi emrediyor? Davranışlarının sonuçlarından vicdani bir rahatsızlık duyuyor musun? Eğer böyle bir rahatsızlığın varsa otorite makâmını liyâkati olana ver. Tahkîkî îman sahipleri otorite makâmını Rablerine teslim ederler ve yalnızca onun buyruklarını referans alarak hareket ederler. Kitabı ve Peygamberi (sav) aracılığıyla ne buyurduğunu anlamaya çalışır ve bütün tutum ve davranışlarını buna göre belirlerler. Zîra; Allaha abd olana her şey musahhar olur ki insan yeryüzünün halifesi olma keyfiyetine ancak böyle ulaşabilir. Böylece, içinde bulunduğu toplumun âdetleriyle kız çocuklarını diri diri toprağa gömen insanlardan, aman bir karıncayı ya da toprakta gezen gözle görülemeyecek kadar küçük bir canlıyı ezmeyeyim diye ayak bileklerine halhal türünde ses çıkaran bir şeyi bağlayarak haşerâtı uyaran insan üstü insanlar ortaya çıkar. Her şeyi riyâ, nefis ekseninde yapmakta olan insanlardan, Medinede her sabah uyandığında kapısında bir çuval erzak bulan fakir insanlar hayır sâhibini bilmezler de ne zaman biri vefat eder, yıkanırken sırtının nasır bağladığı görülür ve ondan sonra artık bu usûldeki yardımlar kesilir, o zaman yardımları kimin taşıdığı anlaşılır, bu denli gizli hayır yapan insanlar ortaya çıkar. Çoluğu çocuğu üç gün mutlak açlık çekip üçüncü gün bulduğu bir öğünü tam yiyecekken bütün rızkını kapıyı çalıp Allah rızası için bir sadaka” diyen dilenciye veren insanlar çıkar. Malının hepsini toplayıp Allah (cc) yolunda infâk eden, “Çoluk çocuğuna birşey bırakmadın mı?” diye sorulduğunda Onlara Allah (cc) ve Rasûlünün (sav) sevgisi yeter.” diyen babalar, sıddıklar çıkar. Savaş meydanında ağır yaralanıp, kızgın çöl kumunda yatarken kendisine sunulan suyu Ne olur bir yudum su” diye inleyen başka birini duyunca suyu içmez ve suyu getirene, kardeşime ver dercesine gözleriyle işaret eder, saki diğer kişiye koşar, başka bir yaralı “Allah (cc) rızası için bir yudum su” diye inleyince o da içmez, kardeşini işaret eder, saki üçüncü yaralıya koşar ama geç kalmıştır. Başına vardığında çoktan ruhunu teslim etmiştir. Telaşla ikinci yaralıya döner ama o da vefat etmiştir. İlk suyu isteyene döner, o da Hakkın rahmetine kanat açmıştır. Kendisi için en hayati bir anda bile kardeşini kendi nefsine tercih eden kahramanlar tarih yapraklarına düşer. İşte onlar daha sayfalarımızın almayacağı milyonlarca örneği gerçekleştiren, bir muhterem zâtın da dediği gibi “Öylesine yaşadılar ki; yaşamayı bize imkansız hâle getirdiler.” diyebileceğimiz bir cemaat oldular.

 

Otorite makamınızda kim oturuyor?

İnsanı depresyona götüren en önemli nedenlerden biri düşünceleri ile davranışları arasındaki tutarsızlıklardır. Vicdanının hücumlarıdır. Bu yüzden “İnandıkları gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanmaya başlarlar.” denmiştir. Zira bu çelişki, sürekliliği kaldırmaz. Birini diğerine yaklaştırır. Yani ya ideal gerçeğe yaklaşır, ya da gerçek ideale yaklaşmalıdır. Bence bu deneyden almamız gereken çok ibretler, sormamız ve cevaplamamız gereken çok sayıda soru ve cevaplar var. Ama önce kendimizi, yapmak istediklerimizi, ulaşmak istediklerimizi, gerçekleştirdiklerimizi derin derin düşünüp kalbimizin nasıl bir his içinde olduğunu görmemiz gerekiyor. Yaptıklarının sonuçlarıyla ilgilenen, içselleşmiş sorumluluk sahibi, pasif davranış göstermeyen insanlar ve inananlar olmalıyız. Otorite makamında kim var? Neyi emrediyor? Neye göre emrediyor? Emirlerinin sonuçlarından ben ve benim dışımdaki her şey nasıl etkileniyorlar? Bunların hepsi ciddi tefekkür gerektiriyor. Artık kendimize biraz zaman ayırıp bir değerlendirme yapma vakti çoktan geldi geçiyor gibi. Ne dersiniz...!

 

* Bu araştırmasının sonuçları 1963te Journal of Abnormal and Social Psychology isimli dergide A behavioral study of obedience “İtaat üzerine davranışsal bir çalışma” başlığı ile yayınlamıştır. American Psikoloji Birliği (APA-American Psychological Association) Milgram’ın çalışmalarının etik açıdan oluşturduğu tartışmalar neticesinde 1964 yılında Milgram’ın üyeliğini askıya alır. On yıl sonra, 1974 yılında, Milgram Otoriteye İtaat isimli kitabını basar ve ironik bir biçimde Amerikan Bilimin İlerlemesi Birliği (AAAS-American Association for the Advancement of Science) tarafından özellikle itaatin sosyal yönlerini ortaya koyan çalışması yüzünden yılın sosyal psikoloji ödülüne layık görülür.